Reyting neden hala tek kriter?
Televizyonu çok ciddiye alıp, önemli bir eğlence aracı olarak görüp, eğlencenin de çok ciddi bir iş olduğunu düşünüyorum. Bu işler bizim kültürel beğeni ortamımızı şekillendirmemize aracı oluyor. Hala en çok izleyicisi olan mecra Türkiye’de televizyon. Televizyon, izleyicisini tanımak, anlamak zorunda. Bunun tek yolu reytingler değil. Reyting sisteminin tanımladığı SES kriterleri ile izleyiciyi tanımlamak doğru da değil.
Yeni sezonun ilk reyting sonuçları gelmeye başladı. Cuma akşamlarının iki rakibi, aynı zamanda haftanın reytingi için de yarışan Kızılcık Şerbeti ve Yalı Çapkını ekrana döndü. Yalı Çapkını üç reyting grubunda da birinci oldu. Üç reyting grubu demişken geçtiğimiz hafta başladığım reyting tartışmasına bu hafta da devam ediyorum.
İzleyici ölçümlerini üstlenen Kantar Medya, 2012 yılında TİAK’ın açtığı ihaleyi kazandıktan sonra araştırmanın evren değerlerinde SES (sosyo-ekonomik statü) gruplarının ağırlıklarını değiştirdi. Bu değişiklik sektörde epey tartışma yaratmıştı. AB izleyicisinin oranı evrende azalınca panelin sonucuna da yansıdı. İzleyicisi ağırlıklı olarak AB grubu olan televizyon kanalları ve yapımlar reyting ölçümlerinde izleyici kaybetti. Bir önceki yazıda da verdiğim örneği yinelemek isterim. Yaklaşık 10 yıl önce, izleyicisi ağırlıklı olarak AB grubundan oluşan, henüz Demirören’e satışı yapılmamışken Kanal D televizyonu, yukarıda bahsettiğim sebepten reyting kaybetmeye başlamıştı. Bu durumla baş edebilmek, herkesi kucaklayan bir diziyi ekrana getirmek (bence bir de siyasi iktidarla arayı iyi tutmak için) Fatih dizisini ekrana getirdi. O dönemde kutuplaşmaya başlayan izleyicinin bir kutbu bu diziye tepki gösterdi. Bu tepki dizinin kendisine değil Kanal D’ye yönelikti. İzleyicinin bir kutbu Fatih’in hikayesini anlatmak için Kanal D’yi ve Doğan Grubu’nu doğru adres olarak görmüyordu. Ayrıca Fatih dizisi kanalın izleyicisine hitap etmiyordu, ‘total’ izleyici grubuna yönelik bir diziydi. Ama o izleyiciyi kanala çekemediler ve sonuçta dizi birkaç bölümde yayından kaldırıldı, Kanal D için işler o günden sonra hızlanarak tepetaklak oldu. Burada sormamız gereken sorulardan biri şu: AB izleyicisi yani harcama potansiyeli daha yüksek olan izleyici bu kanalı izliyor, ancak reyting sonuçlarında bu gözükmüyor. Reklam verenler de sonuca bakıyor, böylece kanalın reklam geliri azalıyor. Ama harcama potansiyeli yüksek izleyici hala oradayken reytingler nasıl oluyor da tek kriter oluyor?
Bu tartışma bir yandan da Türkiye’nin demografik yapısına bakıldığında AB olarak tanımlanan eğitimli, orta ve üst gelirli grubun toplam nüfus içindeki oranının daha az olduğu ve paneldeki temsiliyetinin de daha az olmasının normal olduğu söylemini de beraberinde getirdi. Ve bu değişim kabul edilmiş, bir nevi içselleştirilmiş oldu. Elbette burada esas konunun beğeni ortamının değişmesi olduğu açıktı. Bu hamleleri siyasi açıdan okuyacak olursak diyebiliriz ki ‘kültürel hegemonyayı ele geçirme’ arzusunun bir sonucu olarak yeni bir beğeni ortamı oluşturuldu. Evren değerlerinin değiştirildiği sırada iktidar, medyanın büyük bölümüne sahipti. Ancak kalanları da ekonomik olarak zorlayan bu sistem devreye sokuldu. Elbette bu söylemler hep spekülasyon içeriyor. Hele de bugünün ekonomik koşullarda ‘yeni orta sınıf’ söyleminin bile kaybolduğunu düşünürsek iki kutuplu bir izleyici evreninden bahsediyoruz. Ve bu evrenin bir ucunda artık dijital ekranlar var. Dijital ekran karşısındaki izleyici sadece platformlarda olan içerikleri takip etmiyor. Televizyon içeriklerini de kendi istediği zamanda izliyor, 2.5 saati aşan dizileri belki hızlandırarak belki durdurarak izliyor. Ancak dijital ekrandaki bu izlemeler ayrıca ölçülse de televizyonda reytingi düşük bir dizinin ölçümüne dahil edilmiyor. Dijitalde çok izlenen ancak televizyon reytingi düşük bir dizi veya program yayından kaldırılıyor. Bu durumda dijitaldeki izleyici de takip ettiği içeriği kaybediyor. Peki bunun çözümü yok mu?
İlk çözüm elbette daha şeffaf bir izleyici ölçüm sistemi olmalı. Birkaç yıl önce reyting sonuçlarını sadece müşterilerine özel paylaşma kararı alan TİAK öncelikle bu kararını geri almalı. Akademik çalışmalar için dahi reytinglerin paylaşılmamasının bana göre hiçbir mantıklı açıklaması yok. Türkiye’de izleyici, sosyal medya kullanıcısı reytinglere çok meraklı olabilir, ama bunun sebebinin izleyicinin takip ettiği bir içeriğin reyting düşüklüğü açıklamasıyla birden ekranlardan kaldırılması olduğunu unutmayalım. Reytinglere bağlı bir televizyon dünyamız varsa bu sistem şeffaflaşmalı. Kantar Medya evren değerlerini, demografik temsiliyeti paylaşabilir. Daha önce her yıl “peoplemeter” cihazı olan evlerin yüzde 20’si değişirdi, böylece her 5 yılda bir yeni bir panel ortaya çıkardı. Bunun neden artık uygulanmadığını da bilmek isterim. Ancak asıl can alıcı konu dijital ekranlardaki izleme takibinin neden televizyon reytingi ile birleştirip reklamverene -hala- sunulamadığıdır.
Sosyal medyada televizyon içeriğiyle ilgili konuşulanların da takip edildiğini hatta Somera’nın yaptığı gibi televizyon izleyici ölçümüne benzer bir şekilde reyting kriteri oluşturup veri paylaşıldığını biliyoruz. Somera’dan farklı şirketler de benzer şekilde sosyal medya reytingi ölçüyor. Biz de Summarify ile birlikte televizyonun dakikalık reytingi ile programın yayınlandığı sırada atılan tweet’lerden dakikalık karşılaştırma yapabiliyoruz. Televizyonda reytingi yüksek işlerin sosyal medya reytingi de genellikle yüksek oluyor -burada TRT ve bazı ATV dizilerini hariç tutayım. Ancak televizyon reytingi düşük sosyal medya reytingi yüksek pek çok içerikle de karşılaşıyoruz. Böyle bir durumda kanalın yeni bir strateji ile reklamvereni ikna etmesi gerekir ama televizyonun buna sabrı yok. Bu sebeple kocaman setler dağılıp, yenisi kurulana kadar set çalışanları işsiz kalıyorlar. Bu sebeple biz risk almayan, güvenli alanda ilerleyen ve hep birbirine benzeyen hikayeler izlemek zorunda kalıyoruz.
Bu yazıyı okurken bu ticari alanın içinde talep ettiğim şeffaflığı gereksiz bulanlar olacaktır. Televizyonu çok ciddiye alıp, önemli bir eğlence aracı olarak görüp, eğlencenin de çok ciddi bir iş olduğunu düşünüyorum. Bu işler bizim kültürel beğeni ortamımızı şekillendirmemize aracı oluyor. Ve son 10 yılın dizilerine baktığımızda örneğin; Payitaht Abdülhamid’i sadece bir dizi olarak görmeyip, iktidarın yeniden üretilmesinin bir aracı olarak değerlendiriyorsak izleyici ölçümlerinin sonucunda ortaya çıkan veya yayından kaldırılan dizilerin etrafındaki ekosistemin de şeffaf olmasını talep ediyorum. Televizyon izleyicisinin sayısı düşse de hala en çok izleyicisi olan mecra Türkiye’de televizyon. Televizyon, izleyicisini tanımak, anlamak zorunda. Bunun tek yolu reytingler değil. Reyting sisteminin tanımladığı SES kriterleri ile izleyiciyi tanımlamak doğru da değil.
Aylin Dağsalgüler Kimdir?
Lisans eğitimini Celal Bayar Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. City University of London’da Uluslararası İletişim alanında yüksek lisans yaptı. İstanbul Üniversitesi’nde Radyo-Televizyon-Sinema alanında doktora derecesini aldı. 2005 yılından itibaren İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Medya Bölümü’nde çalışıyor. Medyanın ekonomi politiği, ağ toplumu, televizyon kültürü ve izleyici çalışmaları alanında dersler ile medya için proje üretimi dersi veriyor, bu alanlarda akademik çalışmalar yürütüyor. Avrupa Birliği, İstanbul Kalkınma Ajansı ve Poynter Institute destekli projelerde yönetici olarak çalıştı. 2015-2022 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Dekan Yardımcısı olarak görev yaptı. Akademik çalışmalarına ek olarak RGB YouTube kanalında Diziwiz ismiyle dizilerle ilgili 45 bölümlük bir sohbet programını öğrencileriyle birlikte hazırlayıp sundu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Toplum Ruh Sağlığı Bilim Kurulu üyesidir.
Kızılcık Şerbeti’nin yasak hazzı 24 Kasım 2024
Aradığınız iyi hissettiren diziye zor ulaşılıyor 17 Kasım 2024
Kültürel hegemonya ele geçirilince televizyonu kim izler? 03 Kasım 2024
Kendi seçmenini ekranda görmek istemeyen siyaset 27 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI