YAZARLAR

‘Sapkın ideoloji’ olan eşitlik değil eşitlik karşıtlığı

İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı Can Göktuğ Boz gibilerin zihniyetinde kadınlar, güçsüz varlık olarak görülemeyecekti. Bu zihniyet değişiyor olacaktı.

Hangi eşitlik mücadelesi üstünler tarafından ‘sapkın ideoloji’ olarak görülmedi ki yeryüzünde? Dinler tarihinden felsefe ve bilim tarihine, siyasi tarihe dair bilinenler içinden bir çırpıda onlarca örnek sayabilir herkes. Ve kadın eşitlik mücadelesi tarihinin her sayfasından fırlar onlarca örnek. Bu çileli tarihin ezici başarısıyla dünyayı dönüştüren gücü, kadınlara hep bedel olarak geri döndü. Kadınlar bedel ödese de toplumsal dönüşüm ve eşitlik mücadelesinin ivmesi hız kesmedi.

Bugün bizim kuşakların payına düşen bu ülkede toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesine ket vurma çabasına karşı direnişin bedelini ödemekse, ödenir. Ancak bu medeniyet eşiğinden geçişin süresi iktidar eliyle biraz geciktirilse de önlenemez. Son yüz yıllarda kadın eşitlik mücadelesiyle gerilemiş olan ataerki, şimdilerde kendisini yeniden inşa etme çabasında. Yazık ki tam da bu dönemde eril restorasyona meftun bir iktidar var tepemizde. Tesadüf değil tabi ki. Birbirinin varlığından güç alan iki yapı: İktidar ve erkeklik krizi. Hem en geniş anlamıyla iktidar biçimleri hem de mevcut iktidar bloku, varoluşsal bağımlılık haliyle erkeklik krizinin emrinde. Ülkeyi erkeklik krizi yönetiyor. Yol açtığı bütün diğer krizlerin de başat aktörü olarak erkeklik krizi çiziyor ülkenin rotasını ve uçuruma doğru baş aşağı yuvarlıyor memleketi. Yeter ki kendi varoluşsal imtiyazlarını kaybetmesin.

Erkeklere, sırf oğlan çocuğu olarak doğdukları için tanınan toplumsal imtiyazlar yerine eşit değere sahip insanlar olarak yaşayabilmek, bir nevi survivor onlar için. Eşitlikçi toplumsal düzende hayatta kalma değilse bile şu an sahip oldukları pozisyonu koruma ihtimallerinin düşük olduğu kaygısıyla, korkusuyla saldırıyorlar. Ekonomiden sanata, siyasetten spora, sokağa, evlere ve baktığımız her yere iz bırakan, izini kolaylıkla sürebildiğimiz eril şiddet, tüm iktidar kozlarını oynuyor, eşitlenmemek için. Kanun önünde eşitlik ilkesinin kabulü de zor olmuş, ağır bedeller ödenmiş, çok uzun zaman almıştı yaygın kabulü. Kanun önünde eşitlik ilkesine bugün açıktan itiraz edebilen kimse çıkamaz. Ancak yüksek sesle itiraz edemeseler de bu ilkenin uygulamada gerçekleşmesi her zaman mümkün olmuyor. Tam da bu nedenle kanun önünde eşitlik ilkesinin tamamlayıcı parçası olan sosyal hakların eşitçe kullanılabilmesi anlamına gelen toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi bir medeniyet eşiği…

İnsan olarak doğmuş/yaratılmış her bireyin kadın, erkek, LGBTİ+ birey, çocuk, fahişe, evsiz, göçmen, hasta, yoksul, yaşlı, engelli, etnik kimliği, dini, inançlı veya inançsız oluşu, felsefi görüşü, dili, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi ayrımcılık nedeni olamaz, diyor toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi. İnsanların, nasıl insanlar olup olmadığına bakılmaksızın eşitçe insan haklarından soyutlanmadan yaşatılması, sadece kağıt üzerinde ve kanun önünde eşitlik ilkesiyle sınırlı kalmasın, toplum hayatının her alanında yaşansın ki kağıt üzerinde ve kanun önünde kalmaktan kurtulsun diyor. Ve dünyanın her yerinde farklı dinlerin ruhbanları, insan doğanı, insan onuruyla yaşat diyen bu ilkeyi dine aykırı görüyor. Bizdeki ruhbanlar da öyle.

İslam’da ruhbanlık yok diyerek kendilerini ruhban ve hüküm sahibi ilan edenler Diyanet'ten tarikatlara, mahalle imamlarından siyasi iktidara kadar her türlü muktedir, eşitlik karşıtı. Hegemonik erkeklik anlayışını İslam dini imiş gibi topluma dayatan herkes Allah’ın eşref-i mahlûk dediği insanı, kendi kıt aklıyla kategorize ederek, yaratan yerine hüküm vererek haddi aşıp kimilerini o şereften yoksun sayıyor. Ve buna din diyorlar. Eşitlik ilkesine ise sapkın ideoloji demek cüretinde bulunuyorlar. Allah’ın koyduğu sınırı aşıp, Allah’ın ‘eşit yarattım’ dediği (Hucurat 13) insanlardan kimisini kendisiyle eşit görmemekle Allah’a karşı haddi aşıp, Allah’a karşı cüretkâr sözlerle eşitlik karşıtı duruştur, dine göre sapkın ideoloji olan. Toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi sapkınlık değil tersine insaniyet bilincinin gereği. Ahiret gününe inanan, Hükmün Allah’a ait olduğuna inanan, Allah’ın insan olarak yarattığının onurunu yüceltmeyi en büyük dini sorumluluk sayar. Sapkınlık olarak görmez.

Ve tabi ki kimsenin inancını ölçecek aracımız olmadığı gibi ölçmeye ihtiyacımız da yok. Evrensel hukuk normlarını ve artık bu normlardan birisi olarak insan hakları hukukunda, kadının insan hakları hukukunda yerini bulan toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine uyup olmadığını ölçeriz sadece. İktidarlar bu somut ölçütler doğrultusunda icraatla yükümlü. Ve eşitliği sapkınlık olarak isimlendiren bir iktidar baştan aşağı hukuksuzluğu usul edinmiş olarak görülür, buna göre ölçülür. İktidar gibi muhalefet de siyasal ve toplumsal düzenin tüm aktörleri, iş çevreleri ve şirket yöneticilerinden spor camiası ve yöneticilerine kadar herkes, eşit temsil ve şiddetsiz bir hayat hakkı için toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesini her alanda uygulamakla yükümlü. Ölçü bu kaçış yok. Ama bugün ama yarın, biz değilsek torunlarımız, hatta belki torunlarımızın torunları yaşayacak olsa bile bugün bu mücadele insan onurunun gereği.

Toplumsal cinsiyet eşitliğini sapkın ideoloji olarak görüp, handiyse İstanbul Sözleşmesi'ni ağzımıza almayı bile yasaklamaya niyet eden siyasi iktidara da bir örnekle meramı anlatmak lazım. Başak Cengiz cinayeti çarpıcı ve sarsıcı bir vahşet ve aynı zamanda iktidarın kendi fiilinden, icraatından ders çıkarması gereken bir eril şiddet örneği olarak değerlendirilmeli. Başak Cengiz’in ailesine ağlayarak başsağlığı telefonları ve ziyaretleri sadece timsah gözyaşları olarak kalır. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine dayandığı gerekçesiyle sapkın ideoloji olarak görülen İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı Can Göktuğ Boz gibilerin zihniyetinde kadınlar, güçsüz varlık olarak görülemeyecekti. Bu zihniyet değişiyor olacaktı. Sırf kadın olduğu için önlenebilir cinayetlerde öldürülen binlerce kadın için üzüntü beyanı, hiçbir yöneticiyi faili teşvik, suça ortaklık sorumluluğundan kurtaramaz. Yasaları ve Sözleşme’yi uygulamayanlar, yasaları kırpıp, Sözleşme’yi fesih suretiyle erkek şiddetini teşvik edenler Can Göktuğ Boz gibilerin varlığını sürdürmesine, sayılarının artmasına ve şiddet fiilinin giderek vahşileşmesine sebep olduklarını bilmeli.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.