YAZARLAR

Reform: Geleceğin kuzeyindeki nadide çiçek

Eğer Türkiye’de gerçek bir reform yapacaksak bunun yolu öncelikle reformda reform yapmaktan geçmektedir. Bu da yöneticilerin kurumları değiştirmeden önce, değişimi gerekli kılan hatalardan ders çıkarmayı ve bir daha böyle bir değişime mahal vermeyecek reform paketleri hazırlamayı öğrenmesi anlamına gelir. Böylesi bir reformsa bizden çok uzakta, şair Celan’ın dediği gibi, “geleceğin kuzeyinde akan bir ırmaktadır.”

Hukuk reformu konusundaki vaatlerin haftası bile dolmadan vaziyet ziyadesiyle çapraşık ve içinden çıkılmaz bir hal aldı. AKP’nin grup toplantısında Erdoğan’ın yaptığı açıklamanın içeriği ve yarattığı etki bu bakımdan üzerinde durulmaya değer bir nitelik taşıyor. Konuşmayla beraber açığa çıkan edimsel çelişkiler kadar geliştirilen argümanların gelişigüzelliği veya yapılan suçlamaların dayanaktan yoksun hali de bütün çıplaklığıyla ortada duruyor. Öyle ki Erdoğan Anayasa’nın 138. maddesine atıfla kimsenin yargıya talimat veremeyeceğini söylerken, yaptığı konuşmadaki çağrının kendisinin bir talimat olduğunu örtbas etme gereği bile duymuyor. Aksine, Demirtaş ve Kavala’ya atıfla “Filanca falanca niye hapisteler?.. Bunları ödüllendirecek değiliz” biçimindeki cümlelerle yargı kararlarının önceden belirlenmiş politikalara göre şekillendiğini dolaylı olarak itiraf ediyor. Sözüm ona “ana muhalefettekilerin” yargıya talimat verdiği yollu argümanlara gelince, bunlar o kadar gelişi güzel ki insan tam olarak neyin kastedildiğini dahi anlayamıyor. Millet İttifakı bileşenleri mi yargıya müdahale ediyor veya talimat veriyormuş? Daha neler!

Her şeye rağmen bunların hepsi söylenmiştir ve bu yüzden söylenmemiş de sayılamazlar. Zira bu cümleler mevcudiyetiyle bir dönemler işe yaramış olan iktidar dilinin artık iş göremez hale geldiğinin ispatı niteliğinde. Esasında siyasette kullandığımız dil bugün bozulmuş değil, uzun zamandan beridir sözcüklerin boğulduğu ve anlamın yok sayıldığı bir dilin içinde hapsedilmiş durumda yaşıyoruz. Bir dil hapishanesi içinde bu şekilde yaşamak, sözcükleri anlamlı bir şekilde kullanma ve gerçek bir mesaj iletme arzusundakiler için konuşmayı tehlikeli bir uğraş haline getiriyor. Türkiye’deki mahkeme salonları sosyal medya paylaşımlarında “aslında” hakaret ettiği, “aslında” darbeyi savunduğu, “aslında” terörü desteklediği suçlamasıyla mahkûm edilmiş bu türden insanlarla dolup taşmış durumda. Dildeki bozulma, iktidara sadece itirazı olanları susturmak açısından kazanç sağlamakla kalmadı, aynı zamanda muktedirleri sözcükleri gerçek bir mesajla içeriklendirme yükünden de kurtardı. AKP'liler belirgin bir içerikten yoksun olan ve duruma göre yeniden şekillendirilen sözcüklerden örülmüş bu dilin çok ekmeğini yediği bir gerçek. Bugün yaşanan şey iktidar dilinin, muğlaklığı umutla karıştıran kitlelerin zihni üzerindeki eski hakimiyetini kaybetmesidir.

Hukuk reformu çerçevesinde gelişen tartışmalar irade, darbe, sandık ve hukuk gibi sözcüklerde oluşmuş bir “elastik terimler” kümesine artık reform kelimesinin de katıldığını gösteriyor. Bu türden sözcükler dildeki kelimelerin siyasal iletişim süreçlerinde maruz kaldığı anlam bozulmasından sonra kazandığı yeni biçim içinde meydana gelirler. Söz konusu kelimeler içeriklerinden çok işlevleriyle tanımlanıp kendilerine göre bir gerçeklik kazanırlar: Darbe sandıktan çıkan iradenin tanınmamasıdır; ama aynı şekilde sandıktan çıkan irade de darbe olabilir. Sözcüklerin ilettiği anlamın karşıtına dönüşmesi ve her iki anlamın da geçerli olabilmesi siyasal deneyimimizi alabildiğine gölgeliyor ve iktidar bu gölgede dinlenerek vakit kazanıyor. Gelgelelim sözcüklerin elastikiyeti yaşadığımız derin toplumsal çözülme koşullarından ötürü artık bir bekle-gör etkisi yaratamıyor. Zaman ufku daralan kitleler, somut ve uygulanabilir bir siyaset ortaya konmadıkça tutum ve davranış değişikliği sergileyecekmiş gibi görünmüyor. Reform açıklamasıyla başlayan döviz kurlarındaki gerilemenin kısa sürede etkisini kaybetmesi durumu net bir şekilde özetliyor.

Reform kelimesi gündelik dilde yenilenmeyi ve iyiye doğru gidişi sağlayacak dönüşümü anlatmak için kullanılıyor. Özellikle kurumsal oluşumlarda gerçekleşen ve devrimden daha az şiddetli ama rassal değişimlerden daha sistematik olan dönüşümler bu sözcükle betimlenirler. Kurumsal açıdan bakıldığında Türkiye’de reformla ilgili en temel meselenin kurumların özerklik yitimi olduğunu söyleyebiliriz. Saray kendinde belli bir iktidar potansiyeli taşıyan her kamusal faaliyeti yutan bir kara delik gibi işlemektedir. Rejim değişikliği sonrasında yapılan reformlarla ilgili yakın hafızamızsa hiç de kelimenin içeriğinin işaret ettiği türden dönüşümlerle bezeli değil. Anayasa, sağlık, eğitim ve çalışma ilişkileri gibi alanlarda yaşanan değişimler bize gösteriyor ki her reform kendini takip edecek sonraki reformun ortamını oluşturacak kadar koşulları bozmaktan başka bir işe yaramamıştır. Her reform kendi gerekçesini daha önceki bir reformun bozduğu koşulları iyileştirmek şeklinde ortaya koymuştur. Böylelikle sebebi kendine içkin, hikmeti kendinden menkul, kapalı devre bir reform döngüsü Cumhurbaşkanlığı sisteminin esas eğilimi olarak karşımıza çıkmıştır. İşte, düğün dernekle getirilen Cumhurbaşkanlığı sisteminin sonuçları ortada ve onun anayasal işleyişini düzeltecek reformlar da kapıda bekliyor gibi. Reform döngüsü içinde sıkışıp kalmış diğer kurumsal sistemler arasında özellikle sağlık, eğitim ve ekonomiyi de sayabiliriz. Bu bakımdan, adalet sisteminin temel sorunu olan yargı bağımsızlığı, hukuk alanına özgü bir sorun olmayıp bütün devlet kurumlarının uzmanlık alanlarının gerektirdiği özerkliğe sahip olmamasıyla ilgili genel sorunun bir parçasıdır.

Türkiye’nin bu reform döngüsünden çıkmasının ön koşuluysa, aynı mantıkla hazırlanmış yeni bir reform programını uygulamaya koymak değil, reformda reform yapmak, yani önce siyasal değişimden ne anladığımızı belirleyip bir anlayış değişikliğini yoluna koymaktır. Bizde devlet adamları reform yapmayı ne olursa olsun çok sayıda değişime imza atmak şeklinde anlar ve böylelikle iyi bir siyasetçi olarak tarihe geçeceğine inanırlar. Devletin mevcut yapılanmasındaki temel aksaklıkların açığa çıkardığı dönüşüm ihtiyacı bu yanlış reform bilincinin temelinde yatar. Yanlış dememin nedeni değişimin veya iyiye doğru gidişin değerini yadsımam, her şeyin zaten iyi durumda olduğunu düşünmem değildir. Amacım reform yapmanın kendisini amaç haline getiren, geçici ve görüntüyü kurtarmaktan ibaret çözümleri yenilenme olarak sunan yaklaşımın yıkıcı etkilerini görünür kılmaktır. Türkiye’deki reform döngüsü gerçekte hiçbir şey yapılmadığının üstünü örtmekte, belli bir etkinlik biçimi olarak halka değil siyasetçilerin kariyerine hizmet etmektedir. Reformda reformdan kasıt bu anlayışın yerine daha derin ve etkili bir yenilenme kavrayışının geçirilmesidir.

Yenilenme öyle sanıldığı gibi daha önce hiç yaşanmamış bir deneyimin hayata geçirilmesi değildir. Reform programları da kimsenin o ana kadar işitmediği sözlerden veya iç görülerden oluşmuş çözüm paketleri olarak düşünülmemelidir. Türkçeye Avrupa dillerinden giren reform kelimesi Latince kökeninde (“re-formatio”) yeniden biçimleme anlamına gelir ve insanın Tanrı’nın suretinde yeniden şekil kazanmasını, yani ait olduğu o ilk tanrısallık anının masumiyetine dönmesini anlatan bireysel bir girişimdir. Bu yönüyle bir tür “tövbe”, yani ders çıkarma yoluyla kendini düzeltme girişimi olduğu söylenebilir. Nitekim Avrupa’da yaşanan Reformasyon döneminde kelimenin bu kök anlamı halen yürürlüktedir ve reformla zaman içinde bozulmuş olan dinin orijinal haline iade edilerek düzeltilmesi amaçlanmaktadır. Şimdi eğer Türkiye’de gerçek bir reform yapacaksak bunun yolu öncelikle reformda reform yapmaktan geçmektedir. Bu da yöneticilerin kurumları değiştirmeden önce, değişimi gerekli kılan hatalardan ders çıkarmayı ve bir daha böyle bir değişime mahal vermeyecek reform paketleri hazırlamayı öğrenmesi anlamına gelir. Böylesi bir reformsa bizden çok uzakta, şair Celan’ın dediği gibi, “geleceğin kuzeyinde akan bir ırmaktadır.”


Ahmet Murat Aytaç Kimdir?

Ailenin Serencamı: Türkiye'de Modern Aile Fikrinin Oluşumu (2007), Kitlelerin Ruhu: Siyasi ve Sosyal Tahayyüle Kalabalıklar (2012) adlı eserleri kaleme aldı. Göçebe Düşünmek: Deleuze Düşüncesinin Kıyılarında (2014) adlı eserin editörlerinden biridir. Şubat 2017'de yayımlanan KHK ile ihraç edilinceye kadar Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Yardımcı Doçent ünvanıyla çalıştı. Temel ilgi alanları insan hakları felsefesi, siyasal düşünceler tarihi ve siyaset kuramı, radikal demokrasi gibi konulardan oluşmaktadır.