Ruhunda savaş dolaşan meyveler: Elma ve incir

Meyveler tek başlarına savaş çıkarmaz belki ama savaş anlatılarına sıkça konu olmuşlardır. Aphrodite'in birinci seçildiği yarışmadaki elmadan, Pers Kralı Kserkses'in her öğle yediği incire kadar...

Google Haberlere Abone ol

Ahmet Uhri*

Savaş, elma ve incir... Sanki birbirinden farklı bu olgu ve meyveler bir araya gelemezmiş gibi görünüyor. Oysa postmodern çağda her şey her şeyle ilintilidir. Ve esas olan bu ilişkiler ağını görebilmektir. Konu savaş olunca, iki meyve öne çıkar mitolojik ve tarihi anlatılar içinde. Bunlardan biri elmaysa diğeri de incirdir. Gelin şimdi bu iki meyvenin hikâyesine bakalım.

HERA'NIN ELMALARINI KORUYAMAYAN 100 KOLLU DEV

Yunan mitolojisindeki bir anlatıya göre, baştanrı Zeus ile karısı Hera’nın evlilik törenleri sırasında Gaia, Hera’ya altın elmalar armağan eder. Bu elmaları çok beğenen ve yetiştirilmelerini isteyen Hera, bunları Atlas Dağı yamacındaki bahçesine diktirir. Ne var ki elmaların talibi çoktur ve Atlas’ın kızları, aynen çocuklukta bir kısmımızın komşu bahçeden elma ya da erik aşırması gibi bu elmaları aşırmaya başlarlar. Bu elmalara çok değer veren Hera ise bahçeyi korumak üzere yüz kollu bir devi görevlendirir. Bununla da kalmaz üç orman ve kır perisi nymphayı da elma koruma işiyle görevlendirir. 'Akşamın üç nymphası' denilen bu kızların adları, Aigle (parlak), Erythie (kırmızı) ve Hesperarethousa’dır (grub vaktinin arethousası). Ancak ünlü kahraman Herakles (Herkül), devi uyutup atlatarak bu elmalardan çalar. Bu olaya çok üzülen kızlar ise tanrıça tarafından kavak, söğüt ve karaağaca dönüştürülürken, yüz kollu dev, yılan burcu olarak gökyüzüne yerleştirilir. Ancak şimdi konuyu fazla dağıtmadan bir evlilik ve sonra da bir güzellik yarışmasıyla bağlantılı söylenceler üzerinden sözü savaşa getirelim.

SAVAŞ ÇIKARAN ELMA

Hesperides bahçesinin altın elmalarından biri Yunan mitolojisinde yine bir söylenceye konu olur. Peleus ile Thetis’in evlilik törenleriyle ilgilidir bu söylence. Törene çağrılmadığı için kızan kavga ve nifak tanrıçası Eris, şölenin ortasında, yine Hesperides bahçesinden alınmış bir altın elmayı üzerine “En Güzel Olana…” yazarak masanın ortasına atar. Elmayı gören üç tanrıça hemen ortaya çıkarak bu armağanın kendilerine gönderildiğini iddia eder. Bu tanrıçalar Hera, Athena ve Aphrodite’dir. Ancak bu üç tanrıça arasındaki çekişme şiddetlenip araya başta, baştanrı Zeus olmak üzere diğer tanrılar girmek istemeyince, üç tanrıçanın hangisinin en güzel olduğu konusundaki hakemlik görevi, bugün Kazdağı olarak adlandırılan İda Dağı’nda yaşayan yakışıklı Paris’e düşer. Paris, tanrıçalar tarafından kendisine önerilen rüşvetleri de göz önünde bulundurarak Aphrodite’i 'en güzel' ilan edip, elmayı ona verir ve dünyanın ilk güzellik yarışması da bu şekilde sonuçlanmış olur. Peki, tanrıçaların önerdikleri rüşvetler nelerdi? Bir de ona bakalım. Hera, Asya İmparatorluğu’nu; Athena, bilgelik ve tüm savaşlarda zaferi; Aphrodite ise dünyanın en güzel kadınının aşkını vaat etmiştir. Aşkı tercih eden Paris, Sparta kralı Menelaos’un karısı Helena’nın aşkını kazanır. Ancak bir savaşı da başlatır. Babası Priamos’u ve ülkesi Troia’yı tehlikeye atar. Sonuç olarak o ünlü Troia savaşı bir elma yüzünden çıkar. Elbette bu savaşın altında da diğer bütün savaşlarda olduğu gibi politik ve iktisadi nedenler yatmaktadır. Ancak mitoloji konuyu böyle bağlar, Homeros’tan başlayarak bütün antik kaynaklar da söylenceyi bu şekilde anlatır.

İNCİRDEKİ 'DİŞİLİK'

Gelelim incire ve onun savaşlarla ya da iki ayrı dünyanın birbiriyle karşılaşmasındaki rolüne… 'Tarihin babası' Herodotos’a bakacak olursak, kitabının değişik pasajlarında incire birçok kez yer verdiğini ve Anadolu’da incir kültürünün insanlık kültürü kadar eski olduğu konusuna sıklıkla değindiğini görmek olasıdır. Herodotos’a göre incir, besleyiciliğinin yanı sıra Eski Mısır ve Yunan’da dişil nitelikleriyle verimlilik sembolü olarak da görülür. Zira içinde binlerce tohum barındırması, onun kadın cinsel organıyla ilişkilendirilmesine neden olur.

İncirle ilgili bir söylenceye göre; genellikle incir yapraklarıyla beraber betimlenen tanrı Dionyssos, çılgınca sevdiği peri kızı Syka’yı incir ağacına çevirmiştir. Ve incirin Yunancası da zaten 'syka' ya da 'sykon’dur. Bu sözcük Yunan argosunda kadın cinsel organını temsil eder. Sonrasında bu anlam Ortaçağ Avrupa dillerinde de yaygınlaşır. Hatta Türkiye’de bir hakaret olarak kullanılan malum el işaretinin incir işareti adıyla bir koruyucu simge olarak batı kültürlerinde kabul edildiği ve dişil nitelikleri simgelediği de söylenebilir.

Eski Yunan’da cinsel yaşam üzerine bir araştırma yapan Hans Licht; “Bir kadının üreme organını göstermesi, büyüyü bozardı ve bu nedenle de onun imajı ya da sembolü bir tılsım olarak taşınırdı. Organların teşhiri özellikle doluya, kötü havaya, denizdeki fırtınalara karşı etkiliydi… Tılsımlar da gerçek dişi organı göstermek yerine, bu sembolle ve genelde incir şekliyle ifade edilirdi…” diyerek bu işarete gönderme yapmaktadır. Bütün bu olgulara ek olarak aynı işaret Eski Yunan’da Sykophantes olarak adlandırılmış olup syko/sykon/incir + phainein/göstermek, yani inciri/vajinayı göstermek gibi bir anlama sahiptir. Bu jest, Eski Yunan’da en çok politikacılar tarafından kullanılırdı. Bir politikacı kendini hasımlarından gelecek kötülüklerden korumak veya hasımlarıyla alay etmek için bu işareti yaparken, aynı zamanda da taraftarlarına 'çevremde toplanın' demiş olurdu. Kısacası politik olarak seçmenleri el işaretleriyle konsolide etmenin kökeni oldukça eski. Hitler’den, Churchill’e oradan Mussolini’ye dek dünyadaki hemen bütün liderlerin veya partilerin bir simge olarak kullandıkları bütün el işaretlerinin kökeni aslında gelip incir işaretine dayanır.

Sonunda söz döndü dolaştı şu malum el işaretine geldi. Evet, Türkiye’de bu bir hakaret ve aşağılama olarak kullanılırken, diğer kültürlerde daha farklı bir nitelik göze çarpar ve bunun nedenleri yine incir ile ilgili görünmektedir. Geçmişinde en az zeytin ve üzüm kadar güçlü bir kültürel birikim yatan incirin cinsellikle, daha doğrusu insan aklının imgelem yeteneği ile olan ilişkisi daha bitmedi. Şimdi gelelim Türkçedeki incir sözcüğünün kökenine. Etimoloji sözlüklerinde incir sözcüğünün Farsça encir/encire sözcüğünden dilimize girdiği ve gerçek anlamının 'delik', 'oyuk', 'kıç' ya da 'makat' olduğu saptaması yapılmaktadır. “Encirden” sözcüğü ise delik açmak anlamını içerdiğinden ve bunun Anadolu’nun bazı yörelerinde utandırıcı nitelik taşıması nedeniyle “yemiş” sözcüğünün tercih edildiği belirtilir. Oysa bu sözcük de bir diğer anlam çerçevesinde hiç de masum değil.

HER ÖĞLE YEMEĞİNDE İNCİR YİYEN KRAL

Bu açıklama neden incirin ve malum işaretin Anadolu’da hakaret ya da aşağılama anlamına geldiğini ve tarih boyunca farklı yönde gelişen diğer anlamından ayrıldığının biraz olsun anlaşılmasını sağlayabilir. Bir diğer deyişle insanoğlunun meyveleri simgeleştirme ve çağrışımla benzetme yeteneği burada farklı yönde işlemiştir. Bazı kültürler inciri kadın cinsel organıyla benzeştirirken, bazıları biçiminden yola çıkarak kıç ya da makatla özdeşleştirmişler ve bu iki farklı gelişim yönü yaratmıştır. Peki, bu ne zaman olmuştur? Bu sorunun yanıtını açıkçası bilmiyorum. Ancak akıl yürütme ile bazı çıkarsamalar yapılabileceğini düşünüyorum. Bence bu ayrım Doğu-Batı karşıtlığı ve farklı iki kültürün gerçek anlamda ilk karşılaşması olan Perslerin Anadolu’ya girişine kadar geriye götürülebilir.

M.Ö. 545 yılında Perslerle büyük bir savaş yapacak ve yenilecek olan Lidya kralı Kroisos’u bu savaştan vazgeçirmeye çalışan yandaşları, Herodotos’un belirttiğine göre, Persleri “Şarap yerine su içen ve incirleri bile olmayan insanlar” olarak tanımlamışlardır. Peki, Pers Kralı Kserkses ne yapıyormuş bu arada? Plutarkhos’un aktardığı bir söylenceye göre Attika’yı ele geçirememesi nedeniyle incir ithal etmek zorunda kalıyor ve bu öfkeyle Attika’yı işgal etmeyi kendisine her zaman anımsatması için öğlen yemeklerinde önüne incir koyduruyormuş. Bir kültür için cinsellikten, ahlaksal yol göstericiliğe kadar değişik önemleri olan ve Platon gibi bir felsefeciye yakıştırılan philósykos (incir seven/incir dostu) niteliğinden de anlaşılabileceği gibi kültürlerinin bir parçası olan incir; diğer kültürde kalitelisine ulaşılamaması ve parayla ithal edilmesi nedeniyle neredeyse bir kızgınlık, nefret ve arzu nesnesi. Dolayısıyla Troia savaşından sonra Doğu ile Batı’nın belki de ilk karşılaşması sayılabilecek Lidya-Pers mücadelesi incir yüzünden çıkmasa da incire her iki kültürün yüklediği anlam kültürel olarak derin bir farklılığı ifade etmekte.

Konu savaş olunca ilk aklıma gelen bu iki meyve oldu. Ama unutmadan da eklemek gerek: Belki karamsarlık olarak alınabilir ama ne demiş yazar; barış, savaşlar arasında verilen molalardır. Umarım molalar hep uzun olur…

Doç. Dr. / Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü