Radikal mutluluk

Lynne Segal'in Radikal Mutluluk adlı kitabı, Beyza Sumer Aydaş'ın çevirisiyle Sel Yayıncılık tarafından yayımlandı.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Kamusal yaşamda karamsarlık yaygın olabilir, fakat hiper-bireycilik ve azalan sosyal refah zemine rağmen yeterince dikkatli bakarsak kıyıda köşede genellikle alternatif destek, dayanışma ve mücadele pratikleri görebiliriz. Bunlar öfkenin yanı sıra kolektif neşenin hem bulaşıcı hem de yaygın olduğu direniş alanlarıdır.

Mutluluk yaşamın temel hedeflerinden biri midir? Ve eğer öyleyse mutluluğa ulaşmanın yolları nelerdir? Mutlu bir yaşam sürmek toplumsal koşullardan bağımsız olarak bireysel çabalarla mümkün hale gelebilir mi? Yoksa mutluluk toplumsal mıdır? İnsanlığın kadim soru ve sorunlardan olan mutluluk kavramı ilkçağ filozoflarından itibaren tartışılmaya başlanmış ve halen tartışılmaya devam etmektedir. Marksist kuram çerçevesinde baktığımızda üst yapı içinde değerlendirilebilecek olan kavram toplumun içinde bulunduğu toplumsal üretim tarzına bağlı olarak değişiklik gösterecektir. Kültürel yapı içinde ele alınabilecek mutluluğun çağları ve üretim tarzlarını aşan bir boyutu yani evrensel bir özelliği var mı acaba? 

Radikal Mutluluk, Lynne Segal, Çevirmen: Beyza Sumer Aydaş, 302 s., Sel Yayıncılık, 2020

Avustralya kökenli Britanyalı feminist aktivist ve akademisyen Lynne Segal, ”Radikal Mutluluk” adlı kitabında mutluluğun modern toplumdaki tezahürüne odaklanarak yukarıda sıraladığım sorulara yanıt aramaya çalışıyor. Kitabın alt başlığının adını “müşterek neşe anları” koyan Segal, böylece kitabında geliştireceği analizin ipuçlarını sergilemiş oluyor. Her ne kadar Spinoza’nın bu konudaki fikirlerinin açıklamasına girmese de onun kilit kavramlarından olan “neşe” kavramını esas alıyor, geliştiriyor ve analizinin odağına yerleştiriyor. Neşe hakkında yazmanın zorluğuna değinen Segal, bunun sebebinin hazza yönelik ticari tahriklere eşlik eden bireysel mutluluk ideolojisi olduğunu öne sürer. Yani mutluluğun şartı olarak kültürel olarak düzenlenmiş haz tutkusu ön plana çıkarılır. Segal, neşeyi esas alır ve neşenin benliği ötekinden, insanlıktan ve doğadan ayıran sınırları yıktığını ve dünyaya muhteşem bir biz modu bahşederek cennet gibi görünmesinin sağladığını belirtir.

Segal, bize sistem tarafından dayatılan haz unsurlarını şiddetle eleştirir. Her reklam panosunda dayatılan veya binlerce kişisel gelişim rehberinde paketlenmiş mutluluk buyruğuna direnmemiz konusunda uyarıda bulunur. Ve Amerikalı siyahi akademisyen Cornel West’e atfen; ticarileşmiş koşullar altında hazzın, bireysel ve içe dönük olma eğiliminde olduğunu ve neşenin bunu aşabileceğini söyler.“Neşe, piyasaya ait olmayan, -sevgi, ilgi, nezaket, yardımlaşma, dayanışma, adalet mücadelesi- insanları bir araya getirme olasılığı sunan değerlere ulaşmaya çalışır.”

Mutsuzluğun belirtileri olarak görülen depresif davranışların içten geldiğine ilişkin psikiyatr mesleğinde genel bir kanının olduğunu iddia eden Segal, özellikle 1970’li yıllardan sonra anti depresan ilaçlarında çok yüksek bir artış olduğundan bahseder. Ciddi depresyon ve bipolar bozukluklarındaki keskin artışın, bunları tedavi etmek için ilaçların keşfiyle ve pazarlanmasıyla birebir paralel ortaya çıktığının psikiyatr çevreleri dahil pek çok araştırmacının dikkatini çektiğini söyler. Segal, bu tür ilaçların uzun dönemli kullanımının ciddi fiziksel yan etkilerinin olmasına karşın, ilaç şirketlerinin agresif ilaç tedavisini dayatmakta ve bunun yaygınlaşması için Tıp Fakülteleri ve doktorlarla kirli ilişkiler geliştirdiklerine ilişkin pek çok örnek vermektedir. Depresyonda o kadar korkulacak bir şey olmadığını, depresyonun karşıtının mutluluk değil yaşama gücü olduğunu belirterek depresyonun sadece neşeyi yok etmekle kalmayıp aynı zamanda bizde neyin eksik olduğuna dair bize çok şey öğrettiğini dile getirir. Depresyon hayata daha derinlemesine bakmaya, yaşama sebepleri bulmaya ve onlara bağlanmaya da sevk edebilir insanı.

Mutluluk yolu olarak neşeye odaklanan Segal, neşe anlarının, genellikle insanlar arasındaki mesafeleri ortadan kaldırdığını ve bizi aynı keyfi paylaşabilenlerle bir araya getirdiğini vurgular. Ortak neşenin önemli bir unsuru “karnavaldır.” Karnavalın en yetkin analizini Rus edebiyat kuramcısı Mikhail Bakthin yapmıştır. Bakthin, “karnavalesk” diye adlandırdığı pratikte alternatif bir dünyanın inşası veya halk kültürünün ikinci dünyasının inşasını görür. Belli bir ölçüde karnaval, dışındaki hayatın bir parodisidir, tersyüz edilmiş bir dünyadır. Bakthin, karnavalın kast, mülkiyet, meslek ve yaş engellerinin topluca çöktüğü yüksek kültür ve bürokrasiyle topluca alay edildiği ve herkesin eşitlendiği bir zaman olduğunu gösterdi. Dansları, müzikleri, maskeleri ve kostümleriyle, (köylüler bey gibi, beyler köylü gibi, kadınlar erkek, erkekler kadın gibi giyinirdi) eğlence, alay ve şehvetin sergilenmesini, hiyerarşi ve edebin neşeyle altüst edilmesini teşvik ediyordu. Tüm festivaller, gündelik hayatın sert bir şekilde dayatılan normlarından bağımsız bir gerçeklik oluşturuyor, insanların rutin korkularını ve sıkıntılarını aşmalarını sağlıyor, fiziksel arzularını tatmin ediyordu

Segal'e göre, bizi keyiflendiren sadece güzellik ve getirdiği neşe değil, aynı zamanda bunu paylaşmanın, diğerlerine anlatmak için kendimizden çok daha büyük bir şeyi hissetmenin neşesidir. Sıkı bir tüketim toplumu eleştirisi geliştiren Segal, tüketim pratiklerinin kolektif amaçlarla ilişkilendirilebileceğini ve ortaklaştırılabileceğini düşünüyor. Avrupa’nın pek çok ülkesinden farklı radikal tüketim uygulamalarından örnekler vererek tezini güçlendiriyor. Bu uygulamalar: Dayanışma amaçlı takas girişimleri, bedava dükkanlar, kolektif mutfaklar, kamusal alanların özgürleştirilerek yaratıcılık, oyun, yoldaşlık, umut ve ortak enerjinin sürdürülmesi için işgal edilmesi gibi pratiklerden oluşmaktadır. Böyle bağlamlarda enerjinin harcanması metalaştırmaya direnişin bir parçası haline gelebilir.

Yaygın biçimde varlığımızın ekseni muamelesi gören aşk da Segal’e göre; mutluluk ve ortak neşe kaynaklarındandır. Freud ve Lacan’dan yola çıkarak, aşka ilişkin saptamalarda bulunan Segal, aşkın çocuklukta kaybedilen nesnenin tekrar bulunmasını gösteren bir ego ideali olduğunu aktarır. Bu anlayışa göre, aşkta kişi kendi egosuna aşık olur. Lacan’a göre aşk sahip olmadıklarını vermektir ve aşkta yoksunluklarınızın farkında olmak zorundasınız.

Buna karşın Segal’in Badiou’dan aktardığı fikir ise hem Freud ile Lacan’a özlü bir eleştiridir. Hem de aşkın mutluluktaki yerini ve işlevini güzel biçimde ortaya koyar. Badiou, her türlü dürtü doyumunu pazarlayıp aşkı tehdit ederek bizi çekip ayırmaya çalışan kapitalist dünya karşısında, kalıcı romantik bağlılığı bir politik direniş biçimi olarak görmenin mümkün olduğunu savunur. “Badiou’ya göre aşka sırf bireysel tatminin bencilliğinin üstesinden gelen bir şey olarak bakmak, onu 'minimal komünizm' biçimi olarak görmeyi mümkün kılar.”

Segal’in ortak neşeyi tesis etmek ve geliştirmek için diğer önerileri ütopyalar, siyasete katılım ve kamusal yaşamın geri kazanılmasıdır. Son dönemde edebiyat, sinema ve çizgi roman dünyasında ve diğer alanlarda distopik eğilimlerin ve kıyamet senaryolarının yaygınlık gösterdiğine dikkat çeken Segal, ütopyacı fikirlerin geliştirilmesini ve pratiğe dönüştürülmesini önerir. Neoliberal saldırıya karşı kamusallığın bilince çıkarılmasıyla direniş alanları yaratmak, dayanışma ağları geliştirmek gibi gündelik ütopyaların kolektif neşeyi sağlamada ve kolektif eyleme alan tanıyan bir topluluk ve kimlik hissiyatı geliştirmede büyük rolü vardır. Neşenin paylaşılmasının yani kolektif hale gelmesinin hegemonyanın gücünün geriletilmesinde önemli işlevi vardır. Segal, siyasi hedeflerimize ulaşamasak ve hayal kırıklığı yaşasak bile, kolektif eylemlerimizin, birlikte hareket ettiklerimizle ortak bağ kurmamızı ve böylece kendimizi daha canlı ve mutlu hissetmemizi sağlayabileceğini söyler.

Radikal mutluluğu gerçekleştirmek için kolektif neşenin örgütlenmesini öneren Segal, “Radikal Mutluluk” kitabında tüketim toplumu eleştirisi, kamusallığın ve siyasi katılımın öneminin yanı sıra aşk ilişkilerine ve ütopyalara da farklı gözle bakılmasının önemine dikkat çekiyor. Dayanışmayı geliştirerek ve ortak direniş alanları yaratarak eşit, adil ve özgür bir toplum için mücadele etmenin gerekliliğini tartışıyor.