Sanata geçit var mı?
Klasik müzik konserlerine katılımı, bir kesimin sosyo-ekonomik statüsünü kanıtlama aracı olarak kullanmaya devam etmelerine, ama bu esnada onlar kadar şanslı doğmayan kesimlerin bu konserlere erişimi bir lüks olarak görmelerine seyirci mi kalacağız? Kent gençliğinden ne anladığımız, bu ve benzeri sorulara vereceğimiz yanıtı belirleyecek.
İstanbul’un çağdaş sanat sergileri arasında kendine özel bir yer edinen ve her yıl birçok kesimin sabırsızlıkla beklediği Contemporary İstanbul’un bu yıl öğrenci giriş ücretini 850 TL olarak belirlemesi, hararetli tartışmalara yol açtı ve sanatın erişilebilirliğindeki sınıfsal bariyerler bir kez daha yüzümüze soğuk bir rüzgâr gibi vurdu.
Ülkedeki ekonomik gidişat gençler ve çocuklar arasında bir hayatta kalım mücadelesine yol açtığı için artık sanat ve kültürel etkinliklere erişime verilen öncelik, yerini fiziksel ihtiyaçların giderilmesine çoktan bırakmış durumda.
Hatta birçok kesim, klasik sanatların “alıcı” kitlesini üst gelir sahibi kesimlerle, popüler sanatları da orta tabakalarla sınırlarken, folklorik sanatları alt tabakanın alanı olarak belirlemeye yöneliyor.
Sanat ve kültüre erişim, ne yazık ki ülkemizde giderek sınıfsal bir ayrıcalık haline geliyor; bu tür etkinlikler belirli sosyal sınıfların tekelinde kalıyor; sosyal hareketlilik kısıtlanıyor; toplumdaki mevcut eşitsizlikler ister istemez yeni bir fay hattı üzerinden derinleşmiş oluyor.
Klasik müzikten resim sergilerine, operadan baleye kadar kültür-sanat faaliyetlerin erişim kitlesi, kişinin mensubu olduğu sosyal sınıfın erişim alanına göre şekilleniyor.
Tüm bu tartışmalar süregiderken, bu ülkenin gençlerinin Avrupa’daki akranlarıyla arasındaki gelişimsel ve bilişsel makas bir kat daha açılıyor. Beraberinde toplumlar arası gelişmişlik farkları da belirginleşiyor. Zira Bertolt Brecht’in ifadeleriyle, “Sanat görmeyi, algılamayı, kavramayı, düşünmeyi, eleştirmeyi, yorumlamayı, değerlendirmeyi öğretir insana. Bu değerler hiyerarşisi içinde insan yalnız kendi kişiliğini değil, içinde yaşadığı toplumun da düzeyini geliştirirken, bütün bunların bir yaşam biçimine dönüştüreceğini bilir.”
Örneğin Fransa’da birkaç yıldır Kültür Bakanlığı’nın öncülüğünde gençlere sanat ve kültür etkinliklerine erişimlerini kolaylaştırmak adına “Pass Culture” uygulaması söz konusu... Hükümet her sene gençlerin kültürel ve sanatsal katılımını artırmak amacıyla belirli bir bütçe hazırlıyor. 2019 yılında pilot uygulama olarak başlatılan Pass Culture, üç yıl önce tüm ülke genelinde hayata geçirildi.
Cumhurbaşkanı Macron’un “amiral gemisi” niteliğindeki uygulamaya, Louvre müzesine ayrılan kamusal finansmanın iki katı kadar bütçe ayrılıyor. Zira Pass Culture, Macron’un 2017 yılında seçildiğinde yegâne kültür politikası önerisiydi. Geçen sene programın bütçesi yıllık 260 milyon Euro’ya yükseldi. Bu kapsamda okullardaki grup etkinliklerine de 50 milyon Euro bütçe ayrılmıştı.
Öncelikle 18 yaşındaki gençlere 300 Euro değerinde bir kredi tanımlanıyor. 15-18 yaş aralığındaki gençlere ise 20 Euro ila 300 Euro arasında değişen bir ödenek tanımlanıyor.
İki yıllık bir süreyi kapsayan bu kredi ile sosyoekonomik düzeyi ne olursa olsun gençler, hükümetin verdiği ve akıllı telefonlarına yükledikleri uygulama üzerinden yönetebildikleri bu krediyi, müzik, sinema, tiyatro, müze gezileri gibi kültürel faaliyetler için harcayabiliyor. Aynı zamanda kitap alabiliyor, çevrimiçi kurslara katılabiliyor, müzik aletleri ve sanat malzemeleri gibi ürünlerde de bu kredi kullanılabiliyor.
Böylelikle kültür-sanat alanında bir taşla iki kuş vuruluyor: Hem gençlerin fiili olarak kültürel ve sanatsal pratikleri çeşitlendiriliyor, hem de bu alandaki alımlar sayesinde arzı destekleyici bir araç da devreye girmiş oluyor.
Uygulama elbette bir dizi sorunla da karşılaşıyor. Fransa Kültür Bakanlığı Eylül ayında bu programa dair bir audit raporu hazırladı. Bu rapora göre, ülkede 18 yaşındaki bireylerin yüzde 80’i krediden yararlanırken, iki buçuk yıl içerisinde 24 milyon kullanıcının yüzde 71’i kitap satın alırken, bu kitapların yarısı Manga ve karikatür kitapları oldu. Öyle ki, geçen sene Fransa, Japonya’nın ardından dünyada en çok Manga okunan ülke oldu. Sadece bir senede ülkede 40 milyon Manga kitabı satıldı. Gençlerin yüzde 15’i sinema bileti aldı, sadece yüzde 2,8’i konser salonlarına giderken, yüzde 0,7’si müze kart, yüzde 0,01’i tiyatro bileti satın aldı.
Programın şu anda bir dizi revizyondan geçmesi gündemde. Hatta Fransa ve Almanya arasında bu destek programının “sınır ötesi” bir hal alması için ortak bir proje üzerinde de çalışılıyor. Böylelikle bir Fransız genç, Almanya’daki bir konsere gidebilecek veya bir Alman genç Louvre müzesine girebilecek.
Eğrisiyle doğrusuyla şu da bir gerçek ki, bu program sayesinde kültür ve sanata erişimde gençlere destek verme gereği başka ülkelere ilham kaynağı oldu. Her şeyden önce, devletin gençlere verdiği değerin güçlü bir ifadesi, böylelikle ortaya kondu.
Bu programın öncülü ise, 2015 yılında İtalya’da Matteo Renzi hükümeti tarafından Bonus Cultura adı altında ortaya atılan gençlik destek projesiydi.
İtalya, 18 yaşına basan gençlere yönelik benzer bir teşvik uygulamasıyla her yıl gençlere 500 Euro değerinde bir kredi sağlıyor. Bu kredi, kitaplardan sinema ve tiyatro biletlerine, müze girişlerinden konserlere kadar birçok kültürel etkinlik ve üründe kullanılabiliyor.
Her ne kadar bu uygulamada bazı suistimaller olsa da ve İtalya’nın birçok kasabasında bu “kültür kartını” kullanacak kitapevi, sinema, tiyatro veya konser salonu bulmak gibi zorluklar ortaya çıksa da, özünde kültür ve sanata erişimdeki sınıfsallığın azaltılmasında etkili ve öncü bir araç oldu.
İtalya’daki uygulamanın amacı, gençlerin kültürel katılımını artırarak kültüre olan ilgilerini erken yaşta teşvik etmek. Ancak, bu teşvik sistemi de bazı eleştiriler alıyor ve gençlerin krediyi dijital platformlarda popüler ürünlere harcama eğilimi veya kültürel ürünlere erişim kredisinin karaborsaya düştüğü bazı vakalar eleştiri konusu oluyor.
Mevcut durumda İtalya, üniversitelerin başarılı öğrencilerine “liyakat kartı” ve düşük gelirli ailelerden gelen gençlere “kültür kartı” vererek programı daha dar kapsamlı hale getirdi. Programdaki bu revizyonlar, aynı zamanda devletlerin gençlik politikalarını yeniden tasarlamaları ve gençlerinin kültür tercihlerini fark etmeleri, gerektiğinde de yönlendirmeleri açısından da anlamlı. Ne de olsa kültürel teşvikler salt finansal destek olmaktan öteye geçmeli ve bu uygulamalar tasarlanırken, gençlere yönelik bilinçlendirme programları ve rehberlik sistemleri ile kültürel katılımın niteliğini artırmanın yolları üzerinde de durulmalı.
Bu uygulama, İtalya ve Fransa ile de sınırlı değil. Geçen sene İspanya’da 18 yaşındaki 326 bin gence (yani bu yaş grubunun yüzde 65’ine) Bono Cultural Joven isimli ve 400 Euro değerinde bir kültür kartı verildi.
Almanya’da ise 2023 yılından beri kültürel erişimi desteklemek doğrultusunda KulturPass uygulaması söz konusu. Bu program kapsamında, 18 yaşındaki gençlere başta 200 Euro’luk bir bütçe tanımlanırken bu meblağ kısa süre önce 100 Euro’ya düşürüldü.
Almanya, bu tür teşviklerle gençlerin hem kültürel katılımını artırmayı amaçlıyor; hem de kültürel mirasla olan bağlarını güçlendirmeyi ve sanatsal pratiklerle erken yaşta tanışmalarını sağlamayı hedefliyor.
Avrupa çapında bu tür kültürel destek programları, ayrıca, gençlerin yerel kültürel mekanlarla daha yakın bir ilişki kurmasına da yardımcı oluyor.
Ancak bu zamana kadar kültür ve sanat etkinliklerine erişimde gençlerin desteklenmesinde en kapsamlı yardım eli, Fransa tarafından uzatılmış durumda.
Pass Culture ve Avrupa’daki benzer uygulamalara bakıldığında, Türkiye’de gençlerin kültürel etkinliklere katılımını teşvik etmek için hükümetin bütçesinden pay ayırmaya başlaması gerektiği aşikâr. Eğer kaotik siyasi gündemden fırsat kalırsa, Meclis’te yaklaşan bütçe görüşmelerinde bu konunun da gençlik politikalarıyla ilgilenen milletvekilleri tarafından gündeme getirilmesi de oldukça faydalı olacak.
Peki böylesi bir gençlik projesi olmazsa olmaz mı? Bence evet. Çünkü benzeri bir kültürel teşvikin eksikliği, eğitimden istihdama, sosyal uyumdan bilişsel gelişime dek birçok alanı doğrudan veya dolaylı olarak etkiliyor.
Sanata erişimin sınıfsallığı sadece ekonomik boyutta kalmıyor; kültürel zenginleşmeden sosyal diyaloga, eleştirel düşünceye dek birçok boyutu da besliyor, derinleştiriyor, güzelleştiriyor.
Düşük gelirli ailelerden gelen gençlerin, sınırlı kültürel erişimleri nedeniyle yaşadıkları dışlanma veya ötekileşme hissi bu açıdan oldukça belirleyici… İstanbul’da kültürel faaliyetler şöyle dursun, kentsel mekân paylaşımının önemli bir unsuru olarak deniz kıyısına gidemeden yıllarını geçiren gençlerin varlığı hepimizin malumu.
TÜİK’in 2023 yılında en son açıkladığı resmi verilerine göre; son 12 ay temel alındığında 15 yaş üzeri bireylerin yüzde 85,3'ü sinemaya, yüzde 93,7'si canlı gösteriye, yüzde 92'si kültürel alanlara ve yüzde 94,9'u canlı spor etkinliklerine katılamadı. Kültürel etkinliklere 15 yaş üzeri nüfusun sadece yüzde 11'i katılabiliyor. Yüz kişiden 10’u, kültür ve sanatın kendilerine aralanan kapılarından geçerken, kalan 90 kişi, kentsel etkinliklerden dışlanmışlığın ağır yükünü omuzlarında taşıyorlar – fark etseler de etmeseler de…
Sanatın gençlerin yaratıcılıklarını, eleştirel düşünme becerilerini ve dünya görüşlerini şekillendirmesi üzerindeki etkisi de bu tür teşvik mekanizmalarının dikkate alması gereken bir boyut. Sanat ve kültür, insanı insan yapan, çevresini anlamlandırmasına yardımcı olan, insanın zihnini besleyen temel dinamikler arasında. Çevresini daha iyi anlamlandıran, zihni beslenen insanın dünyası değiştikçe, toplumdaki birliktelik modaliteleri de dönüşür ve zenginleşir. Hatta Andrei Tarkovski’nin ifadesiyle, “dünya mükemmel olmadığı için sanat vardır.”
Dolayısıyla, bu konuda yasa koyucuların, kültür ve sanat çevrelerinden uzmanlar ve gençlik örgütleriyle bir araya gelerek şu soru üzerine uzun uzadıya beyin fırtınaları yapmaları gerekiyor: Türkiye’de benzer bir teşvik sisteminin kurulması veya kültürel etkinliklerin okullardan itibaren gençleri kapsayacak şekilde yaygınlaştırılması, ülkenin bugünü ve geleceğinde toplumsal yapı açısından neleri değiştirir?
Örneğin İstanbul’un sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı bir bölgesinde sanatsal yeteneklerinin farkına varan veya bulunduğu mahallenin kısıtlarını aşmak isteyen bir gencin bir sergiye veya bir konsere, hükümetin onun için yıllık olarak tanımladığı bir krediyi kullanarak gitmesi, onun özsaygısını ve toplumla bağlarını ne yönde güçlendirir?
Bu ve benzeri sorulara verilecek yanıtlar, kültür ve sanata erişimdeki sınıfsallık ve eşitsizliklerin sadece Twitter’da gündelik tartışmaların kısır çerçevesi içinde kalmamasını ve yapıcı bir çözümle sonuçlandırılmasını sağlıyor.
Türkiye, bu ve benzeri ülkelerdeki teşvik modellerinden ve iyi uygulama örneklerinden ilham alarak gençlere kültür ve sanata erişim hakkı tanımasıyla, toplumsal uyum ve eğitim süreçlerine önemli bir katkı sunabilir. Ayrıca yerel yönetimler de “askıda bilet” gibi palyatif çözümleri bir yana bırakarak, gençlere sürdürülebilir bir kültür-sanat erişim hakkını, bir insan hakkı olarak gördükçe kentsel mekânı sahiplenme eğilimini de artırabilir.
Bu sene Contemporary İstanbul’da Esra Gülmen’in Haliç’e karşı konumlanan Ne Seninle, Ne Sensiz (Neither With Nor Without You) eseri oldukça çarpıcıydı. Bu aynalı eser, hem karşısındaki manzarayı yansıtıyordu, hem de ait olamama ve duygusal kopuşlara dair çelişkili duyguları somut bir çağdaş sanat eseri üzerinden ifade ediyordu.
Gençlere bakışımız da belki bu şekilde: ne sizinle, ne de sizsiz…
Peki üçüncü bir yol olasılığı var mı?
Gençlerin kendilerini konumlandırdıkları geniş kentsel mekân içerisinde süregiden etkinlikler arasında onların varlığını kabullenen, sahiplenen, içselleştiren ve anlamlandıran bir katılımcılık ve kapsayıcılık mümkün mü?
Yoksa halen klasik müzik konserlerine katılımı, bir kesimin sosyo-ekonomik statüsünü kanıtlama aracı olarak kullanmaya devam etmelerine, ama bu esnada onlar kadar şanslı doğmayan kesimlerin bu konserlere erişimi bir lüks olarak görmelerine seyirci mi kalacağız?
Kent gençliğinden ne anladığımız, bu ve benzeri sorulara vereceğimiz yanıtı belirleyecek.
Menekşe Tokyay Kimdir?
Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.
Bütçeden empatiye de pay ayırır mısınız lütfen? 01 Aralık 2024
Birleşmiş Milletler’e kadın genel sekreter aranıyor 24 Kasım 2024
Diyabetli çocuklar için sensör lüks değil, hak 17 Kasım 2024
Eğitim İzleme Raporu ışığında, Aydınlanma’nın izinde 10 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI