YAZARLAR

Rüzgâra, yağmura, çamura karışana kadar!

Toplumun, bireylerin ciddi kısmı sık sık yüksek tepelerden taammüden hakarete, aşağılamaya, hiddete maruz kalıyor… Fakat aşağıdan bir söz rüzgâra, suya karışmışsa; hemen, anında, derhal, çabuk, tut, vay… Oysa şahsiyet, haysiyet, hassasiyet kimsenin tekelinde değil.

Kibir iktidarının, gitse de kalsa da bırakacağı en kötü tortulardan, en kötülük tortularından biri de, zaten mağdur olan insanlara açılan davalar, edilen hakaretler olacak.

Evladını yitiren annelere, kocasını kaybetmiş kadınlara, evladının tabutunu omuzlamış babalara, yoksulluğunu haykırmak isteyenlere, çalınan hakkını talep edene.

Emine Hanım’ın kocası ve iki oğlu, bir iktidar milletvekilinin korumaları ile yakınları tarafından öldürüleli tam 4 sene oluyor.
Emine Hanım, yaralı kurtulmuş oğluyla birlikte Urfa Adliyesi önünde “Adalet Nöbeti” tutuyor.

Adliye önündeki “Adalet Nöbeti”nden Emine Hanım’a, adalet iki yeni ceza daha çıkarıvermiş.
İsim telaffuz etmeden ağzından çıkan “Soysuzlar çocuklarımı öldürdü” sözü yüzünden, İçişleri Bakanı’na 5 bin 300 TL, AKP Milletvekiline de 1740 TL.
Fakat hükmün açıklanması geri bırakılmış neyse ki.
Yani “hakaret ettiği iddia edilenler”e bu para ödenmeyecek.
Diyebilirler ki, zaten para değer kaybediyor, bu ne ki!

Fakat yetmemiş, bitmemiş.
Ne zaman nerede ne dediği tam bilinmese de, yine “hakaret” davası açılmış. İddianame Ceza Kanunu 126’ncı maddeden, kimi haklardan mahrum etmek üzere ve kabul edilmiş elbette.

126 el yordamıyla diyor ki, “Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır.”

Bu şu demek:
Ben bir şey söylüyorum. Birisi hemen üzerine alınıyor. Çünkü o şahsın kendisi olduğunu biliyor.
Hatta ben aslında bir başkasını düşünerek söylemiş olsam bile, o yine şahsen şahsına yakıştırıyor.
Misal ben sözü rüzgâra doğru söylüyorum; rüzgâr o sözü onun yüzüne yapıştırıyor. Yani karine o.
Misal sözü yağmura bırakıyorum, o söz çamurda onu buluyor.


Şimdi bunu sadece böyle vakalar için düşünmeyin.
Yani kocası ve iki çocuğu öldürülmüş bir kadını “hakaret suçu”ndan mahkûm eden “karine” en yetkili makamlardan halkın bir kesimine, binlerce kadına, kendisinin aç olduğunu haykırana söylendiğinde de geçerli aslında.
Fakat rüzgâr öyle esmiyor, su böyle akmıyor tabii!

Zaten iktidarın kibir ve hiddet tortusunun en önemli özelliği o.
Toplumun, bireylerin ciddi kısmı sık sık yüksek tepelerden taammüden hakarete, aşağılamaya, hiddete maruz kalıyor…
Fakat aşağıdan bir söz rüzgâra, suya karışmışsa; hemen, anında, derhal, çabuk, tut, vay…

Böyle böyle Emine Hanım’a 16 soruşturma, 5 dava yetişmiş.
Berkin Elvan’ın annesi de meydanlarda yuhalatılmıştı…
Bir şehit babası “karakteri bozuk” olmuştu…
Şehit Anaları Derneği Başkanı, bir oğlunu kaybetmiş Pakize Hanım’a da 4 yıl istemiyle dava açılmış, çağrıldığı mahkemede şikâyetten vazgeçilmişti.
Anne olmayan, istememiş ya da olamamış kadınlara “yarım” dendiğini de duydu “çürük sürtükler ile sürtük çürükler.”

Oysa şahsiyet, haysiyet, hassasiyet kimsenin tekelinde değil.
Her insanın, her kadının, her ana babanın, her gencin, her çocuğun, her kesimden herkesin hakkı.

O yüzden, Sayın Sayın…
Bu “hakaret, hiddet, nefret tortusu” baki kalacak.
Hepsi ve her biri unutulana, rüzgâra, yağmura, çamura karışana kadar!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.