YAZARLAR

Saraycılık ve lütufçuluk

Cumhuriyetçiler görkemi, kurumların gücünde ararlar. Hak ve özgürlükleri güvence altına alan, gücünü halk sınıflarının görkemli mücadelelerinden alan kurumlarda. Baskı görmeme, özgürlük arzusunun insanlara yaptırabileceklerinin görkeminde.

Külliye sözü hayatımıza kısa bir süre önce girdi. İlkokul sıralarında sosyal bilgiler ya da sonrasında tarih derslerinde öğrendiğimiz, karşımıza sonrasında çok çıkmayan bu Arapça sözcüğün siyasal terminolojiye girmesinin sembolik anlamları var. Atatürk Orman Çiftliği’nin süregelen yağmasına son kazmalardan birini vurdu, bugün resmî adı Cumhurbaşkanlığı Külliyesi olan yapı. Üzerine inşa edildiği Çiftlik, Atatürk’ün Ankara’nın ve Cumhuriyetin mümkünlüğünü de sembolik olarak kanıtlamak üzere “olmazı oldurma” anlamını taşıyordu. Saray bunun üzerine konduruldu. Görgüsüzce kullanılan malzemeleriyle, yine ilkokul yıllarımızda gördüğümüz müsamerelerdekine benzer biçimde giydirilmiş tören taburuyla, şatafatıyla, camisiyle, 1001 odasıyla gündemimize giren Külliye’nin savunusu Erdoğan tarafından “itibar” ile açıklanmıştı. Cumhuriyetin yüzüncü yılına yaklaşırken modern anlamda cumhurî bir rejimin Osmanlı sonrası Türkiye’de, Anadolu’nun orta yerinde mümkün olduğunu kanıtlamak üzere girişilmiş bir deneyimin üzerine, Erdoğan’ın yeni Türkiye'si, Erdoğan’ın kendisi için kondurulmuştu bu itibar. Partisinin adıyla anılmıştı. Resmî adı, İslamî içeriği güçlü Külliye sözcüğü ile kaim oldu. Bu itibar için yoksul Türkiye halkının cebinden her ay milyonlar çıkıyor. İtibar ile savunulan bu şatafat, milyonlarca yurttaş için utanç ve ilenç nesnesi. Saray, Türkiye’nin yeni rejimine uygun olarak cumhuriyete ve demokrasiye karşı bir karargâh niteliğinde, ilkokul kitaplarından okuduğumuz bütün milliyetçi-muhafazakâr fantezileri üzerinde taşıyan bir yapı.

Sarayın itibarı yetmemiş olacak ki Erdoğan, Van Gölü kıyısına, bir Saray daha kondurdu. Kanuna rağmen, anayasayı dolanarak… Marmaris’teki konukevini yoksul halkın sırtına yeni bir yük yükleyecek şekilde saraya çevirdi, yazlık saray… Tüm bu şatafat neden? İtibar için mi? Müteahhit dostlarının, AKP-MHP ittifakını destekleyen çıkar örgütlerinin beslenmesi için mi?

Osmanlı’nın klasik imparatorluk düzenine geçilmesini açıklayan tezler içinde II. Mehmet’in kendisini divandan ayırması, divanı onlara görünmeden dinlemesi, Padişah'ın mutlaklaşması ile anlamlandırılır. Erdoğan’ın itibarı, kendi arzuları bakımından rejimin niteliğine uygun olarak buraya dönük bir kişisel fanteziyle ilişkilendirilebilir belki. Tek olma arzusu, gücünü sınayacak herhangi bir yetkiyle karşılaşmama arzusu… İtibarını devşirebileceği görkemli taş yapılardan, el pençe divan duran bakanlarından, politika kurulu üyelerinden, rektörlerinden başka neyi var? Haksızlık etmeyeyim, bir de müjdeleri var.

Aslında bu yazının müsebbibi de son verdiği müjde. Dünyanın her yerinde bağımsız bir devlet olarak tanınması için Türkiye dış politika ajanlarının çaba gösterdiği KKTC’de Türkiye Devleti’ni temsil eden kişinin yaptığı açıklama şöyle:

“Bilindiği gibi KKTC Cumhurbaşkanlığı’nın ne doğru dürüst Cumhurbaşkanlığı binası ve külliyesi var ve ne doğru dürüst parlamento binası var. Biz bunu KKTC’ye yakıştırmıyoruz. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ndeki bina İngilizlere ait gecekondu. Cumhurbaşkanlığı Külliyesiyle ilgili proje çalışmaları bitti. İnşasına da inşallah yakında başlıyoruz. Orada bir 500 dönüm araziyi bu iş için tahsis ettik. Hem bu külliyeleri yapacağız, gerçekten muhteşem bir millet bahçesini orada yapalım, gerçekleştirelim. Bunu söylerken yüreğimden şu geçiyor; devlet olmanın işte ifadesi budur. Bunu, inşallah bu projeyi hayata geçirmek suretiyle nasıl bir Kıbrıs Türklerine ait devlet varmış bunu birilerinin görmesi lazım.”

Erdoğan’ın açıklıkla söylediklerinden iki şey anlaşılabilir. Birincisi devlet olmakla saraylı olmayı bir tutuyor ve Türkiye’de kurduğu rejimi Kıbrıs’a ihraç edeceğini söylüyor. İkincisi, Kıbrıs’ın bağımsız bir devlet olarak varlığını bizzat kendisi tanımıyor.

Cumhuriyetçiler görkemi, kurumların gücünde ararlar. Hak ve özgürlükleri güvence altına alan, gücünü halk sınıflarının görkemli mücadelelerinden alan kurumlarda. Baskı görmeme, özgürlük arzusunun insanlara yaptırabileceklerinin görkeminde.

Saraycılık ve müjdecilik (lütufçuluk da diyebiliriz buna), yeni Türkiye rejiminin cumhuriyet karşıtı niteliğini bu yüzden en iyi sembolize eden iki şey.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.