Sanatçının laneti Albatros’un yazgısı

Sanatçı hem Olimposlular tarafından lanetlenmiştir hem de insanlar tarafından. O Olimpos’tan ateşi kaçırmak zorundadır. Ve bu yüzden ilelebet Zeus tarafından cezalandırılacaktır.

Google Haberlere Abone ol

Ateş Yersu Gök

Sanatçı nerede durur? Onun hayattaki yeri nedir? Çekiç midir örs mü?[1] Cellat mıdır kurban mı? Çarmıh mıdır İsa mı?[2] Kargaşa mıdır kargaşanın tohumu mu?[3] Gerçekten de sanatçı kimdir?

Bu sorulara yıllar boyu yanıt arandı. Sanatçının kimliği hakkında birçok insan farklı çıkarımlarda bulundu. Ama kanımca eğer sanatçıyı anlamak istiyorsak en başta onun yazgısının ayırdına varmalıyız. Ki kuşkusuz ozanı bekleyen yazgıyı en iyi ifade eden şiirlerden biri Baudelaire’in Albatros’udur:

“Sık sık, eğlenmek için, acımasız tayfalar
Yakalar kanadından bu deniz kuşlarını,
Ürkütücü sularda gemileri izleyen
Yolcuların yıllardır dost arkadaşlarını.

Gökten inen tasasız, bu utangaç krallar
Güvertelerin üstüne kondukları zaman
Geniş kanatlarını sofuca bırakırlar,
Yorgun kürekler gibi, sular üstünde kayan.

Sen ey kanatlı yolcu, bir zaman ne güzeldin !
Bak gaganı dürtüyor hoyrat tayfanın biri,
Ya öteki, bilir mi bu hale nasıl geldin,
Topallayıp öykünüyor uçtuğun günleri.

Ozan, ey bulutlardan toprağa sürgün ece,
Oklara göğüs geren, dostu fırtınaların,
Yuhlarlar yeryüzünde, seni de, gündüz gece
Uçmana engel olur, ağır dev kanatların.”

Gündüz gece yeryüzünde yuhalanan” ozan, bir kartal tarafından her gün karaciğeri yenen Prometheus’u çağrıştırır. Ozan da Prometheus da cezalandırılmıştır (lanetlenmiştir). Her ikisinin de suçları aynıdır: İnsanlığa dokunmak.

Bütün kadim toplulukların yegane sözcüsü olan ozan (sanatçı); insan ve Tanrı arasındaki sınırı ortadan kaldırarak yüce olanla insani olanı bir bütün haline sokar. Sistina Şapeli’nin karşısına geçtiğimizde olağanüstü bir olay yaşamış gibi sarsılırız, belki biraz tedirgin oluruz. Tanrı’nın tapınaklarına daha önce hiç bu kadar yaklaşmamış olduğumuzu hissederiz. Büyük eserlerle birlikte bizler de yüceliriz. Gündelik kaygılarımızın gelip geçiciliği karşısında binlerce yıldır ayakta duran bu şaheserlerin önünde saygıyla eğiliriz. Onlardan ilham alırız. Ölümlü olduğumuzu yüzümüze çarpar büyük eserler. Ama aynı zamanda bize ölümsüzlüğü de gösterirler.

Sanatçı bir köprü oluşturur ulvi ve dünyevi olan arasında. Yarattığı yücedir ama insana aittir, insana aittir ama Tanrı adına yapılmış gibidir. Sanatçılar esin perilerinin musallat olduğu kimselerdir. Her büyük sanatçı üzerinde Tanrısal bir yazgının dokunuşunu hissetmiştir. Hepsi de ateşi çalmanın bedelini ömürleri boyunca ödemiştir. Prometheus olmakla Albatros olmak aslında aynı şeydir. Biri yeryüzünde yuhalanmıştır, diğeri gökyüzünde. Zeus, Prometheus’tan korktuğu için onu zincirlere vurmuştur. İnsanlar, sanatçıdan korktuğu için onu yalnız başına gökyüzünde havalanmaya mahkum bırakmıştır.

Prometheus, "evrensel düzen"i bozduktan sonra dayanılmaz işkencelere maruz kalır. Zeus tarafından ebediyen lanetlenir. Ama ateşi çalmaya devam eder, ısrarcıdır. Yanar ama ateşten beslenir.

Ozan sayesinde insanlık yücelir ama ozan yaşadığı süre boyunca insanlar tarafından hor görülür. Onun güzel kanatlarıyla Albatros’un kanatlarıyla oynandığı gibi durmadan oynanır. Ama büyük ozan buna rağmen “ağır dev kanatlarıyla” onların üzerinden uçmaya devam eder.

Sanatçı hem Olimposlular tarafından lanetlenmiştir hem de insanlar tarafından. O Olimpos’tan ateşi kaçırmak zorundadır. Ve bu yüzden ilelebet Zeus tarafından cezalandırılacaktır. O insanlığa ateşi vermek zorundadır. Ama insanlık bundan ötürü ona müteşekkir olmayacak, tersine ona görünmeyeni görünür, duyulmayanı duyulur kıldığı için hayranlık dolu bir kin besleyecektir. Öldüğünde ise onu kahraman olarak sayacak, ozanına sonsuza dek sahip çıkıp bağrına basacaktır.

Ozanın yazgısında lanetiyle yaşamayı öğrenmek vardır.

NOTLAR: 

[1] “Neydi çekiç? ya zincir neydi?/Nasıl bir azaphanedeydi beynin?/ Neydi örs?”, William Blake

[2] “Yara benim bıçak da ben/Hem tokat hem tokat yiyen/ Çarmıh da ben İsa da ben /Hem celladım hem kurban..”, Baudelaire

[3] “Bir gölgeyim karanlıkta/Kargaşanın tohumuyum ben”, Paul Eluard