Prof. Sönmez: Toplum 'dörtnala enflasyon' baskısı altında, tahribat büyük

Hızlı fiyat artışlarının geniş halk kesimlerinde büyük çapta sosyal, ekonomik, yaşamsal tahribatlara yol açtığını belirten Prof. Dr. Sinan Sönmez: Toplum 'dörtnala enflasyon' baskısı altında kalıyor.

Google Haberlere Abone ol

Namık Alkan

DUVAR - Atılım Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Sönmez, Tüketici Fiyat Endeksi'nin yüzde 70, Üretici Fiyat Endeksinin yüzde 122’ye yaklaşmasının toplumun “dörtnala enflasyon” baskısı altında kaldığını işaret ettiğini söyledi.

Türkiye’de toplumun büyük bir kesiminin tepkisini doğrudan ortaya koymadığını düşündüğü için sandığın sabırla bekleneceği kanısında olduğunu kaydeden Prof. Dr. Sönmez, enflasyon, döviz kurları, KKM ve derin yoksullaşmaya ilişkin sorularımızı yanıtladı...

TÜFE yüzde 70’e dayandı. Enflasyonun 6 ay içinde bu denli yükselmesinin nedeni nedir? TCMB’nin yılsonu ve 2023 yılı enflasyon hedefleri tutar mı?

Öncelikle vurgulanması gerekli husus, ülkemizdeki enflasyonun üç-beş ülke hariç uluslararası ölçekte ivme kazanan fiyat artışının çok üzerinde olması. TÜİK son 12 aylık enflasyonun yüzde 70’e ulaştığını açıklarken, ENAGrup oranın yüzde 157 olduğunu belirtmektedir. Kaçınılmaz olarak TÜFE’ye yansıyacak olan ÜFE ise resmi rakamlara göre yüzde 122’ye yaklaşmıştır. Bu veriler ve gidişat toplumun “dörtnala enflasyon” baskısı altında kaldığını işaret ediyor.

'ENFLASYONUN HIZLANMASI ŞAŞIRTICI DEĞİL'

Kuşkusuz toplumdaki sosyal gruplar, sınıflar enflasyondan farklı yoğunlukta etkilenmektedir. Gelir bölüşümündeki payları ve ağırlıklı olarak tükettikleri ürünlerdeki hızlı fiyat artışları yoksullaşmanın doludizgin gittiğini ve halk kesimlerinde büyük çapta sosyal, ekonomik, yaşamsal tahribatlara yol açtığını açık seçik ortaya koymaktadır. Örneğin TÜİK bile gıdada son bir yılda yüzde 90, ulaştırmada yüzde 106 oranında fiyatların arttığını kabul etmektedir.

Enflasyonun son 6 ayda hızlanması ise şaşırtıcı değildir. Anımsatmak isterim; TCMB’nin kur hedefleme politikası, OVP’deki (Orta Vadeli Program) hedeflenen enflasyon oranı geçmiş yıllarda da tutmamıştır. Enflasyonun tek haneli oranlarda seyrettiği dönemlerde gelişmiş kapitalist ülkelerdeki oran yüzde 1 veya 2 düzeylerindeyken Türkiye’de yüzde 10’nun biraz altında seyretmiştir. Kaldı ki, 2017 ile birlikte enflasyon çift haneli rakamlara ulaşmıştır.

'GEÇMİŞTE EKONOMİ YÖNETİMİNİN TEPESİNDE BULUNANLARIN SORUMLULUĞU...'

Bu açıdan şimdi muhalefette olmakla birlikte yakın geçmişte ekonomi yönetiminin tepesinde bulunan siyasetçilerin sorumluluğu dikkatlerden kaçmamalıdır. Özellikle son dönemlerde enflasyonun hızlanması salt enerji fiyatlarındaki artış, tedarik zincirlerinde ortaya çıkan aksamalar, pandemi, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı gibi dışsal etkenlerle açıklanamaz. Kısaca anımsayalım, uzun bir dönem uygulanan yüksek pozitif faiz ve baskılanmış kur (aşırı değerli TL) politikasıyla sürdürülen dışarıdan sermaye girişine, büyük ölçüde sıcak para ve hızlı dış borçlanmaya dayalı politika sonucunda sanal veya kof olarak nitelendirilen istihdamsız büyümenin kaydedildiği bir ekonomik yapı oluşmuştur. Oluşturulan borç ve rant ekonomisinde yaklaşık tüm sektörlerde üretim bir kenara bırakılırken borçlanmaya dayalı tüketimin geçici sanal refaha yol açmış olduğu bir gerçektir. Türkiye ekonomisinin göbekten dışarıdan sermaye girişine bağlı olması nedeniyle koşullardaki tersine dönüş ekonomik krize ve enflasyonda artışa yol açmıştır. Sermayeye yön verenler fonlarını yönlendirdikleri ülkede yüksek veya tatmin edici bir getiri sağlamayı beklerler. Bir başka deyişle “burunlarını tıkayıp” piyasaya girmenin temel koşulu “piyasa koşullarının” yerine getirilmesi ve “güven”dir.

MERKEZ BANKASI İÇİN 'HOŞ BİR SÜRPRİZ' 

TCMB’ye siyasi müdahale, Banka’nın tutarsız öngörüleri ve uyguladığı politikadaki yalpalanmalar, enflasyon-faiz bağlantısında dünyada kabul gören uygulamaların ve piyasa müritlerinin tersine inatçı bir tutum ve politikada ısrarcı olunması, “ahbap-çavuş” kapitalizmi çerçevesinde kaynakların savurganca kullanılması ve resmi döviz rezervlerinin buharlaştırılması, dışarıya bağımlı bir ekonomide kurun sıçraması gibi etkenler enflasyon üzerinde belirleyici olmuştur. Hükümetin ekonomik krize karşı bir program hazırlamaması, krizin önemli bir ögesi olan enflasyona karşı tutarlı bir politika geliştirmeyerek işi adeta oluruna bırakması söz konusu. Bu koşullarda TCMB’nin sürekli değiştirdiği enflasyon hedeflerinin tutması da bence yalnızca kurum için hoş bir sürpriz olur!

BÜYÜME AMA NASIL? 

Hükümet bir süre dövizi baskılamaya çalıştı ama kurlarda yeniden hareketlilik söz konusu. Önümüzdeki günlerde yeniden bir döviz krizi yaşanır mı? Yaklaşan seçimler öncesi izlenen para ve maliye politikalarını nasıl değerlendirmek gerekir?

Fed’in faizi 50 baz puan artırması ve gelecek için olası bir artışı öngörmesi, uluslararası piyasaları, özellikte de Türkiye gibi kırılgan ekonomik yapıya ve giderek değersizleşen para birimine sahip bir ülkeyi etkilemesi muhtemeldir. Kırılganlık 5 yıllık risk primini (CDS) 2008 sonrasındaki 693,18’ ile en yüksek düzeye çıkarmıştır. Rusya’nın ardından risk açısından üst sıraya yerleşen ülkemizde para ve maliye politikalarının ne derece etkin olduğu ortadadır. Daha önce vurguladığım üzere siyasi yetkililerin ve ekonomi tepe yönetiminde yer alanların krize karşı bir program hazırlamamaları, hamasi söylemlerle sorunu yokmuş gibi geçiştirmeleri, ekonomik-sosyal krizin derinlik kazanarak yaygınlaşmasına yol açmakta ve haliyle enflasyon da alıp başını gitmektedir. Dikkatinizi çekmek istediğim husus sürekli olarak ekonomik büyümeden söz edilmesidir. Ama nasıl ekonomik büyüme? İstihdamsız, ithalata bağımlı ve genelde düşük katma değerli, ihracat artışının daha fazla ithalat gerektirdiği bir sanal büyüme. Bu koşullarda para ve maliye politikasını ayrı ayrı değerlendirmek yerine, makroiktisat politikasının bu iki temel politika aracının belli kesimlere kaynak aktarmaya yöneldikleri ve etkin bir politika uygulamanın uzağında oldukları bilinen bir olgudur.

'KURDA SIÇRAMA RİSKİ ORTADAN KALKMADI'

Uygulamada bu gerçek net olarak ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki, Hazine’nin bankalara sattığı enflasyona endeksli kâğıtların faizi, enflasyonun hızlanmasıyla birlikte artmış ve Hazine’nin faiz yükü Nisan ayında anaparanın üzerine çıkmıştır. Böylece TÜFE endeksli tahviller bankalara çok önemli tutarda mali rant sağlamıştır. Bankacılık sektörüne rant aktarımının diğer bir yöntemi ise TCMB’nin yüzde 14 faizle kredi pompalamasıdır. Bankalar Merkez Bankası’ndan düşük faizle ve yüzde 17 ile halktan topladıkları parayı, Hazine’ye yüzde 23 faizle borç vermişlerdir. Sonuçta KKM sistemi ve TCMB’nin uyguladığı düşük faizden bankalar yararlanmış, 2021’de elde ettikleri toplam net karın yüzde 68’ini 2022’nin ilk üç aylık döneminde kasalarına koymuşlardır. Kaybeden ise Hazine, dolayısıyla düşük gelirli halk kesimleri ve vergilerini ödeyenlerdir. Ekonomik tablo öylesine olumsuz seyretmektedir, döviz ihtiyacı had safhaya ulaşmıştır ki, sağda solda döviz temin etmek için yapılan ve yapılmaya çalışılan swap anlaşmalarının ötesinde ihracat ve döviz gelirlerinin yüzde 40’ının Merkez Bankası’na satma zorunlu kılınmış, bu da yetmemiş döviz talebini kısıtlamak için Merkez Bankası ve BDDK bankaların döviz işlemlerini piyasanın likit olduğu 10:00- 16:00 saatleri arasına çekmesini duyurmuştur. Kısaca mevcut kırılgan yapıda kurda sıçrama riski ortadan kalkmamıştır.

'BÜTÇE GELİR KAYBINA UĞRADI'

Hükümetin dövizi tutabilmek için devreye soktuğu Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesabının hazineye yükü ne kadardır?

Resmi verilere göre KKM hesaplarındaki toplam tutar 810 milyar TL’ye eşitlenmiştir. 23 Mart-8 Nisan arasındaki vadesi dolan hesaplara bütçeden 13,2 milyar TL ödeme yapılmıştır. Kuşkusuz bütçeden yapılan ödemeler belirli gruplara ve şirketlere kaynak aktarımı anlamına geliyor. Burada KKM’yi kullanan şirketler kurumlar vergisi istisnasından yararlanarak 10,1 milyar TL tutarında avantaj sağlamışlar, kısacası bütçe gelir kaybına uğramıştır. Ayrıca vurgulanması gerekli nokta da bu uygulamaya karşın dolarizasyonun devam etmesidir çünkü bankalardaki toplam mevduatın yüzde 60,7’si başta ABD doları olmak üzere döviz cinsindendir.

Fiyatlar hızla yükselirken geniş halk kesimleri de derin bir yoksullaşma içinde. Türkiye seçimlerin arifesinde büyük toplumsal çalkantılara gebe mi?

Geniş halk kesimleri, emekçiler, emekliler, üretici çiftçiler, çocuklar, gençler, yaşlılar, vd., derin bir yoksunlaşma ve yoksullaşma sürecindeler. Bununla birlikte ekonomik kriz sürecinde doğrudan çıkar sağlayan gruplar ve kesimlerin varlığını da dikkat almak gerekiyor. Sosyal ve ekonomik tablo dile getirdiğiniz çalkantının olabileceğini işaret etse de Türkiye’de toplumun büyük bir kesiminin tepkisini doğrudan ortaya koymadığını düşündüğüm için sandığın sabırla bekleneceği kanısındayım. Tabii seçimler zamanında yapılırsa ve sonuçlara doğrudan veya dolaylı olarak müdahale edilmezse. Her tür gelişmenin olabileceğini de düşünüyorum.