Roboski ve devlet refleksi

Siyaset için devlet, iktidar olunca işbirliği yapılacak yapıdır. Muhalefette çok ağır eleştiriler yöneltse de iktidar olunca devletin kurallarına uyan, onunla anlaşan bir siyaset vardır Türkiye'de.

Google Haberlere Abone ol

Sedat Bozkurt*

Türkiye gibi gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerde devlet kavramını politik amaçlarınıza uygun hale çok rahat getirirsiniz. Kutsayarak sahip çıkar ve bunu kurumsal olarak partinizin politik görüşü olarak sunabilirsiniz. Ya da “hükümet olabilirsiniz ama iktidar olamazsınız” diyerek devleti, çalışmanıza engel bir yapı olarak gösterebilirsiniz. Hatta içine biraz daha ideoloji katarak, tarihsel bir bağ da kurarak “Türkler tarihleri boyunca devletsiz yapamamışlardır” diyerek son Türk devletinin bekasını politik olarak pazarlayarak sonuç alabilirsiniz. Burada yok olan 16 devletin akıbetini sorgulamak yerine, sayıların çokluğundan başarı çıkarmak da çok mantıklıdır. Sağ siyasette bunun müşterisi çoktur çünkü. Muhafazakâr sağ siyasette, devleti eleştirmenin daha konforlu olduğunu da gördük. Ama muhalefet edilen devleti, yönetileni değil. Çünkü burada “vesayetçi” denilerek eleştirilen devlet ve kurumlarının mutlak sahibi olununca, eleştiri yerini eleştirilemez bir kutsallığa bırakıyor.

Devlet, o kitaplardaki tarifiyle mealen, “bir coğrafya üzerinde örgütlenmiş insan topluluğu”. Tarifteki gibi özne insan. Çünkü devlet soyut kavramdır, içindeki insan niteliğine, düşünce yapısına göre somutlaşır. Yazılı metinler de devletin yönetimindeki düşünce yapısına göre yorumlanır, kararlar öyle şekillenir. İnsanı oradan çıkardığınız zaman, kutsayacağınız devletin sadece bina ve tabelalardan oluştuğunu görüp şaşırabilirsiniz. Buna somut örnek Anayasa Mahkemesi'dir. 30 yıl önce türban, irticai faaliyet gibi konulardaki kararlar 9’a 2 olumsuz çıkardı. 2 üye muhafazakâr görüşe sahipti çünkü. Şimdi aynı kararların oybirliği ile olumlu çıkacağını biliyoruz. Anayasa değişmedi, devlet de değişmedi. Demek ki üyeler değişince devleti var eden kurumlardan birisinin kararları, yönetimi değişebiliyormuş. Bu da devletin değişebileceğini, kutsal olmadığını, niteliklerine göre yıkılabileceğini de gösterebilir.

Siyaset için devlet, iktidar olunca işbirliği yapılacak bir yapıdır. Bu nedenle muhalefette çok ağır eleştiriler yöneltse de iktidar olunca devletin kurallarına mutlak uyan, onunla anlaşan bir siyaset vardır Türkiye’de. Özellikle “devlet güvenliği-terörle mücadele” başlıkları altında siyaset hemen devletin kontrolüne geçer. Başlarda AKP’nin “uyumlu” bir görüntüyle AB üyelik sürecinde götürdüğü devletle mücadelesinin temelinde, devletin niteliğini değiştirmekten ziyade, kendi kontrolünde olması ve yaptıklarına devam etmesi niyeti bulunduğunun da görüldüğünü hatırlatalım. Aynı tespiti iktidarın tercihiyle ve ona hizmet edeceği kesin kabulüyle devletin bütün kilit noktalarına yerleştirilen cemaat mensupları için de yapabiliriz. Devletin direksiyonuna geçselerdi neler yapabileceklerini, küçük fragmanlar şeklinde, iktidar ve kendi amaçları için yaptıkları operasyonlar zamanında izlemiştik. Burada, omurgası din olan yapıya karşı siyasetin galip çıktığı kavganın da “daha temiz bir devlet” kurmak için olmadığı da açık.

Geçtiğimiz günlerde Hakkâri Şemdinli’de Umut Kitabevine yapılan bombalı saldırıda suçüstü yakalanan sanık astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile itirafçı Veysel Ateş’in yeniden yargılandığı davada karar çıktı. Daha önce iki kez çarptırıldıkları 39 yıl 5 ay 10 günlük hapis cezası bozulan sanıklar, Van 1. Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılamada beraat ettiler. Bu örneği yakın zamanda yaşandığı için verdim. Meseleyi somut bir biçimde ete kemiğe büründürmek için. Bizim mesleğimizin deniz feneri Uğur Mumcu katledildiği zaman dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, “tuğlayı çekersek duvar yıkılır” demişti, bu cinayetin faili meçhul kalması gerektiğini ima ederek. Öyle de oldu. Susurluk’ta devlet kurumlarının yöneticilerinin itirafları üzerine o duvarda ne kadar çok “tuğla” olduğunu görmüştük. O tuğlalar yerinde kaldı, tuğlaları yerleştirenler kısmi olarak yargılandı. Ve o duvarlar bugün sapasağlam yerinde duruyor.

Bu karamsar tabloyu daha olumsuz bir hale getirmek, onlarca yaşanmış örnekle mümkün. Ben biraz daha farklı bir meseleyi gündeme taşıyacağım: 4 gün önce 10’uncu yılı arkada kalan Roboski. 28 Aralık 2011’de Roboski’de 17’si 18 yaşından küçük 38 kişi katırlarla Türkiye sınırını geçerken önce uyarı ateşiyle (5 aydınlatma 7 tahrip mermisi) uyarıldılar, ardından 21:39 ile 22:24 saatleri arasında savaş uçaklarıyla bombalandılar. Bu bombalamaya karar verme sürecinin perde arkasını gazeteci arkadaşımız Kemal Göktaş elde ederek haberleştirdi. Sahadaki komutanların bunların kaçakçı olabileceğine ilişkin uyarılarının çok sert ve kesin bir dille reddedildiği ve İHA komutanlarının değerlendirmesinin de kaçakçı oldukları yönünde olduğu halde bombardımanın Ankara’nın emriyle yapıldığı bilgisi var haberde. Dönemin Genelkurmay İstihbarat Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in operasyon emrini almak için dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Hulusi Akar’ın makamına gittiği; Akar’ın da durumu MGK toplantısında bulunan dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e telefonla ilettiği ve Özel’in toplantının ardından haritayı inceleyip bombardıman emrini verdiği de yine aynı haberde mevcut. Burada yaşananlar bir sıkıntının işareti.

Burada hükümetin, karar alma sürecinde hiç katkısı yok. Nitekim, olayın ilk şokunu atlattıktan sonra dönemin Başbakanı Erdoğan, çözüm sürecinin de yarattığı iklimle kendisini ziyarete gelen Roboski ailelerine “Operasyon talimatını ben vermedim. Yaşananlardan üzüntü duyuyorum” dedi. Burada samimiydi, bu, kurmaya çalıştığı siyasete de zarar veriyordu. Ardından TBMM’de Roboski için bir araştırma komisyonu da kuruldu. Sonuçta, askerin kendi içinde yaptığı araştırma da “kaçınılmaz hata” tespitiyle kapatıldı, meclis komisyonuna da bu gerekçe yeterli oldu.

Roboski’de bunlar yaşanırken MGK toplantısı sürüyordu. Necdet Özel de talimatı MGK toplantısı sırasında vermişti. Peki o MGK toplantısında çok önemli bir gündem maddesinin masada olduğu tüm bu kurguyu yapanlar tarafından biliniyor muydu? Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanları ürküten mesele de buydu. MGK’nın asli olmayan üyeleri toplantı salonundan çıkarıldı, MİT Müsteşarı Hakan Fidan çok önemli bir sunum yapacaktı. Fidan, PKK’nın yönetim kadrosunda yer alan 30’a yakın ismin yanında elemanlarının bulunduğunu ve talimat verilmesi durumunda bu isimlerin tamamının etkisiz hale getirilebileceğini bilgi olarak üyelere sundu. Bu, ciddi bir konuydu ve üzerinde düşünülmesi gerekiyordu. PKK’yı ciddi bir sıkıntıya sokacak, bölünmesine neden olacak bir operasyon için MİT, siyasi iradeden talimat bekliyordu. Roboski nedeniyle bu operasyon gerçekleşemedi. Bu bilgiler Ankara kulislerinde o zaman çok dillendirildi.

Ama Roboski sonrasında yaşananları da hatırlamak lazım. Çünkü olay bir süreç halini alıyor. 7 Şubat 2012 tarihinde MİT Müsteşarı ifadeye çağrıldı. Nedeni PKK içindeki MİT’in bilgi toplama elemanlarının bazı eylemlere katılmış olmasıydı. Tam da Başbakan Erdoğan’ın ameliyat olacağı güne denk getirilen bu operasyonu Erdoğan, ameliyatını erteleyerek ve Hakan Fidan’a “gitme” diyerek bozdu. Burada sadece Fidan kurtulmuş oldu. Oysa toplanan ve dosyaya konulan ifade ve belgelerle MİT’in elemanları ifşa olmuştu. Dönemin Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, KCK operasyonları kapsamında pek çok MİT elemanının ifşa olduğunu doğrularken, bu elemanların güven tesis edebilmeleri için eylemlere katılmış olabileceklerini de açıklamıştı. MİT operasyonunu yapan savcıların cemaat bağlantısı vardı. Bu, hükümet açısından şaşırtıcı olmadı. Çünkü uzun süredir cemaatin MİT’e, iktidarın onayı olmaksızın sızma niyeti vardı. Ama mesele bundan büyüktü. MGK toplantısında masaya gelecek bilgi nasıl sızmıştı ve karşı bir operasyon haline dönüşmüştü? O dönem çok dillendirilen Roboski’deki istihbarat bilgisi gerçekten ABD kaynaklı mıydı? MİT’in elindeki bilgi oraya nasıl gitmişti ve ABD PKK’ya böylesine ağır bir operasyon istemiyor muydu? Sorular hem zor hem de çok.

Bu arada PKK da boş durmamış ve elindeki bilgilere ve yaptığı değerlendirmelere göre MİT ile bağlantısı olan veya olma olasılığı bulunan onlarca elemanını, bazı kaynaklarda yer alan haberlere göre infaz etmişti. Belki bir kısmını hâlâ tutuyordur. Alacakaranlık kuşağı senaryosu gibi olsa da bunlar edinilen bilgilere göre yaşanmış. Buradaki mesele de o dönemin hükümetinin bunları paylaşmak yerine kendilerinden öncekiler gibi bir devlet refleksiyle saklamalarıdır. Nedenini yukarıda devlet-siyaset denkleminde anlattık…

*Gazeteci