YAZARLAR

‘Reis’in muhayyel savaşları

Tarumar olmuş alanda hâlâ savaş naraları atarak dolaşan bir Napolyon’un kibriyle, marşlar çalarak, koruma ordusuyla girdiğin İzmir enkazından çıkarabildiğin yegane gelecek de yeni inşaatlar oluyor.

Türkiye’ye karşı “ekonomik saldırı” yapıldığını söyledi. “Kuşatmaya karşı cevabı, yeni bir kurtuluş savaşıyla veriyoruz” dedi. Ülkeyi, faiz-kur-enflasyon “şeytan üçgenine” sıkıştırarak sömürenlerin oyunlarını bozduklarını belirtti. Sonra da dönüp millete, 2023’e kadar sabır diledi.

Bütün bunları, partisinin Van İl Kongresi’nde, kocaman bir stadyumda, bağıra çağıra anlattı. Libya’da, Suriye’de, Karabağ’da neler oluyorsa, ekonomide de aynısının yapıldığını savundu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan nasıl bir savaş yürütüyor peki? Cephe neresi, cephane ne durumda? Hedefte kimler var? Halka seferberlik emri çıkarılmışsa eğer; yazılı bir strateji, taktik olmalı. Atılacak adımlar tarif edilmiş, buna uygun tanımlar yapılmıştır mutlaka.

Cumhuriyet tarihinde, “ekonomik savaş” tanımlamasını hak edecek planlar yazıldı çünkü.

Mesela; henüz Kurtuluş Savaşı yıllarında, tam da Erdoğan’ın söylediğine uygun bir belge İzmir İktisat Kongresi’nin kararlarıydı. 1. maddesinde, “Türkiye milli hudutları dahilinde lekesiz bir istiklal ile dünyanın sulh ve terakki unsurlarından biridir” deniliyordu. 2. maddesi ise şöyleydi: “Türkiye halkı milli hakimiyetini kanı ve canı pahasına elde ettiğinden, hiçbir şeye feda edemez.

Devamında kapitülasyonların kaldırılmasından, yabancı tekellerin millileştirilmesinden, devletin ekonominin merkezinde yer almasından bahseden net bir strateji çiziliyordu.

1963 tarihli Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı da benzerdi esasında. Askeri bir çatışma ortamı yaşanmasa bile, Türkiye’nin “yeni ekonomik savaşı” açıkça tarif ediliyordu. Dünyanın gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler olarak bölündüğü, az gelişmiş cephede yer alan Türkiye’nin, kendine özgü bir kalkınma yolunu tercih ettiği vurgulanıyordu. Girişi şöyleydi planın:

İnsan hak ve hürriyetlerini, milli dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak bir demokratik düzeni kesin olarak seçmiş olan Türk Milletinin, Anayasamızda açık ifadesini bulan iktisadi ve sosyal hayatı, keyfi ve plansız davranış tecrübelerine son verip adalete, tam çalışma esasına ve herkesin insan haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlanması amacına göre düzenleme arzu ve azmine uygun olarak milli tasarrufu artırmak, yatırımları toplum yararına, gerektirdiği önceliklerle yöneltmek ve iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek üzere plan hazırlanmıştır.

Her iki belgenin iktisadi niteliği bir yana; devletin, bürokrasinin, hükümetin ve nihayetinde halkın önüne bir iddia koyuyordu. Daha da önemlisi rejim değişikliklerine denk düşüyordu ikisi de. İlkinde, Türkiye’nin bir Cumhuriyet olduğu kısa süre sonra ilan edildi; ikincisinde, 1961 Anayasası ile beraber demokrasi ve sosyal adalet ülküleştirildi.

Yeni bir rejime geçtiğimizi sık sık hatırlatan ve hemen her alanda savaş ilan eden Erdoğan, önümüze nasıl bir mücadele belgesi koyuyor öyleyse?

Bakacağımız yer, 27 Ekim 2020 günü Resmi Gazete’de yayımlanan 2021 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’dır. Zira en yetkili kişinin, “başkumandan”ın, imzasını taşır. Planın ilk cümlesi şu:

2008 küresel finans krizinin ardından toparlanan ancak düşük yatırım, ticaret ve verimlilik kaynaklı sorunlar nedeniyle kriz öncesi büyüme ortalamasının altında kalan dünya ekonomisi, 2018 yılının ikinci yarısından itibaren artan ekonomik, siyasi ve jeopolitik belirsizliklerin etkisiyle ivme kaybetmiştir.

Sonrası, “salgın ve krizle beraber arz/talep şokunun eşanlı olduğu; sermayenin gelişmekte olan ülkeler aleyhine güvenli limanlara kaydığı; piyasalardaki oynaklığın, kur geçişkenliğinin Türkiye ekonomisinde riskler oluşturduğu; ama Batı ülkelerindeki parasal genişleme ile sermaye akımlarını yeniden gelişmekte olan ülkelere çevirme ihtimalinin Türkiye için fırsat da yarattığı…” diye devam ediyor.

Kur filan saldırısından bahsedilmiyor. Bunun yerine 2020 yılının ilk altı ayındaki 14.3 milyar dolarlık net sermaye çıkışına; aynı dönemde Devlet İç Borçlanma Senetleri’nde (DİBS) 7.7 milyar dolarlık, borsada ise 5.4 milyar dolarlık yabancı satışına dikkat çekiliyor. Salgından dolayı turizm gelirinin dibe vurduğu belirtiliyor. Sıkıntılar, amansızca saldıran düşmana değil, döviz sorununa bağlanıyor yani.

422 sayfalık raporun herhangi bir yerinde, Türkiye’nin ekonomik kuşatma altında olduğuna, kurtuluş savaşına ya da yeni bir ekonomik modele geçildiğine dair tek bir satıra, cümleye rastlamak mümkün değil. İstihkam hattı niyetine alınan önlemleri de sıralayalım: Krediyle esnafı, şirketleri, vatandaşı borçlandırmak; emekçiyi günlük 39 liraya mahkum etmeyi sürdürmek; elde avuçta ne kaldıysa özelleştirmeyle satmak.

İşte “vesayet” diye dile doladıkları dönemin “ekonomik savaş” planlarıyla, başkanlık rejiminin hazırladığı plan arasındaki fark böyledir.

Spor salonunda coşkuyla sergilenen taklit “Vatan Yahut Silistre” piyesi, Cumhurbaşkanı programına gelince, borca batmış bir kiracının mal sahibine sunduğu mazeret arzuhaline dönüşüyor. En büyük generalin, doların altında değersizleşen hayatları, bir toptancı marifetiyle şirketlerin amele pazarına sunmayı, bağımsız ekonomi sayıyor.

Ve nihayetinde tarumar olmuş alanda hala savaş naraları atarak dolaşan bir Napolyon’un kibriyle, marşlar çalarak, koruma ordusuyla girdiğin İzmir enkazından çıkarabildiğin yegane gelecek de yeni inşaatlar oluyor. Muhayyel bir savaştan elde edeceğin zafer, işte o demir ve çimento kadar tarihe kalır ancak.