Prashad: Sovyetler Birliği’nin başarılarını koruyamadık, cezasını şimdi çekiyoruz

Sovyetler Birliği'nin başarılarının korunamadığını söyleyen Hindistanlı Marksist tarihçi Vijay Prashad, "Ütopyamız bizim elimizden çalındı ve bizim onu geri kazanmamız gerekiyor" diyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR – Bundan 105 yıl önce Çarlık Rusya’sında yaşanan Ekim Devrimi'nde Vladimir Lenin önderliğinde Bolşevikler iktidarı ele geçirip dünya tarihine çok daha farklı bir sayfa ekledi.

Peki Ekim Devrimi neden anılmaya değer? Sovyetler Birliği’nin yıkılması Ekim Devrimi’nin de yenilgisi anlamına mı geliyor? Sovyetler Birliği neyi başardı, nerede eksik kaldı? Leninizm bugünün dünyasına nasıl bir yanıt verebilir? Tüm bunları Hindistanlı Marksist tarihçi Vijay Prashad ile konuştuk.

BİR YILDÖNÜMÜ NEDEN KUTLANMAYA DEĞER?

Öncelikle genel olarak ‘yıldönümü’ kavramıyla söze başlayabiliriz. Sözlük anlamı olarak yıldönümünden bahsedecek olursak çok genel bir tanım yapabiliriz. Takvimlerde ya da ansiklopedilerde bulunan ‘tarihte bugün’ sayfası ve oradaki pek çok önemli-önemsiz tarihi düşünelim mesela. Bu olayların her biri yıldönümlerinde anılmıyor. Ekim Devrimi’ni anmak bu anlamda ne ifade ediyor olabilir?

İnsanlar eğlenceli şeylerdir. Hatırladığınız ilk yıldönümü büyük ihtimalle doğum gününüzdür. Anne babanınız size bir pasta yapar, bir kutlama düzenler, tüm aile toplanır, insanlar yer içer, sizin doğmuş olmanızdan mutludurlar… İnsanların pek çok ritüeli vardır. Birisi öldüğünde de yıldönümlerinde bazen aileler ölenin anısını yaşatmak ve birbirlerine destek olmanın bir yolunu bulmak için bir araya gelir. Kaybetme duygusu paylaşılır. İnsanlar ritüellerin hükmü altında yaşar.

Ya da bazı ritüellerimiz ayın ve güneşin hareketlerine göre düzenlenir. Hasat zamanı, hasat festivalleri düzenlenir mesela. Doğanın cömertliğini kutlayanlar, kötü bir hasat olduğu zaman derdi paylaşmak üzere yeniden toplanır. Ritüel ile bir şeyi kutlama, insan deneyiminin dışarısında olan bir şey değil. Sonsuz geri dönüş miti gibi: Her yıl bir doğum günü, her yıl bir ölüm yıldönümü, her yıl 2-3 hasat festivali…

O halde bu durum neden sosyalizmi kurmak isteyenler için farklı olsun ki? Biz de insanız ve biz de insanların ritüellerin hükmü altında yaşıyoruz. Sosyalist cephede iki çeşit önemli ritüelden bahsedebiliriz. Birincisi tarihteki şehitler ve olaylar. Kavga içinde savaşan ve ölenler ya da yine kaybedilmiş farklı türden ayaklanmalar. Savaşmış insanları hatırlamak istiyoruz. Öyle biri tarafından öldürülmüş olmalarına da gerek yok, sadece ‘ölmüş’ bile olabilirler. Ancak mücadele içerisinde oradalardı. Biz Hindistan’da Bhagat Singh’i hep hatırlayacağız. Henüz 23 yaşındayken 1931’da öldürüldü. Türkiye’de siz Nazım Hikmet’i hatırlayacaksınız. Uluslararası solun en kuvvetli seslerinden biriydi.

Vijay Prashad

‘SOSYALİST GELENEĞİN OLAĞANÜSTÜ OLAYLARI’

İnsanlar gibi olayları da hatırlıyoruz. Ayaklanmalar dikkate değerdir, çoğu kazanamamıştır, ancak biz yine de anıyoruz...

Bunlar yapılıyor evet, ama bir şey daha var ki olağanüstü. Sosyalist gelenekte bazı olağanüstü olaylar var, bunlar her yıl düzenlenen başarısız deneyim anmalarından daha farklı. Tabii sizin siyasi yörüngenize göre farklıdır ama bana sorarsanız böyle 4-5 olağanüstü olay var. Bunlardan bir tanesi elbette Ekim Devrimi’nin yerleştirilmesi. 1917 yılının ekim-kasımında yaşananlar fevkalade şeyler. İnsanlık tarihinde ilk kez, oldukça sıradan insanlar devleti ele geçirdi. Buna benzer bir devrime örnek vermek gerekirse 1804’te Haiti’de yaşanan devrimden bahsedebiliriz. Ancak Haiti Devrimi aynı zamanda devrimi küresel bir karaktere bürüyememişti. Kısmen 1804 yılında Haiti’nin sahip olduğu teknoloji seviyesi nedeniyle. Bundan da öte devrim çok kısa bir sürede ABD ve Fransa tarafından boğulduğu için. Sovyetler boğulmaya karşı savaşabildi ve 70 yıl hayatta kalabildi. Düşününce inanılmaz bir şey bu. Bir insan hayatı demek. Sovyetler Birliği'nin var olduğu zaman aralığının kısalığına her zaman şaşırmışımdır.

Biz aynı zamanda Çin Devrimi’nin doğuşunu da kutluyoruz. 1949’da yaşanan bu devrim de sıra dışı bir olaydır. İnanılmayacak kadar yoksul köylüler Japonya’yı yendi, burjuvaziyi yendi ve boğulma tehditlerine karşı koyabildi. Dile kolay. Kore’de bir devrim yaratmaya çalıştılar, ki bir yerden sonra bastırıldı. Ama yine de Çin Devrimi’nin zaferini kutluyoruz.

Bazı insanlar, herkes değil, Vietnam’daki akıl almaz zaferi hatırlamaya devam ediyor. Vietnam’da iki zafer kazanıldı: Birincisi 1945, diğeri 1975. Bazı insanlar bu tarihleri anıyor, geleneği hatırlayan insanlar. Ve son olarak belki de en inanılmaz olanı elbette 1959’daki Küba Devrimi. Bir avuç insan kitlesel bir ayaklanma başlatıp aşırı derecede gaddar bir polis devletini yıkabildi. Ve ardından başarının devamını sağlayabildiler.

En nihayetinde hepimiz insanız ve pek çok şeyi anıyoruz. Ancak bunlar özel şeyler çünkü sıradan insanların binlerce yıllık çürümüş düzene ‘Hayır, teşekkür ederiz’ dedikleri anlar. Sovyetler sadece 1917’nin şubat-martında Çar’ı ya da ekim-kasımında Kerenski Hükümeti'ni (1) yıkmadı; binlerce yıllık düzeni yıktılar.

TEORİYİ İNSANLARLA BULUŞTURAN TÜNELLER

'Arap Baharı, Libya Kışı' isimli kitabınızın henüz başında Karl Marx’ın devrimciler için kullandığı ‘köstebek’ metaforunu hatırlatmıştınız. Devrimleri köstebeklerin yeryüzüne çıktığı anlar olarak değerlendirilen örnekte asıl önemli olanın yukarı çıkıştan önce kazılan tüneller olduğunu görüyoruz. Tüneller için harcanan emeğin, devrimin başarısını belirleyeceğini varsayacak olursak Ekim Devrimi hakkında neler söyleyebiliriz?

Ekim Devrimi’nin yüzüncü yıldönümünde, Hindistan’da LeftWord Books olarak Cecilia Bobrovskaya’nın anılarını yeniden bastık. Sıradan bir Bolşevik olan Bobrovskaya, inanılmaz birisiydi, anılarını yeniden basıyor olmak beni çok heveslendirmişti. Neden mi? Devrimden sonra Bobrovskaya çok küçük bir apartman dairesinde yaşamaktadır. Biri Lenin’e gelip Bobrovskaya’nın oldukça kötü koşullarda yaşadığını söyler. Lenin de Bobrovskaya’nın tüm Bolşeviklerin yaşadığı topluluğa taşınması talimatını verir. (Bilmiyorum biliyor musunuz, topluluk derken Moskova’da devrim öncesi Bolşevik ve kimi Bolşevik olmayan devrimci emektarlar için ayrılmış bir toplu konut biriminden bahsediyoruz.) Böylece Bobrovskaya topluluğa katılır. Çevresindekiler ise bir süre sonra anılarını yazması gerektiği konusunda Bobrovskaya’ya ısrar ederler.

Anılarındaki dikkat çekici şey ise şudur. Bobrovskaya dindar bir Yahudi ailede doğar büyür. Evin babası çalışmak yerine dua etmekle meşguldür. Anne ise çamaşırcı olarak çalışır. Çok zor koşulların olduğu bir ev… Zaman içerisinde Bobrovskaya da keskinleşir, sendikalara katılır, aşarı cesur bir örgütçüye dönüşür, sonuç olarak Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne (RSDİP) katılır, daha sonra bu partinin Bolşevik kanadında yer alır… Lenin sürgündeyken Bobrovskaya kurye olarak Rusya’dan İsviçre’ye mesaj taşır, sonra onun mesajlarını da Çar’ın imparatorluğuna getirir. Gazeteleri zar zor insanlara ulaştırır, Petersburg’da, Moskova’da birimleri örgütler...

Çok ama çok ilgi çekici bir hayat! İşte bu kitap size tünellerin nasıl inşa edildiğini anlatıyor. Devasa disiplin ve çaba ile inşa ediliyor. Biri Bobrovskaya’nın hikayesini sevebilir, ancak onun gibi pek çok Bolşevik var. Hayatlarını sendikalarda geçiren, halk mücadelesini, kadın mücadelesini yükselten… Ya da çocukları savaşa giden anneler…

Solun partisinin yapması gereken halk mücadelelerine eşlik etmektir. Öncü partinin yapması gereken budur. Öncü, bir tepeye tırmanıp sonra da “Hey dinleyin, benim yanıma gelin” demez. İnsanların güvenini inşa eder, insanlara öncülük eder… Çünkü teorisi olan bir gelenekten geliyorsunuzdur. Neler olduğunu belki kısmen anlayabilirsiniz, en azından sadece mücadele eden birinden daha iyi anlayabilirsiniz. Bobrovskaya gibi öncü insanlar gelip insanları bu teori ile buluşturur.

Mesela Bobrovskaya fabrika toplantılarında konuşur. Bu da onu oldukça saygıdeğer kılar. Çünkü her gün oradadır. Disiplinli ve kabiliyetli bir insan. İşte Çar İmparatorluğu'nun altında Bobrovskaya gibiler tünel kazıyordu. O, en büyük köstebeklerden bir tanesiydi ve RSDİP’in içerisinde onun gibi on binlercesi vardı. Lenin’den talimatları alıyorlardı. Lenin’in önemli özelliği de burada duruyor, hareketin içerisindeki en iyi sentezleyiciydi. Çar İmparatorluğu’nun her noktasından raporlara ulaşıyor, bu raporları sentezleyip geri göndermek üzere “Bu konuda benim düşüncem şudur, insanların durumu ve ruh hali şudur” gibi bir rapor hazırlıyordu. Yani öyle kafasından geçen herhangi bir şeyi söylemiyordu. Komünist bir örgütün lideri bir sentezleyicidir. Tırnak içerisinde söylemek gerekirse illa ‘orijinal düşünürler’ değildirler. Öyle bir iddiaları da yoktur. Hareketin sesi ve sentezleyicisidirler, çok kilit bir rol bu. Lenin sentezlere dayanan talimatlar gönderiyordu ama Bobrovskaya ve onun gibilerin sayesinde. Ki biliyorsunuz ki pek çoğu da bu yolda öldü. Tüneli yaratan bunlardı.

‘KIRSALDA SOSYALİST BİRLİĞİ KURMANIN ZORLUĞU’

Sizce Ekim Devrimi’nin yeteri kadar tüneli kazıldı mı? Ya da köstebekler yeri geldiğinde yukarı çıkabildiler mi?

Hayır, kazmadılar. Çünkü RSDİP’in, Bolşevik kanadın en büyük eksikliklerinden bir tanesi kırsaldaydı. Kırsal bölgelerde çok daha güçsüzlerdi. Önceki siyasi yapılanma olan Narodnikler orada daha büyük bir rol oynuyordu. Rusya’nın bazı bölgelerinde RSDİP’in diğer kanadı Menşevikler daha büyük bir rol oynuyordu. Bunların yanı sıra bir çeşit tarımsal sosyalistler vardı. Bolşevikler başta çoğunlukla fabrika odaklı kentsel bir siyasi yapılanma oldu. Çar’ın imparatorluğu için bu çok da iyi değildi, çünkü ülkenin ezici bir bölümü sırtını tarımsal ekonomiye dayıyordu. İmparatorluğun sadece Avrupa’ya yakın bir kısmının bir ölçüde endüstriyel olduğunu söyleyebilirdik.

Dolayısıyla tarımsal alanda yeteri kadarda tünel kazımı yapılmadı. Bu nedenle ilk 10 yılda çok fazla hata yaptılar. Buna zorunlu kolektivizasyon gibi uygulamalar da dahil. Sanırım tarım konusunu iyi kavrayamamışlardı, köylülere yeterince eşlik etmemişlerdi. Köylülükle ilgili ‘kulaklar’ gibi teorileri vardı ama örgütlerinin ta kendisi alanda güçlü değildi. Aslında bakarsanız Çin ve Vietnam hariç tüm sol hareketler için de aynı yorumu yapabiliriz, kırsal alanda bir zayıflık var, bu bir gerçek.

Bu zayıflığın nedenlerinden bir tanesini size söyleyeyim. Bunu Hindistan’da fark ediyoruz. Dürüst olalım, komünistler öyle yerden biten şeyler değil, bir sürecin sonucunda ortaya çıkıyorlar. Dolayısıyla oldukça uzak bir kırsal bölgede birisi doğar doğmaz ben komünistim diyemiyor. Bu yüzden bir komünistin kırsala gitmesi gerekiyor. Çünkü orada insanlar mücadele veriyor. Çeşitli mücadele türleri bunlar, tarihinde bunlar var ancak kendi kendine komünizm üretmiyorlar. Yanlışım varsa düzeltin lütfen tüm deneyimlere hakim değilim ancak bildiğim kadarıyla kırsalda kendi kendine ortaya çıkmış bir komünizm yok. Çin’de bile, birinin teoriyle kırsala gitmesi gerekiyordu. Bunu yapan da Şangay merkezli şehir komünistleriydi.

Çar İmparatorluğu gibi yerlerle komünistler bunu yaptıklarında hemen göze çarpıyorlardı ve güvenlik güçlerince öldürülüyorlardı. Bunu Afganistan’da gördük. İnsanlar komünistlerin çoğunlukla şehir merkezli oluşunu eleştiriyor. Bunun nedeni kırsalda çok fazla yoldaşın öldürülmüş olması! Hatta aynı durumu Türkiye için de söyleyebiliriz, diktatörlük döneminde kırsala çıktıklarında büyük zorluk yaşadılar. Öldürülmedilerse tutuklandılar ya da sürgüne gönderildiler. Oysa kentlerde onları saklayabilirsin. Küçük bir şehirde kolay göze çarparsınız ve polis sizi çok çabuk yakalayabilir. Diğer taraftan daha büyük şehirlerde çok daha fazla insan, çok daha yoğun bir şekilde yaşıyor. Siz de bir şekilde içinde kaybolup gidebilirsiniz.

Kırsalın aksine fabrikalarda komünistler kendi kendine üretilir. Kırsalda belki şahsına münhasır örnekler vardır ama genel olarak bu durumdan bahsedemeyiz. Sorumuz Bolşevikler bir hata yaptı mı yapmadı mı değil, soru kırsalda birbirine bağlı sosyalist bir birliği kurmanın zorluğu.

‘LENİN’İN ATILIMI HÂLÂ BOZULMUŞ DEĞİL'

Biraz bugüne doğru gelelim. Bir süredir sıkça duyduğumuz bir tanım var ‘21'inci yüzyıl sosyalizmi’. Kimi sol-sosyalist hareketler ideolojik arka planlarını böyle adlandırmayı tercih ediyor. Sosyalizm sahiden çağdan çağa farklılık gösterebilen bir şey mi? Öyleyse bugün ‘21'inci yüzyıl Leninizmi'nden de söz edebilir miyiz?

Yüzyıllar insan ürünüdür. Şimdi size “3'üncü yüzyıl ile 4'üncü yüzyıl arasındaki farklar nedir” diye sorsam ne diyebilirsiniz? Aynı şey 20 ve 21'inci yüzyıllar için de geçerli. Bunlar takvimlerin aktarımlarıdır. Sorulması gereken soru bu nedenle temelde şudur “21'inci yüzyıl sosyalizmi derken ne demek istiyoruz?” Ben genellikle böylesi tabirlerin fazla bir içeriği olmadığını düşünüyorum. Çağımızda sosyalizm düşüncesini yeniden canlandırmak mı? Tamam bu iyi bir çıkış noktası ama içeriği nedir?

Bence Lenin’in en büyük atılımı, sosyalizmin öncelikle sanayileşmiş ülkelerde gerçekleşeceği varsayımını yıkmasıdır. Marksist öngörü buydu. Lenin illa böyle bir durum olmadığını hatta belki tam tersinin gerçek olduğunu, en zayıf halkaya yüklenebileceğini, devrimin böylece yaratılabileceğini ancak daha sonra üretici güçleri inşa etmek gerekeceğini gösterdi. İşte Lenin’in büyük atılımı budur. Geleneği harika bir şekilde ileriye taşıdı. Bu da henüz hâlâ bozulmamış görünüyor. Mesela Çin’in tarihini hepimiz gördük. Çin üretici güçlerin inşaatı etrafından zigzaglar çiziyor, ülke içerisindeki milyoner sınıfla mücadele ediyor. Çin’de yaşananlarda ve hatta Hindistan’daki mücadelelerde Lenin anlayışının çekirdeğini geçersiz kılan hiçbir şey yok.

Benim herhangi bir şeyin 21'inci yüzyıl versiyonuna ihtiyacım olduğunu düşünmüyorum. İhtiyacım olan şey Marksizmin bir din olmadığını kabul etmek. Kapitalizmin bir eleştirisi olan Marksizmin 19'uncu yüzyılın değil, bugünün kapitalizmini eleştirdiği gerçeğine ihtiyacım var. Bu nedenle kapitalizmin bugün nasıl varlığını sürdürdüğünü en iyi şekilde kavramak gerekiyor. Büyük fabrikalardaki yıkım, dijital teknolojinin kullanımı, iletişim ve ulaşım alanındaki inanılmaz ilerleme… Bunlar kapitalizmin karakterini değiştiren şeyler: Kâr yapma olanaklarını arttırdı, devasa boyutlarda artı değer üretti ve bu da finansallaşmayı yarattı.

Tüm bunlar Marx tarafından gösterilen şeyler. Ancak yine de Marx nasıl olur da kendinden 160 yıl sonra yaşananları öngörebilir? Kendisi bir peygamber falan değil ki? Sermayenin çok iyi bir eleştirmeniydi. Kapitalizmin özünü hâlâ zarar görmeden varlığını koruduğu için Marksizm de hayati önemini koruyor. Ancak Marksizm ampirik gerçekliğe bakar. Şimdi, bugünün ampirik gerçekliğinin dışarısında bir sosyalizm inşa etmek isterseniz, bu kesinlikle Ekim Devrimi’nin bir yansıması olmayacak. Sovyetler Birliği’nde 1970’lerde planlama alanında kullanılan tüm bilgisayar kapasitesi muhtemelen şu anda sizin telefonunuzun içerisindedir. Muhtemelen akıllı telefonlarınız, onların tüm bilgisayar kapasitelerine bedeldir. Bugün bir ekonomik modeli planlama kapasitemiz inanılmaz derecede farklı.

Dolayısıyla bizim bugünkü teknolojilere, bugünkü artı değere, bugünkü insan kapasitesine dayanan bir sosyalizm üretmemiz gerekiyor. Buna eğer ’21'inci yüzyıl sosyalizmi’ demek isterseniz bir sorun yok. Ama ben sadece ‘sosyalizm’ diyorum. Ortada yeni bir şey yok; kapitalist ilişkilerin ötesine geçmek için verilen aynı mücadeleden bahsediyoruz. Faşizan eğilimlere kıyasla daha eşitlikçi bir sistemi kurmak…

‘’SOVYETLER’DE İNSAN HAKLARI YOKTU’ DİYEMEZSİNİZ’

Faşizan eğilimlerden söz etmişken, belki son olarak bugün dünyada yükselen sağ dalgaya dair konuşabiliriz. Dünyanın pek çok bölgesinde aşırı sağın ve faşist eğilimlerin ciddi anlamda güç kazandığını hatta kimi zaman iktidara geldiğini görüyoruz. Sol kanatsa kimi zaman mücadelesini kendini böylesi akımların karşısında tanımlayarak veriyor. Solun bir ‘anti’ hareket içerisine sıkışma riskinden söz edebilir miyiz? Böylesi bir sağ yükselişe karşı sadece bir karşıt hareket mi olmak gerekiyor? Yoksa daha kapsamlı bir hattın inşası faşist yükselişe karşı mücadeleyi de içerisinde barındırabilir mi?

Sovyetler Birliği 1991’de çöktükten sonra Batı ülkelerinde çöküşü arzulayanlar tarafından sınırsızca yürütülen bir çaba vardı: Sovyet deneyimini tamamıyla başarısız resmetmek. Diğer Doğu Avrupa örnekleri için de aynı şey söz konusuydu: ‘Otoriter’, ‘başarısız’ ya da ‘insan haklarının tamamen unutulduğu’ deneyimler olarak sunuldu. O dönem 1990’lı yıllarda bu hücumu geri ittirecek bir imkân da yoktu. Bir rutin haline dönüştü ve sol kanat tarihçiler bile çıkıp bir söz söyleyemedi. Aksi takdirde ‘Stalin savunucusu’ ilan edilirlerdi. İnsanları itibarsızlaştırmanın sonsuz yolu vardı.

Biz Sovyetler Birliği hakkında gerçeği sunmaya çalışıyoruz. Gerçek şu ki ilk yıllarında Sovyetler Birliği kürtajın her halükârda yasallaştığı ilk ülkeydi. Kadınların ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu, eşit miras haklarının geçerli olduğu, kadınların Batı’dan çok daha önce seçme ve seçilme hakkı kazandığı bir yerdi… Tüm bu saydıklarımız sadece bir başlık altında yer alıyor. Daha pek çok başlık var: İlk kararnamelerinden bir tanesi toprak hakkındaydı, Çarlık İmparatorluğu'nda okuryazarlık oranları yerlerdeydi, yüzde 20’lerden bahsediyoruz. 25 yılda bu oran neredeyse yüzde 80’lere, 1950’lerde ise yüzde 100 okuryazarlık oranına ulaşıldı.

Sovyetler Birliği’ndeki ilerlemeler sahiden inanılması güç ilerlemeler. Açlık gibi bir şeyin yok edilmesi örneğin. Evet, geniş bir tüketim ürünleri yelpazesine ulaşmak mümkün değildi. Ancak açlık, okuma yazma yoksunluğu gibi onur kırıcı durumlarla da karşılaşmıyordunuz. Biz insan haklarından bahsederken aslında bir şekilde burjuva haklardan söz ediyoruz. Oy kullanma hakkı, ifade özgürlüğü gibi. Bunlar gerçekten de önemli haklar. Adlarına ‘burjuva haklar’ deyip bir köşeye atmak istemiyorum. İfade özgürlüğü çok ama çok önemli bir hak, siyasi kurumların var olabilmesi çok önemli bir hak. Ancak açlığın ortadan kaldırılması da bir insan hakkı. Bir eve sahip olmak da bir insan hakkı. Bu yüzden kalkıp ‘Sovyetler Birliği’nde insan hakları yoktu’ diyemezsiniz.

‘ÜTOPYAMIZI ÇALDILAR, GERİ KAZANMALIYIZ’

Pek çok hakkı korumayı başarabilmişlerdi. Ancak biz Sovyetler Birliği'ne karşı yürütülen bu inanılmaz kampanyaya karşı çıkmayı başaramadık. Cezasını ise şimdi çekiyoruz. O tarihten bu yana gelen kuşaklar kapitalizmde bir şeylerin yanlış olduğunu dile getirmek istiyor, anti kapitalistler. Ancak istedikleri şeye sosyalizm demeye istekli değiller, çünkü ütopyamız bizden çalındı. Daha farklı bir şey hayal etme kapasitesini bizden çaldılar. Bu nedenle tüm bu kuşaklar böyle büyüyüp sadece kapitalizmin eleştirisi noktasına kadar gelebildi, bir sonraki adımı atmaya gönülsüzler. Çünkü bir sonraki adımı attıklarında otoriterliği savunmaktan endişeliler. İnsanların ya böylesi bir konumu savunmak için yeterli bilgileri, ya da yeterli cesaretleri yok. Çünkü bunu savunmanın cezası çok büyük. Öyle kolay değil oturup “Yani aslında bence Sovyetler Birliği harika şeyler yaptı” ya da “Doğu Almanya inanılmaz şeyler başardı” demek. Tabii ki çok fazla hata vardı, bunların farkına varalım ama mesela Doğu Almanya sahiden 45 yıl içerisinde çok şey yaptı. Ama bunları söylemeye pek alan açılmıyor.

Örnek vermek gerekirse ben pek çok Afganistanlı komünist ile röportaj yaptım ve 1978 Sevr Devrimi’nden her şeyin yıkıldığı 1980’lerin ortalarına kadar Afganistan hükümeti üzerine çok çalıştım. İnanılması güç şeyleri başarmışlar. Kırsaldaki okuma yazama seferberliğine katılmak üzere binlerce genç gönderilmiş. Zamanında Kübalıların yaptıklarına çok benzer bir şekilde. Küba da korkunç okuryazarlık oranlarından yüzde 100 oranına ulaştı. Sık sık Küba’da bulunuyorum, ülkede şöyle bir dolaştığınızda insanların ne kadar eğitimli olduklarını görüyorsunuz. İnsanlar yaşananları anlıyor, gidip de üç beş yalan haberin peşinden koşmuyor. Bunlar insan yaşamının önemli elementleri…

Özetle ütopyamız bizim elimizden çalındı ve bizim onu geri kazanmamız gerekiyor.

1) Aleksandr Kerenski: Şubat Devrimi’nden sonra kurulan geçici hükümetin son başbakanı, Sosyalist Devrimciler üyesi.