YAZARLAR

Sanat piyasası ve sessizliğe eko-nasihatler

Norveçli kâşif, koleksiyoner, yazar Erling Kagge’nin sanat piyasasına dönük yorum ve tavsiyeleri ile, birikimini belgelediği son ilginç kitabı, aynı yazarın daha önceki ve ‘gürültü çağında sessizlik’ üzerine yoğunlaştığı bir diğer çalışma ile art arda raflarda. Eserler, varyant üstüne varyantla baş ettiğimiz, günümüz sosyo ekonomik ve politik koşulları altında ‘biriktirme’ ve hayatı anlayıp, sindirme üzerine naif önermelerden bir demet gibi okunuyor.

Norveçli kâşif, koleksiyoner, yazar Erling Kagge’nin sanat piyasasına dönük yorum ve tavsiyeleri ile, birikimini belgelediği son ilginç kitabı, aynı yazarın daha önceki ve ‘gürültü çağında sessizlik’ üzerine yoğunlaştığı bir diğer çalışma ile art arda raflarda. Eserler, Bir insan kâşif, hukukçu, yayıncı ve dağcı olduğunda, geride ne tür fikirler bırakır? İşte Norveçli Erling Kagge, Abdullah Yılmaz Türkçesi ve Alfa Kitap etiketiyle yayımlanan 2015 tarihli ilginç kitabının girizgâhında, Kuzey ve Güney kutbunu tek başına yürüyerek, Himalayalar’daki Everest zirvesine tırmanmış dünyadaki ilk ve tek insan olarak tanıtılıyor.

‘Az Parayla Büyük Sanat Eserleri Alma Rehberi’ gibi, günümüz maddi manevi koşullarına adeta ‘cuk oturan’ adıyla yayımlanan bu kitabı, ben daha önce duymamıştım. Tıpkı, kendisine ait ve Nezihat Bakar-Langeland Türkçesiyle 2018’de basılan ‘Gürültü Çağında Sessizlik’ isimli ikinci araştırma kitabında olduğu gibi…

Gürültü Çağında Sessizlik, Erling Kagge, çeviri: Nezihat Bakar Langeland, 220 syf., Alfa Kitap, 2020.

Kagge’nin yazımızın odağında yer alan rehberi, tanınmış eleştirmen, küratör Hans-Ulrich Obrist’in ‘Erling’in Odaları’ isimli sunuşuyla açılıyor. Obrist kısa ve öz metninde, yakın zaman önce yitirdiğimiz ve Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesinde yer alan merhum, ‘topyekûn’ sanatçı, şair Etel Adnan’a gönderme yaparak, sayfa 6’da şunu belirtiyor:

“Erling, büyük bir çoğunlukla sanat serüvenlerinin başlarındaki sanatçıları toplayan ve onlara yol boyunca eşlik eden öncü bir koleksiyoncudur.

Tüm bu boyutları birbirine bağlayan, farklı bir şey vardır; büyük sanatçı ve şair Etel Adnan’ın ifade ettiği gibi, “Kişiliğimiz dediğimiz şeydir o. Bilerek kurmadığınız bir bağ vardır; o oradadır, o sizin duyarlılığınız, kimliğinizdir…Farklı odaları olan tek kişidir o.”

220 sayfalık kitap, kâğıttan bir modern ve güncel sanat panayırı serbestliğinde, renkli yapıt görsellerine referans veren detaylı künyelerle akıyor. Wolfgang Tillmans, Olafur Eliasson, Richard Prince ve niceleri, gerek heykel, gerek enstalasyon, gerek resim ve fotoğraf ile nice baskıyı buluşturan çalışmada Kagge, 30 yılı aşan birikimine ilk taşı, yurttaşı ve dışavurumcu sanat ikonu Edvard Munch’a göndermesi bulunan bir figüratif yapıtla koyduğunu aktarıyor. Yazar ve koleksiyoner bu yapıtı vaktiyle iki şişe Bordeaux şarabı maliyetine aldığını, halen de muhafaza ettiğini, 17’nci sayfada vurguluyor.

Koleksiyonerin serbest bir üslûpla kaleme aldığı nice önermesi arasında, hayli ilginç metaforlara da yer veriliyor. Sözgelimi yazar, 21’nci sayfada çağdaş sanat toplamanın farkını, bize şöyle dillendiriyor:

“...Golfte ya da sevişmede, performansımız ortalamanın çok altında olsa bile, bazen kendimizi zafer kazanmış gibi hissederiz. Bir doktorun hatalarının üstü, genellikle mezarlıklarda örtülmüştür ve bir avukatın kaybettiği davaların ucu, hapishaneye çıkar. Çağdaş sanat toplamak farklıdır. Hatalarınız sadece evinizin duvarlarını süsleyecektir.”

Toplamda kitabın anlatı gövdesini teşkil eden detaylı 24 önermeyle bezeli rehber, bu metinler arasına art arda serpiştirilmiş ve Dünyanın hemen her kıtasındaki sanatçılardan edinilen ilginç yapıtlarla ferahlıyor ve misyonunu perçinliyor. Çalışmasında ‘Anahtar galericinin elindedir,’ (s.84), ‘Oligarşinin elindekinden daha ilginç bir koleksiyon nasıl oluşturulur?’ (s.63), ‘Meslektaşlarınıza karşı koyun ve sadomazoşist atmosferi boş verin,’ (s.157) ya da ‘Eseri sev, fiyatını değil,’ gibi hayli davetkâr başlıklara yer veren yazar ve koleksiyoner, bir ara bize şunu vurguluyor:

“Düşüncelerim zaman içinde evrilip, gelişti. Gördüğünüz şeye inanmak zorundasınız. Onların iyi birer resim olduklarını bilmek için iyi bir Picasso ya da bir merhum Rembrandt’a inanmak zorunda değilsiniz ama, gri kaya yığınına bakmak farklıdır. Sanat zaman alır.”

Kitabında ‘Başyapıttan uzak durun,’ diyerek bunu detaylı olarak gerekçelendiren, ‘Başarılı bir sanatçı hiç bir zaman uzun süre yok satmaz,’ sözleriyle de sanat piyasasının perde gerisinde yaşanan nice tartışmaya kendi bakış açısıyla yorum katan Kagge’nin kitabı, sanırız yalnızca bu alanın toplayıcıları için değil, ilgili alanın yaratıcı, yönetici, yazar, eleştirmen ve küratörleri için de ilginç bir ‘sivil rehber’ olarak, yarı tebesssüm ve yarı kuşkuyla okunuyor ve geziliyor. Tıpkı, nice ‘resimaltı’ ile bize gündelik sanat tarihi ihtiyacımızı sunan, bu alandaki diğer profesyonellerin yaptığı gibi…

Bu arada, Kagge’nin yukarıda da andığımız ‘Gürültü çağında sessizlik’ kitabı da, yine günümüz sosyal mesafe, karantina, pandemi vb. koşullarında bize kitabın da kapağında anons ettiği üzere, yazarın kaleminden ‘Dünyayı dışarıda bırakmanın keyfi’ni kayıt altına alıyor. Kitapta Kagge, ‘Sessizlik nedir?’, ‘Nerede nasıl bulunur?’ gibi cazip soruların ardına düşen kâşif ve yazar, bu eserini de renkli, panoramik kadrajlar ve kutup ıssızlığını yankılayan kompozisyonlarla zenginleştirirken, Catherine Opie ve Ed Ruscha ile Doug Aitken gibi sanatçıları da sayfalarına misafir ediyor ve eserin sessizliğine adeta müzikal bir görsellik ikram ediyor.

Yine, yazara ait bir önceki kitapta yer alan, Munch referansıyla bağlayalım…

Kagge, kitabının 93’ncü sayfasında bize şu nasihati veriyor ve söz sessizliğe, göz de bu anın tadını damıtmaya kalıyor:

“Yüksek perdeden sesler, insan üzerinde farklı sesler bırakabilir ama, deneyimlediğim en yüksek çığlık, bir ses boşluğuyla belirdi; bu, Edvard Munch’un ‘The Scream’, yani ‘Çığlık’ıydı. Bunu gördüğümde sessizleşirim. Tablo ile, benim aramda iletişim kuran bir sessizlik. Elbette tablonun içine atlayamayacağımı ve bir elini bu çığlık atan kişinin deneyimlediği şeyin bir parçası olarak hissederim.”