Salgın döneminde kentler işlevini mi kaybetti?

Salgınla beraber, Joseph Schumpeter’in 'yaratıcı yıkım' olarak adlandırdığı süreci kentleşme düzeyinde görmek mümkün. Bunun, barındırdığı ödüller çok büyük ancak riskleri de beraberinde getiriyor.

Google Haberlere Abone ol

Carl Ratti, Richard Florida

Paris’in merkezinden geçen bir bulvar olan Rue de Rivoli, dura kalka inşa edilmişti. Napolyon Bonapart, yıllar boyunca süren planlama ve tartışmaların ardından, 1802 yılında inşaatı başlattı; fakat imparatorun 1814’te tahttan çekilmesinin ardından çalışmalar durdu. Bulvar, 1850’lerde başka bir askeri diktatör olan III. Napolyon projeyi tamamlayana dek belirsizlik içinde kaldı. Sonraki yüzyılda inşaata tekrar başlandı ama bu sefer arabaların geçişine uygun olması için tasarlandı. Bununla birlikte, Rue de Rivoli geçtiğimiz baharda şimdiye kadarki en hızlı dönüşümünü yaşadı.

TÜM DÜNYA İÇİN BİR ÖRNEK

Belediye Başkanı Anne Hidalgo, Covid-19 karantinası sırasında Paris trafiğinin azalmasıyla, 30 Nisan’da yayalara ve bisikletlilere daha fazla alan yaratmak için yaklaşık üç buçuk kilometre uzunluğundaki yolu arabalara kapatmaya karar verdi. İşçiler yolu yeniden boyadılar ve dünyaca ünlü Louvre Müzesi’ne ev sahipliği yapan Paris’in merkezindeki bu ana yolu neredeyse bir gecede dönüştürdüler.

Aslında, dönüştürülen sadece Rue de Rivoli değildi. Salgının ilk aylarında, Paris yollarının yaklaşık 160 kilometrelik kısmı yalnızca boya ve işaretleyiciler kullanılarak geçici biçimde bisikletçilere tahsis edildi; bu, kentsel yeniden programlamada bir devrimdi. Daha sonra, bu değişikliklerin kalıcı hale geldiği duyuruldu.

Paris örneği, salgının, kentsel yenilenmenin hızını ne ölçüde artırdığını ve yıllar alabilecek ilerlemeleri aylar, hatta haftalar içine sıkıştırdığını gözler önüne seriyor. Salgın öncesi kentsel sistemlerdeki -yüksek kirlilik seviyeleri gibi- sorunları vurgulamanın ötesinde, kent yöneticilerinin ağır işleyen bürokrasiyi bir kenara bırakmalarına ve insanların ve işletmelerin gereksinimlerine çok daha verimli biçimde yanıt vermelerine olanak sağladı.

DÜNYA DEĞİŞİRKEN KENTLER DE DEĞİŞİYOR

Bu gereksinimler süratle değişiyor. En fazla tartışılan değişikliklerden biri, ev ve iş ayrımıyla ilgili olandı. Kentleşmenin ilk yıllarında, insanlar işe yürüyerek gitmekteydi. Daha sonraları toplu taşıma araçlarına binmeye başladılar. İkinci Dünya Savaşı’ndan ve banliyöleşmenin yükselişinden sonra, insanlar evlerinden dev fabrika alanlarına ve ofis gökdelenlerine arabalarıyla gitmeye başladılar.

Salgın esnasında, uzaktan çalışma birçok sektörde yerleşik bir düzen haline geldi ve birçok şirket, en azından büyük oranda bu şekilde devam etmeyi planlıyor. İş ve ev arasındaki bu yeniden bütünleşme, ofis çalışanlarını gökdelenlere toplayıp istifleyen iş merkezi bölgeleri gibi Sanayi Çağı’nın geriye kalan son belirteçlerinden birini de tehdit ediyor.

Birçok işçinin işyerindeki odalarına dönme ihtimali düşükken, eski ofis gökdelenleri salgından sonra fazlasıyla ihtiyaç duyulan düşük ücretli konutlara dönüştürülebilir. Tek amaçlı iş bölgeleri ise hayat dolu mahalleler haline getirilebilir.

İş dışı faaliyetlerde de bir dönüşüm yaşanıyor. Yemek, eğlence ve spor faaliyetleri, gittikçe daha fazla açık havaya taşınıyor ve eskiden arabalara ayrılmış olan alanları işgal ediyor. Dolayısıyla, tıpkı Paris’teki bisiklet yollarında olduğu gibi, salgın, kalıcı biçimde otomobil çağı sonrası, insan merkezli bir şehir için modeller ortaya çıkarıyor. Paris’teki değişiklikler, aslında -çalışma, öğrenim ve alışveriş dahil olmak üzere- temel günlük faaliyetlerin evden yalnızca kısa bir yürüyüş veya bisiklet yolculuğuyla gerçekleştirilebileceği “15 dakikalık şehir” (fr. ‘ville du quart d’heure’) yaratma planının bir parçası.

Bu yüzden salgın, bazılarının önceden tahmin ettiği üzere, şehirleri işe yaramaz hale getirmek şöyle dursun, ekonomist Joseph Schumpeter’in meşhur sözleriyle kentsel ölçekte bir 'yaratıcı yıkım' olarak adlandırdığı rönesans doğrultusunda daha geniş bir potansiyeli ortaya çıkardı. Kriz, hükümetlere hızlı tempolu bir deneme-yanılma yaklaşımını benimsemekten başka yol bırakmadı. Ortaya çıkan yayalaştırma, uygun fiyatlı konut ve dinamik bölgesel planlamadaki olağanüstü yenilikler, olumlu geri bildirim döngülerinin gücünü vurguluyor.

ÖDENEN BEDEL ADİL BİÇİMDE PAYLAŞILMALI

Bununla birlikte, Schumpeter’in yaklaşımı temelde deneyseldir ve en iyi tasarlanmış deneyler bile kimi zaman başarısızlığa uğrayabilir. Ayrıca, bu başarısızlıkların maliyetleri eşit biçimde ödenmiyor: En az etkiye sahip olan insanlar en çok zarar görme ihtimaliyle karşı karşıyalar. Örneğin, Covid-19 salgını yoksulları ve savunmasızları orantısız biçimde etkiledi.

Bu yeni kentsel yenileşme çağında, liderler, dezavantajlı ve savunmasız gruplara yönelik riskleri en aza indirmek ve maliyetlerin karşılanmasını yeniden düzenlemek için büyük çaba harcamalılar. Bu, her şeyden önce, o insanları dinlemek anlamına geliyor. ABD'deki ‘Black Lives Matter’ (Siyahların Hayatı Değerlidir/ç.n.) hareketi, duyulmayı talep eden dezavantajlı gruplara dair güçlü bir örnek. Dünyanın dört bir yanındaki liderler dikkatli olmalı ve ırksal ve sınıfsal ayrışmalar üzerine kafa yormalı. Kentsel tasarım da işte böyle bir stratejinin merkezinde yer almalı.

Liderler, bu süreci desteklemek ve salgın sonrası kentsel yenileşmede esneklik ve hızın korunmasına yardımcı olmak üzere kent sakinlerinin gereksinimlerini resmi mercilere duyurmalarını sağlamak için katılımcı dijital platformlar oluşturmayı düşünmeli. Bu yaklaşım, git gide artan kirlilik ve soylulaştırma/mutenalaştırma* gibi sorunlu eğilimleri durdurmak da dahil olmak üzere, kentlerde -özellikle de dezavantajlı mahallelerde- yaşam kalitesini artıran politikaları teşvik edebilir. Bizler, ancak hızlı ve kapsayıcı bir yaklaşımla, yüzyılda bir karşımıza çıkan bu fırsatı değerlendirebilir ya da daha doğrusu 'daha iyiyi inşa etmek' doğrultusundaki acil yükümlülüğümüzü yerine getirebiliriz.

Bugün, Rue de Rivoli boyunca yapacağımız bir yürüyüşte, salgın esnasında kent sokaklarında görmeyi beklediğimiz ıssızlık ve donukluğa şahit olmuyoruz. Tarihi bulvar, bundan ziyade, maskeli Parislilerle dolup taşıyor; insanlar bisikletlerle, scooterlarla, elektrikli bisikletlerle ve patenlerle geziyor ya da kafe ve restoranlarda kahve molası veriyorlar. Salgın yüzünden ölen bir cadde şimdi yeniden canlandırıldı. Hassasiyet içeren bir planlama, cesurca girişimler ve şansın yardımıyla, böylesi dönüşümler dünyanın her yerindeki kentler için yeni bir başlangıç olabilir.

*Soylulaştırma/mutenalaştırma (ing. gentrification), bir kentin genellikle merkezi bölgelerinde bulunan eski ve yoksullaşmış alanlarının bölge sakinlerinden arındırılıp yenilenerek zenginlerin kullanımına açılması politikasına verilen isimdir. Bunun birkaç örneği İstanbul’daki Tarlabaşı, Sulukule ve Galata semtlerinde, Ankara’daki Çinçin ve Ulus bölgelerinde uygulanmaktadır. (ç.n.)


Yazının orijinali Project Syndicate sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)