YAZARLAR

Reistokrasi: Hukukun faile uydurulması mı?

Erdoğan iktidarda olduğundan mı özgürlükler azalıyor; özgürlüklerimize verdiğimiz önem ve itibar azaldığı için mi Erdoğan iktidarda? Reis mi reistokrasiden çıkıyor, reistokrasi mi Reis’ten?.. Bu çerçevede, reistokrasiyi, Erdoğan’ın lakabına nazireyle türetilmiş kaba bir kelime oyunu, bir latife değil; tüm dünyada artan neo-otoriterizmin Türkiye varyantı, çeşitlemesi olarak kullanmaya çalıştım.

OTORİTER POPÜLİZM: CEZASIZLIK, KİŞİ KÜLTÜ, KAYIRMACILIK 

Erdoğan’ın reistokrasisi “rekabetçi otoriterizm”, “otoriter popülizm” ya da başka kavramlarla okunabilir mi -neden olmasın. Ben bu okumaların yanlış değilse de eksik kalacaklarını, Erdoğan’ın otoriterleşmesinin otoriteyi ele alması, onu temellük etmesiyle değil, aksine onu elinden düşürmesi, yitire yazmasıyla alakalı bir otoriterizm olduğunu düşünüyorum; süreci reistorasi olarak okumaya çalışmam da bu nedenledir.

Otoriter popülizm elbette ki yeni bir kavram değil. Bu kavram 1980’li yıllarda Britanya’daki politik ve ekonomik krize bir sağ çözüm getiren Margaret Thatcher’ın izlediği siyaseti açıklamak amacıyla Stuart Hall tarafından geliştirilmiştir. Buna göre otoriter popülizm, paradoksal bir biçimde –Gramsci’den ödünçle- popülist hoşnutsuzluğun “transformizmine” yerleşik olan, demokratik sınıf siyasetinin otoriter ve hükmedici bir biçimine yönelik bir hareket olarak nitelendirilir. Hall’un da belirttiği üzere otoriter popülizmin temel özellikleri arasında “güçlü ve müdahaleci bir devlet, kanun ve nizam toplumuna doğru bir yön değişikliği, halk ile iktidar bloğu arasında popülist birlik, kesimsel çıkarlar karşısında milliyetçiliğin benimsenişi ve elit karşıtı bir hareket yer almaktadır.[1] Bu doğrultuda otoriter popülizm, bir taraftan demokratik sınıf yönetimi görünümünü korurken öte yandan yönetim tarzını daha baskıcı bir yöne kaydırmak için “aşağıdan” olacak şekilde, otoriter niteliklerle popülist mobilizasyonu birbirine bağlamanın bir aracıdır. İktidar bloğunun üyelerince organize edilmiş olsa bile popülist ideoloji, “halka” karşı konumlandırılan “elitleri” hedef alır ve onu inşa eder. Bununla birlikte günümüz otoriter popülizmini anlamlandırabilmek bakımından ERP (Emancipatory Rural Politics) inisiyatifinin tanımını da baz alabiliriz:

Otoriter popülizm, politikayı, “halk” ile “kötü niyetli ve adaletsiz bir şekilde avantajlı konumuna yükselmiş öteki” arasında hem yurt içinde hem de yurt dışında sürdürülen bir mücadele olarak betimler. “Öteki” olana atfedilen gerçek ya da hayalî çürümüşlüğün akabinde “halkın yararına olacak şekilde kontrolü tekrar ele geçirmek” ve “ulusu eski büyüklüğüne ya da eski sağlıklı hâline döndürmek” için yapılması planlanan müdahaleleri de meşrulaştırır. Otoriter popülizm demokratik kurumları kendi üstünlüğünü, meşrulaştırmak, gücünü merkezîleştirmek ve muhalefeti ciddi bir biçimde ezmek ya da sınırlamak için kullanıyor olsa bile bu kurumları sıklıkla bozar, içini boşaltır ya da tümüyle ele geçirir. Cezasızlıkla kaynaşmış karizmatik liderlik, kişi kültü ve kayırmacı (nepotism) yönetim otoriter popülizmin ortak özellikleridir.[2]

Sonuç olarak otoriter popülizmler tarihinde yeni bir sayfa açıldığını söylemek mümkün, hatta gün gibi duran bir gerçeklik. Liderlerin kendilerinin demokrasiden nefret ettiği, takipçilerinin de demokrasiden yorulduğu yeni bir ruh halinin -zamanımızın ruh hali- içinde olduğumuz iddia edilebilir, ki bu tespiti son yıllarda daha çok duymaya ve deneyimlenmeye başlamış olduğumuz da öne sürülebilir. Gelinen noktada otoriter popülist yönetimlerin hınç ve öfke dolu kalabalıklara kültürel çoğunlukçuluktan, etnik saflıktan, “Onların doları varsa bizim de Allah’ımız var” yatıştırmasından başka bir şey veremediği oldukça açık. Daha ilginç ve çarpıcı olansa liderlerin demokrasi nefretiyle kitlelerin hınç ve öfkesinin örtüşmekte olması. Hem de bunun, yoksul halk yığınlarının temel taleplerinin (işsizlik, yoksulluk ve hatta açlık) karşılanamadığı bir noktada “kültürel egemenlik”, “ulusun büyüklüğü”, “şerefli geçmişin mirası”, “ötekinin ahlaksızlığı” zemininde örtüşmesi.

Ahmet İnsel’in[3] sorduğu soruyu buraya taşıyarak faşizm-popülizm-otoriterizm tartışmasına nihayet verelim. İnsel şöyle soruyor: “Bugün Türkiye’de karşımızda faşist bir yönetim, örgütlenme itibarıyla faşist bir parti ittifakı, devlet yapısı olarak faşist bir devlet mi var?” İnsel’e göre “AKP-MHP veya Erdoğan-Bahçeli ittifakının faşizan unsurlar içerdiğini, özellikle total devlet yapısı açısından faşizmin bazı niteliklerine artık sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ama diğer yandan yürürlükteki rejimin 20.yüzyılda klasik örneklerini veren faşizmlerden önemli farkları olduğu da açık. Zaten bu nedenle 21.yüzyılın otoriter rejimlerinin aralarında önemli farklar olmasına rağmen, ortak nitelikleri faşizm olarak değil, popülizm, otokrasi, illiberalizm, demokratur gibi kavramlarla ifade ediliyor.”

İnsel’in AKP-MHP CBHS’ini tanımlamak için önerdiği kavramlara melez rejimler (hybrid regimes), yarı-demokrasiler (semi-democracies), sözde demokrasiler (pseudo democracies), eksik demokrasiler (defective democracies), göstermelik demokrasiler (façade democracies), seçimsel demokrasiler (electoral democracies), modern otoriterizm (modern authoritarianism), delegasyoncu demokrasiler (delegative democracies)ve rekabetçi otoriterizm (competitive authoritarianism) gibi kavramları da eklemek gerekiyor. Tüm bu kavramların bu çalışmadaki reistokrasi kavramının sınırlarını belirlediğini de mutlaka not almak lazım.[4]

OTORİTERLİK EĞİLİMİ ARTARKEN ÖZGÜRLÜK TALEBİ AZALIYOR MU? 

Otoriterliğe dönecek olursak günümüzün otoriterliğini sadece yukarıda bir kısmını zikrettiğim popüler isimler üzerinden okumak ne kadar doğru, tartışılır. Ancak yine de İnsel’in[5] de hatırlattığı gibi, otoriterizmin “…bir siyasal rejim biçimi, bir yönetim tarzı ve resmî ideolojinin omurgası olarak Türkiye’nin modern tarihinde başat bir konum işgal [ettiğini]” unutmamamız gerekiyor. İnsel, bu konumun izdüşümlerini, “...toplumsal tahayyülün otoriteye olan çekim ve tepme ilişkisinde” bulabileceğimizi belirtir. Ona göre, Türkiye’de siyasal iktidarlar, toplumsal tahayyülün otoriter figürle olan bu kadim ve karmaşık ilişkisinden beslenerek otoriter siyasal geleneği canlı tutarlar.

Freedom House’un verilerine baktığımızda tüm dünyada özgürlük puanlarının düşme trendinde olduğunu; otoriterizmin dünyada yaygınlaştığını görmek zor değil. Tablo 2’de yer alan Freedom House verileri, umumi manzarayı takip edebilmemizi kolaylaştırıyor. Tablo 1’deki verilere baktığımızda, 2006’dan bugüne dünya genelinde özgürlüklerin 5,52’den 5,37’ye gerilediğini görüyoruz. Freedom House’un 2020 Demokrasi İndeksi’ne göre 20. asrın son günlerinde (1999 verileri) dünya nüfusunun yüzde 45’i özgürken, günümüze doğru bu oran yüzde 42 civarlarına düşüyor; kısmen özgür ve özgür olmayan ülkelerin oranı da o nispette artıyor.

Yazımın bu bölümünde dile getirmeye çalıştığım fikirlerin temel amacı küresel otoriterizmin fotoğrafını çekmek ya da 20. yüzyıl başlarındaki otoriter siyasî iktidarlar ile günümüzdekiler arasındaki fark ve benzerlikler üzerinde tartışmak değil. Değil ama genel manzarayı gözümüzde canlandırmak, iki açıdan işimize yarayacaktır: Birincisi, Erdoğan dünyadaki tek otoriter lider değil; ikincisi bu otoriterleşmeyi sadece otoriter-liderler üzerinden okumak da doğru değil. Özgürlükler tüm dünyada zemin kaybediyor. Özgürlükler zeminlerini yitirdikleri için mi otoriter liderler güçleniyorlar, yoksa yumurta mı tavuktan çıkıyor? Çok su kaldıracak bir tartışma ama yeri burası değil.

Genel manzara hakkında fikir vermeye çalışmam, Erdoğan’ı tarihsel-toplumsal bir zemine oturtmak, reistokrasinin mevcut manzara içerisindeki koordinatları hakkında bir fikir verebilmek içindi. O zaman, küresel bir realite olarak altını çizdiğimiz trendleri Türkiye için yineleyerek yolumuza devam edelim. Türkiye’de de özgürlükler giderek azalıyor ama 2010’lardan bu yana Erdoğan iktidarda olduğundan mı özgürlükler azalıyor; özgürlüklerimize verdiğimiz önem ve itibar azaldığı için mi Erdoğan iktidarda? Reis mi reistokrasiden çıkıyor, reistokrasi mi Reis’ten?.. Bu çerçevede, reistokrasiyi, Erdoğan’ın lakabına nazireyle türetilmiş kaba bir kelime oyunu, bir latife değil; tüm dünyada artan neo-otoriterizmin Türkiye varyantı, çeşitlemesi olarak kullanmaya çalıştığım dikkatinizden kaçmamıştır.

Küresel otoriterizmin -özgürlüklerdeki küresel gerilemenin- Türkiye’deki izdüşümü, tecessümü olarak reistokrasi, münbit toprağını CBHS’de buldu. Bir başka ifade ile CBHS, reistokrasiye hem (meşruluk değilse de) bir hukukîlik verdi hem de gücünü pekiştirdi; onu bir nebze olsun kurumsallaştırdı. Onu Kemal Gözler’in[6] anayasa hukuku literatüründen önerdiği kavramlarla suistimalci anayasacılık (abusive constitutionalism), anayasal parçalanma (constitutional dismemberment), popülist anayasacılık (populist constitutionalism), otoriter anayasacılık (authoritarian constitutionalism) , anayasal otoritercilik (constitutional authoritarianism) gibi kavramlarla da tanımlamak yanlış olmayacaktır.

Devlet Bahçeli’nin de dediği gibi, ortada fiilî bir durum vardı ve ona resmiyet kazandırmak gerekiyordu ki bunun tecavüz mağdurunun, faille evlendirilmesi türünden bir resmiyet olduğunu o dönemde pek fazla düşünen olmamıştı. Bir hukuk devletinde fiilî durum hukuka uymuyorsa fail hukuka uymaya zorlanırken Türkiye örneğinde, "hukukun faile uydurulması” yoluna gidildi.

[1] Natalia Mamonova. (2019), “Understanding the silent majority in authoritarian populism: what can we learn from popular support for Putin in rural Russia?”, The Journal of Peasant Studies, p.4.

[2] Gürel, Burak., Küçük, Bermal., ve Taş, Sercan. (2019), “The Rural Roots of The Rise of The Justice and Development Party in Turkey”, The Journal of Peasant Studies, p.4.

[3] Ahmet İnsel. (2019, “Faşizan Dil ve Şoven Türk-İslâm Mefkûresi” Birikim, 22.03.2019 https://birikimdergisi.com/haftalik/9415/fasizan-dil-ve-soven-turk-islam-mefkuresi

[4] Bu kavramlarla ilgili olarak Kemal Gözler’den de yararlanarak bir referans listesi sunmak isterim: Jean-François Gagné. (2015), Hybrid Regimes, Oxford Bibliographies. Mehran Kamrava. (1996), Understanding Comparative Politics: A Framework for Analysis, London, Roudledge, s.92-93. Wolfgang Merkel, “Embedded and Defective Democracies”, Democratization, Cilt 11, No 5, Aralık 2004, s.33-58. Ergun Özbudun. (2011), Otoriter Rejimler, Seçimsel Demokrasiler ve Türkiye, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. Fareed Zakarıa. (2018), “The Rise of Illiberal Democracy”, Foreign Affairs, November–December 1997 . Guillermo O’donnell. (1994), “Delegative Democracy”, Journal of Democracy, Cilt 5, Ocak 1994, s.55-69. Steven Levitsky ve Lucan A. WAY. (2002), “The Rise of Competitive Authoritarianism”, Journal of Democracy, Cilt 13, Sayı 2, Nisan, s.52-65 . Jan-Werner Müller. (2016), What is Populism? Philadelphia, University of Pennsylvania Press. Ergun Özbudun. (2015), Anayasalcılık ve Demokrasi, İstanbul: İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları. David Collier ve Stefen Levitsky. (1997), “Democracies with Adjectives: Conceptual Innovation in Comparative Research”, World Politics, Cilt 49, Nisan, s.430-451.

[5] Ahmet İnsel. (1999), “Otoritarizmin Sürekliliği” Birikim, Sayı 125-126 - Eylül/Ekim.

[6] Kemal Gözler. (2018), “Demokrasi Nereye Gidiyor? Nerede Hata Yaptık?” https://www.anayasa.gen.tr/demokrasi-nereye-gidiyor.htm


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.