Pudra şekeri fabrikası

İstanbul Sözleşmesi'nin usûl açısından dahi sakat bir biçimde feshedilmesinin danışmanlar tarafından gözden kaçırılan bir ayrıntı olarak değil, Ayvatoğlu'nun ifade etmeye çalıştığı güç gösterisinin zirvesi, Anayasa'ya aykırı bir Cumhurbaşkanı kararından öte ve bütünleşmiş bir politik tavır olarak görülmesi gerektiği kanaatindeyim.

Google Haberlere Abone ol

Utku Can Akyol*

Ayvatoğlu'nun hesabından yayınlanan açıklama kadersel bir mağduriyetle başlıyor. Metne göre genç adam, "elinde olmayan bir sebepten" zorluklarla yüzleşiyor ve kendini bir hayatta kalma mücadelesi içinde buluyor. Bu mücadele onu içinden çıkılmaz bir hırsa sürüklüyor ve içinde bulunduğumuz durumla ilgili ilk can alıcı cümleyi kuruyor, "Daha fazla nüfuz sahibi olma, olduğundan farklı görünme çabasıyla gücün yanında görünme, hükümetteki güçlü insanlarla fotoğraf vererek kendime yeni kapılar açma düşüncesi..."

Uyuşturucu batağına sürüklendiği süreçten sonra ise bir diğer gerçeği açığa vuruyor. "Şu anda herkes bana söylenmesi gerek bütün kötü sözleri söyledi. Belki daha da söyleyecek. Oysaki benim durumunda yüzlerce genç var, birçoğu nüfuzlu ailelerin çocukları." Açıklamayı kaleme alan akıl Ayvatoğlu'nun nüfuzlu ailelerin çocuklarından oluşan imtiyazlı sınıf içerisinde -ve hatta buna dahil olmayan- sıradan bir birey olduğunu, bir anlamda bu imtiyazlı sınıfın kendisinden çok daha büyük bir zenginlik içinde olduğundan söz ediyor. Yani, "daha kimler kimler var".

Akademik bir şaheser olarak nitelediğim Mülksüzleştirme Ağları, sermaye-iktidar ilişkisinin günyüzünü hareketli ağlarla betimlerken, AKP Çocukları adlı Twitter kullanıcısı Ayvatoğlu'nun da atıfta bulunduğu bu imtiyazlı sınıfa dair erişilmesi nispeten daha zor bağlantıları başka bir çabayla -tek tek- gözler önüne seriyor.

Görünür ilişkiler son yıllarda "beşli çete" adıyla anılacak kadar somutlaşıyor. Ancak görünürlüğü zor bağlar Albayrak'ın akademik ilişkilerinden Ekrem İmamoğlu'nun mottolaşan "Kişiye, kişilere, adamlara, derneklere, vakıflara, cemaatlere hizmet işi bitti" cümlesinde bahsettiği kimselere kadar uzanıyor. İktidar, sistematik bir politika olarak sınırsız güç vadediyor; öyle ki bu gücün kırıntısı dahi büyüleyici gözüküyor. Güç, gösterildikçe büyüyor. Bi' taraf olan ve olmayanın şimdi büsbütün bertaraf olduğu yeni bir gerçek-ötesi düzen inşa ediliyor.

Lisans seviyesinde bir hukukçu olarak cahil aklıma bir gün bu artık oldukça fazla ve gözlemlenemez ilişkilerden hangilerinin yargılama konusu olup olamayacağı geliyor. İstanbul Sözleşmesi'nin usûl açısından dahi sakat bir biçimde feshedilmesinin danışmanlar tarafından gözden kaçırılan bir ayrıntı olarak değil, Ayvatoğlu'nun ifade etmeye çalıştığı güç gösterisinin zirvesi, Anayasa'ya aykırı bir Cumhurbaşkanı kararından öte ve bütünleşmiş bir politik tavır olarak görülmesi gerektiği kanaatindeyim. Ana muhalefet bu tahayyülden oldukça uzakken, Barış Atay halen, inatla dile getiriyor.

Finale doğru Ayvatoğlu, gelirini aslında nasıl elde ettiğini açıklıyor ve ilk paragraflarla çelişkili sayılabilecek biçimde "Aslında göstermeye çalıştığım gibi bir hayatım yok" deyiveriyor. Ardından, elde ettiği gelirin AKP ile iltisaklı olmadığını, ticaretle ilgilenmesine rağmen daha güçlü olmak adına bu görevi arzuladığını anlatarak partiden özür diliyor. Finalde ise bütün bu sürecin Allah ile kul arasında olan kısmına atıfta bulunularak Allah'tan af diliyor. Fakat ilişkilerin Allah'la kul arasında olan boyutu, artık bazı sesleri susturmaya yetmiyor. Uzun bir süre "artık ezilenlerin yaşaması gerektiğine" inanılan şatafat, kendileri için dahi can sıkıcı olmaya başladı.

Soylu'nun -politik deha gösteren ve artık ustalaştığı- "gereğini yaptık"/ "biz nereden bilebilirdik?" kombinasyonu es geçildiğinde Abdurrahman Dilipak'ın konuyla ilgili tweeti keskin bir yol ayrımına işaret ediyor; "Paranın izini sürün ilişkiler ağını çözersiniz. O izi sürerseniz, o yol sizi Şeytanın inine götürür. O yer yakınızda" (yakınınızda). Dilipak sivri dilli bir özeleştiri (?) yapmanın yanı sıra dikkat çekici bir "ilişkiler ağı" betimlemesinde bulunuyor. (Bu oldukça ciddi konuya güler yüzlü bir es veriyor ve aramızda kalması şartıyla, ben de Dilipak'ın bazen gerçekleri tüm çıplaklığıyla dile getiren ihtiyar ve bilge bir antika saat ya da yol gösterici bir pusula gibi davrandığını düşünüyorum. Salgınla ilgili attığı tweetleri pek ciddiye almayın.)

İktidar bir düşman yaratıyor. Ardından bir düşman, bir düşman daha ve onu yargılıyor. Ancak kabuklar soyuldukça çekirdek yalnızlaşıyor. Öyle ki artık en sert eleştiriler, kendi medyasından, tabanından ve seçmeninden gelmeye başladı. Yine de bu, en azından sonuca yönelik olumlu bir işaret değil. Defaten tekrarladığımız gibi durum artık hepimiz için "neredeyse geri döndürülemez" bir boyutta. Türkiye'de şubat ayında gün sayısından fazla kadın öldürülürken, salgın hızla tırmanıyor ve dün itibarıyle Altun'un huzur hakkına zam geliyor.

İrfan Aktan'ın dünkü yazısındaki eleştirisi; muhalefetin yolsuzlukları görmezden gelmek üzerine kurulu bir politik tavır sergilediğine katılmakla, Kılıçdaroğlu'nun halkın önünde yolsuzlukları haram/helâl kavramlarıyla anlatmaya çalışmak konusunda uzun bir süre daha ustalaşamayacağı açık. Bir yandan, muhalefetin iktidar gibi, tek ve mutlak bir ortak akılla yönetilmesi de imkânsız. Ancak gerçekten, kimse sabıkalı olmayacak ve bedel ödemeyecek mi? Dilipak'ın bahsettiği "ilişkiler ağı" meydanlarda bağrılmayacak mı? Bunu da siyasallaştırmazsak, neyi siyasallaştıracağız?

O kadar ki, sanki Kılıçdaroğlu "yettim" diyene kadar, iktidar "hoşçakalın" deyiverecek, "bundan sonrası sizde."

CHP Danışmanı Mücahit Avcı'nın "şaka yapmayın" serzenişini -tweeti yorumlayan diğer kullanıcıların yaptığı gibi- kendisine yöneltmek gerekiyor, asıl siz "şaka yapmayın" ve İYİ Parti'nin önlükle andımızı okuma eylemini Yılmaz Erdoğan'ın Vizontele'sindeki gibi yorumlamak isterim "Abla, akü yok." (Akşener) Biraz daha -oldukça fazla- gayret. Önlükleri nerede diktirdiniz? Bazı kabuslar güldürür.

İktidar bir yere kadar daha da güçlenmek için yaydığı fütursuz gücü kontrol edemez bir tavır sergiliyor. Tüketilen zenginliğe çare İstanbul'u -gerçekten- üçe bölmek, Merkez Bankası başkanını düzenli aralıklarla değiştirmek de olmuyor. Bir siyasi partiyi "bir daha açılmamak üzere" (?) kapatmak da.

"Pudra şekeri" savunması konusunda Av. İsmet Hancı'nın görüşleri ve yorumuna katılmamak elde değil. Elbette, ticaret karinesi somut biçimde oluşmadan tutuklama yersiz olurdu. Kaldı ki bu ağ içindeki şahıslara tek tek eğilmek de aynı derecede beyhude.

Bütünüyle alan dışı bir yorum olarak, aynı yaşta olduğumuzu öğrendiğim Ayvatoğlu kadar zengin olunca bütün günü arabamda trap dinleyerek geçirmek ve uyuşturucu maddeler hakkında esprili davranmayı, kendi yapılacaklar listeme alıyorum. Dansçı kadınlarla verilen pozu gerçekten kıskandım.

"Giydiğimiz her şey designer, parlıyo' dişlerim altından
Aklıma geleni aldım,
çünkü vitrine çok baktık, lan" (Khontkar, Koy, Mayıs 2020.)

*Avukat