Sancar Diyarbakır’da: Hedefimiz büyük bir barış hareketi kurmaktır

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, iki gün sürecek temaslar için Diyarbakır’a geldi. Sivil toplum örgütleriyle bir araya gelen Sancar, “Dün Diyarbakır il binamıza baskın düzenlendi.Bu saldırıları demokratik siyasete ve siyasetin kendisini ortadan kaldırmaya yönelik ele alıyoruz. HDP demokratik siyaseti bütün saldırılara, imkansızlıklara rağmen ayakta tutmak için vardır. Tabandan barış talebini güçlendirelim, bu konuda çalışmalarımızı yaygınlaştıralım" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR- HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Diyarbakır’a geldi. Diyarbakır’da iki gün kalacak olan Sancar, kurum temsilcileri ve siyasi partilerle temaslar gerçekleştirecek. Sancak’ın cuma günü Gazi Caddesi’ndeki esnafı ziyaret etmesi bekleniyor.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Diyarbakır’da bulunan sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütleri ve kanaat önderleri ile Kayapınar ilçesindeki Rodisson Hotel’de bir araya gelerek toplantı gerçekleştirdi. Toplantıya HDP Milletvekilleri Meral Danış Beştaş, İmam Taşçıer, Alican Önlü, Remziye Tosun, Feleknas Uca, Pero Dündar, Semra Güzel, Parti Meclis (PM) üyeleri, bölgede bulunan Mardin, Adıyaman, Batman gibi birçok il eşbaşkanları, kentte bulunan onlarca sivil toplum örgütü, demokratik kitle örgütlerinin yanı sıra birçok barış annesi de destek verdi.

Toplantı öncesi açıklamalarda bulunan Sancar, perşembe günü HDP Diyarbakır İl Eşbaşkanlarının gözaltına alınmasıyla ilgili şunları söyledi: “Dün Diyarbakır il binamıza baskın düzenlendi. İl eşbaşkanlarımız gözaltına alındı, şimdi gözaltındalar. Bu saldırıları demokratik siyasete ve siyasetin kendisini ortadan kaldırmaya yönelik ele alıyoruz. HDP’nin bu saldırılar karşısında yapacağı ve söyleyeceği şeyler çoktur. Esasen bu partinin öncesindeki partilerde de bu siyaset geleneğinde de direniş en iyi bilinen şeydir. Mücadele en güçlü yürütülen iştir. Bu nedenle vurgulamaya gerek görmüyorum, hele sizlerin huzurunuzda ‘direnişimiz devam edecek’ demeyi zul sayıyorum. Gerçekten bunu en iyi bu topraklar ve bu toprakların siz güzel insanları biliyorsunuz. Biz bunun ötesine geçmek, bütün bunların geride kalacağı bir geleceği inşa etmek istiyoruz. HDP’yi bir inşa gücü haline getirmek istiyoruz. Siyasal inşanın öncüsü haline getirmek istiyoruz. Bunu tek başımıza yapamayacağımız açıktır. Bunu siyaset yürüttüğümüz her yerde ve her alanda demokrasi güçleri ile birlikte yapmak istiyoruz.”

‘TEMAS GÜÇLÜ VE DÖNÜŞTÜRÜCÜDÜR’

Diyarbakır ziyaretiyle ilgili konuşan Sancar, “İlk başta sivil toplum örgütü ve demokratik kitle örgütü temsilcilerinden oluşan bir istişare toplantısı olarak düşündük ama bunu daha sonra sürdüreceğimiz bir dizi faaliyetin başlangıcı olması dolayısıyla daha geniş tuttuk. Çevre illerden HDP yöneticileri de davet edildi. Elbette sivil toplum kuruluşları da var. Bunun da bir anlamı var, onu da iki cümle ile anlatayım. Biz istişare toplantılarına başlamadan önce karma bir toplantı yaparak teması şimdiden daha güçlü kılmak istiyoruz. Çünkü biliyoruz ki temas çok güçlü ve dönüştürücüdür. İç içe bu tür toplantılar bizlere eksiklerimizi göstermesi açısından önemlidir. Bizimle bir araya gelen kuruluşların belli çekincelerini burada pratikte sınaması açısından önemlidir. O çekincelerin birlikte aşılması açısından önemlidir. Bu tek taraflı işleyen bir süreç olmaz, bunların aşılabilmesi için elbette bizim de sizlerin gözlerine bakarak eksiklerimizi görmemiz gerekiyor. Eksiklerimizi sizlerin gözlerinde de, sözlerinde de görebilmemiz gerekiyor. Eğer bunları başarabilirsek daha tematik, daha dar toplantılar daha kolay yürür, daha anlamlı olur, daha verimli işler diye düşünüyorum. O nedenle bugünkü toplantı biz, partililerimiz ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin katıldığı karma bir toplantı olarak gerçekleşti” ifadelerini kullandı.

'KAYYIM, KÜRT HALKININ İRADESİNİN GASPIDIR'

Partilerine yönelik saldırıların demokratik siyasete saldırı olduğunu vurgulayan Sancar, “Bunun da en somut uygulamasının kayyım politikası olduğunu vurgulamak gerekiyor” dedi.
Sancar, şunları söyledi: “Gözaltına alınan il yöneticilerimizden biri Hülya arkadaşımız, yerine kayyım atanan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı'ydı, Selçuk Mızraklı’yla beraber. Ve yerlerine kayyım atandı. Yine Zeyyad Ceylan Bağlar Belediyesi Eşbaşkanı'ydı. O da görevden alındı, hakkı gasp edildi ve yerine kayyım atandı. Kayyım neden bizim açımızdan önemlidir? Bunu tekrar söylüyorum; en iyi anlayacak topluluk bu topluluktur. Yine de birkaç başlıkla kayyım politikasının neden yıkıcı olduğunu ve ne gibi sonuçlar doğurduğunu kısaca anlatmak isterim. Buna karşı ne yapmak gerektiğini de birlikte konuşmaya devam edeceğiz. Kayyım politikası bir irade gaspı meselesidir. Bu irade de soyut bir irade değildir, bu herhangi bir seçmen iradesi değildir. Bu Kürt halkının iradesidir. Kayyım politikası,Kürt halkının iradesinin gasp edilmesidir. Kayyım atanan şehirlerin tamamında seçmenin çok büyük çoğunluğu Kürttür. Yerlerine kayyım atanan belediye eş başkanları da bu Kürt nüfusun, çok büyük bir kısmının yüzde 70-80’lere varanların oyunu alarak seçilmiştir. Burada kayyım politikasının ilk anlamı Kürt halkının iradesinin tanınmamasıdır. Bunun bir sistem haline getirildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.”

‘KÜRTLERE DEMOKRATİK SİYASETTEN UMUDUNUZU KESİN DİYORLAR’

Kayyım uygulamalarının 2016’da Olağanüstü Hal döneminde gerçekleştiğini ancak 2019’da da devam ettiğini belirten Sancar, “Zaten o seçimler öncesinde yürütülen kampanyada Erdoğan başta olmak üzere iktidar temsilcileri kayyım politikasına devam edeceğini söylediler. Bu tehdide rağmen halkımız sandığa gitti, oyunu kullandı ve yine temsilcilerini seçti. Kendi iradesine sahip çıktı, tehditlere aldırmadı. Kendi iradesini korudu ama bu iktidar o iradeye saygı göstermedi. Yeniden kayyım eliyle bir kez daha gasp yoluna başvurdular. Bununla Kürtlerin seçimden umudunu kesmesini bekliyorlar. Yani ‘siz seçseniz de bir anlamı yok, belediye başkanlarını görevden alırız, milletvekilliklerini düşürürüz’ diyorlar. Geçen dönem yaptılar. Bu dönem de Leyla Güven ile Musa Farisoğulları arkadaşlarımızın ve CHP’den Enis Berberoğlu’nun vekilliklerini düşürdüler. Kürtlere demokratik siyasetten umudunuzu kesin diyorlar. HDP tam da bunun karşısında vardır. Bu saldırının cevabı olarak vardır. HDP demokratik siyaseti bütün saldırılara, imkansızlıklara rağmen ayakta tutmak için vardır. Canlı tutmak için vardır, demokratik siyaset zemininde çözüm arayışlarından umut kesilmesini engellemek için vardır. Eğer bu hedefimizde yeterince başarılı olamadığımızı düşünen dostlarımız varsa bizi bu çerçevede eleştirebilirler. Her konuda eleştirebilirler ama en çok da bu konuda bizi uyarabilirler, bize yol gösterici fikirler sunabilirler. Bundan çok memnun oluruz. Çünkü eğer demokratik siyaseti canlı tutma yeteneğimizi ve becerimizi geliştiremezsek tam tersine donuk bir duruma getirirsek, muhafazakarlaşırsak veya demokratik siyaset beceri ve yeteneğimizi geriletirsek, HDP'nin ruhuna, HDP fikriyatının temeline aykırı davranmış oluruz. 
O nedenle diyoruz ki kayyım politikası Kürt halkını demokratik siyasetten koparmak için ısrarla sürdürülen bir saldırı ise HDP bu saldırıyı püskürtecek imkanlara sahiptir. Bunu partililerimiz yapacaktır, çalışanlarımız yapacaktır. Ama en çok da dostlarımız yapacaktır. Burada bize oy vermiş olsun olmasın, bütün insanlarımızla birlikte yapmak istiyoruz. Demokratik siyaseti her şart altında canlı tutalım ki demokratik çözüm umudu büyüsün ve o umut kısa sürede gerçekliğe dönüşebilsin. Yani somut sonuç alabilsin.”

'KAYYIM POLİTİKASININ HEDEFİ KÜRT KİMLİĞİDİR'

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancak’ın konuşmasında öne çıkan başlıklar şöyle:

“Kayyım politikalarının ikinci bir hedefi var, o da Kürt kimliğine saldırıdır. İnkar politikalarının devamıdır. Tenkilin bugünkü şartlara uyarlanmış şeklidir. Kayyım uygulaması siyasi tenkildir. Bunun nereden çıkarıyoruz, kayyımlar atandıklarında çok büyük çoğunlukla ilk iş olarak Kürt diline saldırıyorlar. Ya belediye internet sitelerindeki Kürtçe sayfaları kapatıyorlar ya da Kürtçe isimlerin verildiği kurumlarda Kürtçe tabelaları indiriyorlar, o isimlerin yerine Türkçe isimler veriyorlar. Veya çeşitli kültürel faaliyetler yürüten ve bu arada Kürtçe faaliyet yürüten kültür kurumlarını kapatıyorlar. Tiyatroları, anaokullarını, çeşitli sanat alanlarındaki kursları kapatıyorlar. Neden Kürtçe faaliyet yürüttükleri için. Veya bunların hepsini birden yapıyorlar. Bu da çok açık bir inkar politikası tecrübesidir. Pervasızca yürütülüyor bu politika. Neden? İnkar ile ilgili kültürü imha etmeye yönelik saldırı politikasıdır kayyım uygulaması. O nedenle sadece Kürtlerin iradesine yönelik bir saldırı değildir aynı zamanda Kürtlerin dili başta olmak üzere kültürlerine yönelik bir saldırıdır. Bununla bağlantılı olarak da haysiyetlerini hedef alan bir saldırıdır. Bu halk haysiyetine sahip çıkmayı bilmiştir bugüne kadar. Bedel ödemek pahasına haysiyetine sahip çıkmış, kimliğini korumuştur, geliştirmiştir. Elbette bundan sonra da böyle olacaktır kimsenin şüphesi olmasın. Kürtler asla kimliklerinden, iradelerinden ve haysiyetlerinden taviz vermeyecektir. 
O nedenle bu politika sadece bu ülkenin zamanını, bu ülkenin enerjisini yutmaktadır. Başka hiçbir sonuç doğurmayacaktır kayyım politikası. Bu ülkeye daha iyi dönemlere ulaşmak konusunda zaman kaybettirmekte ve tahribatları arttırmaktadır. Bizlerin bu tahribatları gidermek için harcaması gereken çabayı artırmaktadır. Ona da hep birlikte varız. O çabayı harcayacağız kimliğe, kültüre, haysiyete, iradeye yönelik tüm saldırıları def etmek ve onların açtığı yaraları sarmak ve daha güçlü bir şekilde yolumuza devam etmek için hep birlikte mücadele edeceğiz. 
Bunu buradan, bu politikalardan medet umanlara buradan söylüyorum; vazgeçin. Sadece daha fazla acıya yol açıyorsunuz. Bu acıların da size faturası kuşkusuz olacaktır. Siyaseten olacaktır, hukuken olacaktır. Bunu da hatırlatalım. 

‘KORKSUNLAR, KADINLAR GELİYOR’

Kayyım politikalarının hedef aldığı bir alan daha var. Eşit yaşam ideali ve özellikle kadın haklarıyla ilgili kazanımlar. Dikkat edin kayyımlar ilk başta ve eş zamanlı olarak kültür kurumlarını, Kürt dili ve kültürü alanında faaliyet gösteren kurumlara yöneliyorlar, onları kapatıyorlar ama aynı zamanda hemen kadın kurumlarını kapatıyorlar. Belediyelerimiz eş başkanlıkla yönetiliyordu. Eş başkanlık sistemi bizim temel kimlik özelliklerimizden biridir. Bu saldırıyı temel kimliğimize yönelik bir saldırı olarak değerlendiriyoruz. Onun ötesinde bu topraklarda özellikle Kürt şehirlerinde, Kürt toplumunda bu eşit yaşam ideali konusunda alınan güçlü mesafeleri hazmedemiyorlar. Ataerkil, erkek egemen, otoriter sistemi devam ettirmek onların hedeflerindendir, ideolojileri gereğidir. Bunun önündeki en güçlü engel de kadın mücadelesidir o nedenle kadın kurumlara saldırıyorlar sadece belediyelerin açtığı kurumlara değil kadın mücadelesinin örgütlendiği kurumlara da saldırıyorlar. Çünkü gerçekten kadınlardan korkuyorlar. Çünkü gerçekten kadınların mücadelesinden korkuyorlar. Bunda haklılar. Korksunlar, kadınlar geliyor. 

‘YOZLAŞTIRMA ARACIDIR’

Kayyım uygulamasının bir yanı daha var, kayyım uygulaması aynı zamanda bir talan rejimidir, yandaşlara kaynak aktararak kendi ekonomik elitini ve tabanını oluşturma politikasıdır. Burada çok tehlikeli, belki çok açık görülmeyen ya da konuşulmayan bir durum var. Bir tehlike var. Buna Ağustos 2019 kayyım atamaları başlandığında değinmiştik. Burada Diyarbakır’da dile getirmiştik. Bir toplumu yozlaştırma aracı olarak kullanıyorlar kayyım kurumunu. Belediye imkanlarını çeşitli kurumlara paylaştırırken onların aynı zamanda kendilerinin toplum içindeki kanalları olmasını istiyorlar. Yani Kürt toplumunun içine yapay damarlar sokuyorlar. Ve o damarlarda yolsuzluk var. O damarlarda yüzsüzlük var o damarlarda hadi hepinizin bildiği sözle söyleyeyim ‘tırşıkçılık’ var. 
Bu çok fazla gözümüzün önünde olmayabilir çok fazla konuşulmuyor olabilir ama ciddi bir yozlaşma tehlikesi de yaratıyor. Bunun farkına varamazsak bunun önünü alamazsak Kürt toplumunu yozlaştırarak teslim alma hevesleri daha da büyüyecektir. Baskıyla, silahla, zorla, askerle, polisle, yargıyla; ellerindeki bütün baskı ve zor aygıtlarını devreye sokarak Kürt toplumunu, onun iradesini teslim almayı deniyorlar ama başaramıyorlar ama bunlardan daha tehlikeli bir yol işte bu yozlaştırma politikalarıdır. Buna karşı her alanda çok dikkatli olmamız gerekiyor. Bu sadece bir partinin, bir sivil toplum kuruluşunun meselesi olamaz. Bu herbirimizin tek tek herkesin burada yaşayan ve onuruyla yaşamak isteyen herkesin görevidir, bununla mücadele etmek için herkese burada çok ciddi sorumluluklar düşüyor. Kayyıma karşı mücadele aynı zamanda yozlaştırarak teslim alma politikalarına karşı mücadeledir. Bunun da böyle bilinmesi gerekiyor. Bunun farkında olduğumuzu muktedirler, iktidar sahipleri de bilsinler. Bizim de buna karşı çok güçlü mücadele azmimiz, çok güçlü ahlaki manevi kaynaklarımız vardır. Bunu hep birlikte yapmak zorundayız. Hep birlikte yaptığımızda başarılı olacağımızdan hiç şüphe duymuyorum. 

'YEREL YÖNETİMLER KONUSUNDA TOPLANTILAR YAPILACAK' 

Bizim burada inşa başlığına da bir iki cümle koymamız gerekiyor. Kayyım rejiminden elbette şikayetimiz var. Buna itirazımız var, buna karşı mücadele de edeceğiz. Peki ne yapacağız, çok ayrıntılı anlatmanın yeri değil ama inşallah önümüzdeki dönemde buralarda başka şehirlerde bu toplantıları gerçekleştirip bu konuşmaları yapacağız. Bizim demokratik yerel yönetimler programımız var. Bugüne kadar bu konuda yeterince başarılı olup olmadığımızı da samimiyetle bütün dostlarla tartışmak isteriz. Daha iyisini kurmak için buna ihtiyacımız var. Kayyım gaspı ve diğer saldırılar bu konuları tartışmamıza engel değil, engel olarak görülemez. Dolayısıyla bizim güçlü yerel yönetimler ve yerel demokrasi konusunda belki önümüzdeki dönemde yeniden çalıştaylar, istişare toplantıları yapmamız gerekecek ama hedefimiz budur. 
Yerel demokrasi dediğimizde aslında sadece belediyelerin kaynakların güçlendirildiği bir sistem değil bütün yurttaşların katılımı ile bir yönetim kast ediyoruz. Yerel demokrasi budur. Bunun mekanizmaları var. Sadece bir kent konseyi uygulaması bile o yarım yamalak yürüyen kent konseyi uygulaması bile ne kadar çok ilham verdi başka uygulamalara. Bunun gibi bunun ötesinde yerel yönetimlerde katılım birlikte karar vermek birlikte yürütme ve kamunun denetiminde yürütme yolları yöntemleri vardır. Bunları oluşturmak gerekiyor. Bizim yerel yönetimlerde yerel demokrasi hedefimizin özeti budur. 

'GÜÇLÜ DEMOKRASİ HAYAL DEĞİL'

Yerel demokrasi demişken ülkeye de güçlü demokrasi istiyoruz. Bu sadece güçlendirilmiş parlamenter sistemle sınırlandırılabilecek bir talep değildir. Biz daha fazlasını istiyoruz. Biraz önce söylediğim o özü o özeti Türkiye için de istiyoruz. Biz daha katılımcı bir yönetim modeli istiyoruz. Elbette bu tek adam yönetimini da değiştirmek istiyoruz. Bu konuda elbette muhalefetle de ortaklaşırız, böyle bir hedefi olan bütün çevrelerle ortaklaşırız. Ama sadece parlamenter sistemi yeniden kurma hedefi ile sınırlı bir ufuk bana göre muhalefet için yeterli değildir, fazla sınırlı bir ufuktur. Bizim geleceğe dönük güçlü demokrasi diye bir hedefimiz olmalıdır.
Bugüne kadar sorunların çözümünü engelleyen sorunların kangreleşmesine yol açan zihniyet unsurlarını sorgulayabileceğimiz hedeflere ihtiyacımız vardır. Sadece son 5 yılı değil, sadece son 18 yılı değil, sadece son 40 yılı değil, bence son 100 yılı değerlendirerek, geleceğe ilişkin hedeflerimizi daha geniş tartışmamız, daha geniş tutmamız lazım. O nedenle içinde parlamenter sistemin de yer aldığı, güçlü demokrasiyi biz önümüzdeki dönemin hedefi olarak görüyoruz. Bizim hedef olarak önümüze koyduğumuz şey böyle güçlü bir demokrasinin inşa gücü olarak çalışmaktır. 
Bunu bütün demokrasi güçler ile bütün demokratlarla birlikte yapmak istiyoruz. O nedenle hep birlikte yapalım diyoruz. O nedenle bu tür toplantıları gerçekleştiriyoruz. Bu ülkede yerel demokrasi ile tamamlanmış güçlü bir demokrasi hedefi hayal değildir, inanırsak başaracağız. 

TÜRKİYE’DE ADALET YOK

Adalet konusunda çok büyük sorunlar var. Adalet konusunda sorunlar var demek hafif kalıyor. Büyük sorunlar var demek de küçük kalıyor. Çünkü Türkiye’de adalet yok, adaletin sorunları vardır dersek, adalet vardır da bazı sorunları ortaya çıkıyormuş gibi bir anlam çıkar ama öyle değil. Türkiye’de adalet yok, siyasal adalet yok, hukuksal adalet yok, yargısal adalet yok, toplumsal adalet yok, sosyal adalet yok. Çünkü artık ortada yargı diyebileceğimiz bir kurum da yok. İktidarın politikaları doğrultusunda kararlar veren, artık iktidarın etkisinde olma durumunu gizlemeyi bile gerekli görmeyen bir yargı gerçekliği ile karşı karşıyayız. 
Sevgili Tahir Elçi’nin katledilmesiyle ilgili dava 5 yıl sonra başladı. 5 yıl sonra. Söyleyecek tek şey bu yargı değil adalet değildir. Peki Tahir Elçi cinayetinde bile hakikatin ortaya çıkmasını engellemeye yönelik bu uygulama ile neden, neyi saklıyorsunuz? Eğer yargı organı bu kadar laubali davranırsa, gerçeği ortaya çıkarmak konusunda bu kadar açık bir şekilde ortaya koyarsa o zaman bu soru cevabını kendiliğinden bulur. Hangi hakikati gizliyorsunuz, hangi hakikatin ortaya çıkmasından korkuyorsunuz? Biz biliyoruz o hakikat bu yargılamada da ortaya çıkmasa, mutlaka ortaya çıkacak. Tahir Elçi’nin katledilmesiyle ilgili hakikat de katiller de ortaya çıkacaktır. Bunun için de hep birlikte çalışmamız gerekiyor. Bu ne sadece baronun ne sadece avukatların ne sadece insan hakları kuruluşlarının görevidir. Bu konuda çok daha fazla güç birliğine ihtiyaç var.

‘ARAŞTIRMA KOMİSYONLARI REDDEDİLİYOR’

Benzer bir durum son Kobani protestoları gerekçe yapılarak yaptıkları operasyonlara da karşı çıktı. Artık herhangi bir gerekçeye ihtiyaç duymuyorlar. Eskiden ele güne karşı bir gerekçe uyduruyorlardı, şimdi buna da ihtiyaç duymuyorlar. ‘Ben istedim böyle olacak’ diyor. Biz de diyoruz ki, hayır, sen istedin diye böyle olacak diye bir şey yok. Göreceksiniz. Bu yalan da elinizde patladı. Tam da Kobanî dolayısıyla yaydıkları yalan ellerinde patlayınca bir başka suskunluğa gömüldüler. Meclis’te her hafta araştırma önergesi veriyoruz. Kobanî protesto nedeniyle neler yaşandı? Araştırma komisyonu yapılsın diyoruz, her seferinde reddediliyor. Benim sizlere hakikaten bunu uzun uzun anlatmama gerek yok. Günlerdir ayrıntılı açıklamalar yapıyoruz. Bizler, eşbaşkanlar, grup yönetimimiz, sevgili Selahattin Demirtaş; ayrıntılarıyla anlatıyoruz, bu konuda sorumluluk hem siyasi hem hukuki açıdan iktidara aittir. ‘Kobanî düştü düşecek’ sözlerinin yarattığı sarsıntıyı istedikleri kadar gizlemeye çalışsınlar başaramayacaklar. 
Kobanî'de IŞİD’e vurulan darbeden burada bu ülkede kimlerin rahatsız olduğunu unutmadık, o zaman iktirdarın açık kalemşörlerinin çok pervasız paylaşımları vardı. Hatırlayın, Kobanî’de ‘ben IŞİD’liyim’ diyenlerden, bir an önce IŞİD’in zaferi için dua edenlere kadar açık tavır koymuşlardı. Sonra bunların üzerine ‘Kobanî düştü düşüyor’ sözü geldi. Sonra Varto’da güvenlik kuvvetleri göstericilere ateş açtı, ilk ölüm gerçekleşti ve daha sonra pek çok yerde provokasyonlar gerçekleşti. 

'HAKİKAT KOMİSYONU KURULSUN'

51 insan hayatını kaybetti vahşice katledildiler. Bunların büyük çoğunluğu HDP’liydi. O dönem ne yaşandıysa, kim ne yaptıysa, kim neyden sorumlusu ise bunu açığa çıkarmak için her türlü çalışmaya varız. Meclis’te komisyon kurulsun, gerekli katkıyı sağlarız. Olmuyorsa gelin bizler STK’larla birlikte güveneceğimiz insanların yer alacağı bağımsız komisyon kuralım. Bunu muhalefet partilerine de söyledim, cevap gelmiyor, ses gelmiyor, bari Diyarbakır’dayken bunu daha da somutlaştırayım, burada tarafsızlığına güvendiğimiz, sağduyusuna inandığımız, birikimine inandığımız kişilerden; bunlar rûspîler, kanaat önderleri olabilir, din alimleri olabilir, başka alanlarda çalışmalarıyla temayüz etmiş şahsiyetler olabilirler. Bizler böyle bir çalışma yapalım. Bizler Kürt bölgesinde Amed merkezli bir “Hakikat Komisyonu” kuralım. Bunun üzerinden düşünelim, bunu yapabilir miyiz? Nasıl yaparız yaparsak ne olur burada bulunan bütün dostlarımızın ciddiyetle kaydetmesini rica ediyorum, bundan sonra başka toplantılarımızda bunu özel bir konu yapar, üzerinde birlikte çalışmaya devam ederiz. Mesela adalet konusu ile ilgili biraz önce yaptığım öneriyle ilgili buradaki hukuk kurumlarıyla eş başkanların katılımı ile olabilir gerçekleştirelim. 

İKTİDARLARA RAĞMEN BARIŞ GELİR

Ekonomi en önemli başlıklardan biridir. Bugün biraz daha zaman ayırmayı düşünmüştüm. Bir defa bize göre bu ülkede yoksullaşmanın, soygun ve sömürünün temelinde 3 tane faktör var. Bu ülkenin kaynaklarının savaşa yandaşa ve saraya tahsis edilmesidir. Kaynaklar savaşa tahsis edildiği için içeride ve dışarıda iktidarın silahlanmaya sürekli kaynak aktarmasıyla ülkede yoksulluk sürekli dramatik olarak derinleşiyor. Bunu ben söylemiyorum. Evet pahalılık var, enflasyon artıyor, TL değeri düşüyor dendiğinde Cumhurbaşkanı ‘Siz bir merminin fiyatının ne kadar olduğunu biliyor musunuz’ diyerek zaten kendisi itiraf etmiştir. Evet, her bir mermi savaşa ayrılan her bir mermi vatandaşın cebinden gider. Sofrasından gider.
O nedenle diyoruz, içeride Kürt sorununun demokratik çözümü, bizim temel hedefimiz varoluş sebebimizdir. Bunun için kapsamlı bir barış politikasına ihtiyaç vardır. Biz bu konuda bir deklarasyon yayımladık, Dünya Barış Günü’nde. 
Şimdi Diyarbakır’da ve tüm Kürdistan’da herkesin bunu gündemine almasını özel olarak rica ediyorum. Kürt sorunun demokratik çözümüne giden yolda barışı nasıl sağlayabiliriz? Barış politikalarını yeniden ve yeniden nasıl güçlendirebiliriz? Bunları hep birlikte tartışalım, çünkü barış ancak bir toplumun büyük bir çoğunluğunun rızası ve desteği varsa gerçekleşir, isteği ve talebi varsa iktidarlara rağmen barış gelir. 

'KÜRT BARIŞ HAREKETİNİ KURALIM'

Dolayısıyla bizim barışı iktidarlardan beklememiz gerekmiyor. Tam tersine kendimiz tabandan barış talebini güçlendirelim, bu konuda çalışmalarımızı yaygınlaştıralım, hep birlikte güçlü bir barış hareketi, bir Kürt barış hareketi kuralım, bunun bütün Türkiye’de bir barış harekatına dönüşmesini istiyoruz ama öncelikle hakikat konusunda da olduğu gibi bunu buradan başlatalım. Kürt barış hareketi. Kürt topraklarından, Kürt sivil toplumundan, buradaki bütün herkesten katkı alacak bir barış hareketini hep birlikte oluşturalım. 
Kürt sorununun demokratik çözüme giden yolda, öyle bir hareket barış mücadelesinde kararlılığı da sürekli dile getirmeyi de getirir. Bu da aynı zamanda halkın hem hayatını hem de ekmeğini savunur. Barış, ekmek, ve özgürlük bunlar birbirinden koparılamaz. Bizim hedefimiz bütün Türkiye’de büyük bir barış hareketi kurmaktır. Eğer şimdi ülke genelinde büyük bir barış hareketi kurmak mümkün değilse buradan başlayalım. Türkiye'de bunu yaygınlaştırabilirsek Ortadoğu barış hareketinin de temelini atmış olabiliriz. Bunu yaygınlaştırabiliriz. 
Yani Ortadoğu bölgesel barış harekatı Amed’den başlayabilir, bunun üzerine de ciddiyetle düşünülmesini bir kez daha rica ediyorum. Barış, emek, özgürlük hepimizin ihtiyacıdır.” (DUVAR)