Postdam’ın ardından sağcıların dezenformasyon sarmalı nasıl işliyor?

Göçmenlerin tehcirinin planlandığı Postdam toplantısı ortaya çıktığından beri aşırı sağcı parti AfD, siyasi kararsızlık, kurban rolü oynama ve karşı saldırıdan oluşan bir iletişim döngüsü kullanıyor.

Fotoğraf: Reuters
Google Haberlere Abone ol

Almanya, yaklaşık üç haftadır, aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi'nin (AfD) üst düzey isimleriyle neo-Nazilerin katıldığı Postdam’daki gizli toplantıdaki master planı konuşuyor. Milyonlarca göçmenin Almanya’dan tehcirini kapsayan bu planın ifşa edilmesinden bu yana Almanya çapında yüz binlerce kişi aşırı sağ oluşumlara ve AfD'ye karşı gösteri yaptı. Yüzbinleri bulan katılım sayısı, ülkeye yayılan protesto gösterilerinin başlamasından yaklaşık iki hafta sonra dahi tepkinin hâlâ yüksek olduğunu ve eylemlerin bir süre daha devam edeceğini gösteriyor.

Üst düzey AfD'li siyasetçiler, Neo-Naziler, milliyetçi-muhafazakârlar ve paranın musluğunu elinde tutan kodamanların katıldığı Postdam’daki gizli toplantıyı deşifre eden araştırmacı gazetecilik ağı Correctiv’in haberi bir taraftan gazeteciliğin gücünü kanıtlıyor. Öyle ya zaman ve bütçe ayrıldığında nicedir burun kıvrılan araştırmacı gazeteciliğin, “algoritma bağımlısı” yeni medyadan daha güçlü olduğu da görülmüş oldu.

Ama yine de sakin olalım. Dezenformasyonun, yarı gerçeklerin, yanlış çerçevelemenin, planlı bir propagandanın iç içe geçtiği, yalanın hakikate galebe çaldığı gerçeklik-sonrası bir dönemde yaşıyoruz. Nitekim ülke çapında yüzbinler sağcılara karşı gösteriler düzenlerken, bir taraftan da Almanya’da sağ eğilimli kitleler karanlık bir dezenformasyon sarmalının içine doğru hızla çekiliyor.

GAZETECİLER TEHDİT EDİLİYOR

Bir kere şu döngüden çıkamıyoruz: Aşırılıkçı sağcılar hakkında haber yapan gazeteciler tehdit ediliyor - dünyanın neresinde olursa olsun böyle olduğu bir kez daha kanıtlandı. ‘Almanya'ya karşı gizli plan’ başlıklı haberin yayımlanmasından sonra Correctiv nefret ve tehdit bombardımanına tutulmaya başlandı.

Sosyal medyada Neo-Nazilerin bireysel veya anonim hesaplardan yazdıkları hakaret mesajlarının yanı sıra bizzat AfD'nin, partinin çeşitli kanallarında paylaşılan, ‘Correctiv’in iç işleyişi’ başlıklı bir mesaj yazdığı ortaya çıktı. Mesajda, “Gazetecilik kisvesi altında propaganda yapıp kara çalanlara ve aşırı solculara hadleri bildirilmelidir!” yazıyordu. Ayrıca, 18 Ocak’ta, bir Correctiv muhabiri telefonla tehdit edildi; ismini vermek istemeyen kişi, telefonla aradığı muhabire ‘bir polis koruması olup olmadığını’ sordu.

Diğer taraftan AfD tarafından söz konusu haberi ve kendilerine karşı düzenlenen kitlesel gösterileri itibarsızlaştırma kampanyası başlatıldı.

BİRİNCİ ADIM: SKANDAL TERSİNE ÇEVRİLİYOR

Eğer dezenformasyonu sistematik olarak kullanır, dezenformasyonun da dezenformasyonunu yaptığınız bir kısır döngü oluşturursanız, sonunda karşı gerçeklik yaratırsınız. AfD iletişim stratejisi temel olarak ‘karşı gerçeklik’ yaratmaya dayanıyor.

Örneğin bu günlerde Almanya’da sokağa çıkanlara sorarsanız Postdam toplantısını, AfD açısından bir skandal olarak nitelendirirler. Ancak, AfD lideri Alice Weidel’e göre “hükûmetin ve yardımcısı Stasi medyasının onlara kurduğu bu komplo asıl skandal!”

Başa dönelim: Weidel haber ortaya çıkar çıkmaz bunun gizli bir toplantı değil, “özel bir yemek” olduğunu savundu. Yani bir şeyi gizlemedi, sadece durumu tersine çevirdi. “Özel bir yemeğe casus gibi sızılarak” yapılan “sözde haberi”, “yalan”, “iftira” ve “skandal” olarak nitelendirdi.

Parti liderinin, 31 Ocak’ta, Federal Meclis’teki konuşması da partinin iletişim stratejisinin ana metni gibiydi. Bu konuşmada Weidel Correctiv’i, eski Doğu Almanya istihbarat ve güvenlik teşkilatı Stasi’ye benzetti. Meclis konuşmasında, “hükûmetin Stasi yardımcısı” dediği Correctiv’in, “hükûmet tarafından vergi mükelleflerinin parasıyla beslenen çok sayıdaki sivil toplum kuruluşundan biri olduğunu” ileri sürdü.

Stasi, Almanya’nın toplumsal tarihinde antidemokratik uygulamaları, siyasi cinayetleri, her türlü karanlık dalavereyi çeviren eli kanlı casusları ve Doğu Almanlara yıllarca uygulanan zulmü temsil ediyor.

Skandalı tersine çevirme stratejisiyle AfD daha ilk andan itibaren mağduru oynadığı ışıklı bir sahneye çıktı. Bugünlerde o sahneden konuşanlar, AfD lideri Weidel’in iddialarını tekrar ediyor.

İKİNCİ ADIM: YENİ BİR HİKÂYE YAZILIYOR

Correctiv haberinin yayınlandığı günlerde Almanya’da hükûmetin tarım politikalarını protesto eden çiftçiler, başkent Berlin'de on binden fazla traktörle hayatı durma noktasına getirmişti. Ondan önceki hafta da tren grevleri vardı. AfD’nin birkaç haftadır devam eden bu gösterileri hükûmete karşı kitlesel bir gösteri dalgasına dönüştürmek istediği, Neo-Nazi grupların da protestolarda görünür olduğu yazılıyordu.

Fakat Postdam’daki gizli toplantı haberinden sonra sokakları bu kez AfD karşıtı yüzbinler doldurdu.

Bu durumda AfD sağ popülist siyasetçilerin yaptığını yaptı ve bu karşıtlığı kullanarak kendi hikâyesini yazmaya başladı. Facebook, TikTok, X platform ve kendilerini ‘alternatif medya’ olarak tanımlayan AfD yanlısı blog ve yayın organlarında bugünlerde şu hikâye anlatılıyor: “Hükûmet kendisine karşı düzenlenen protestolardan dikkati başka yöne çevirmek için bir skandal uydurdu, masrafları hükümet tarafından karşılanan dernekler, medya ve aşırı solcular seferber edildi, halktan gerçekleri saklamak için AfD hedefe konuldu ve yalanlara, iftiralara dayanan plan devreye alındı.” 

Bu karşı hikâye ve komplo teorileri parti lideri Weidel’in Meclis konuşmasından türetiliyor ve çeşitlendiriliyor. Weidel, “Yangın var. Almanya'da bir yangın var!” diye başladığı konuşmasına şöyle devam etmişti: “Bu ülkenin ezilen emekçileri sokaklara dökülüyor. Çünkü daha fazla dayanamıyorlar. Ama medya bunu gizliyor. Hükûmet düzeltici adımlar atmak yerine, orta sınıfların protestolarına ve giderek daha fazla vatandaşın umut bağladığı muhalefet gücüne karşı, eşi benzeri görülmemiş bir iftira kampanyası yürütüyor.”

“Kitleler aslında AfD’den değil, hükûmetten rahatsız ama bunu saklamak için komplo kuruldu” hikâyesi, çeşitli komplo teorileriyle süslenip dilden dile anlatılmaya devam ediyor.

ÜÇÜNCÜ ADIM: ŞÜPHE TOHUMLARI EKİLİYOR

Tamamen karşıt bir hikâye yazmanın kanıtlanmış formülü var: Rakiplerinize karşı yanlış söylentiler yayar, ortalığa şüphe tohumları ekersiniz. Eskiden beri kullanılan bu stratejiyi uygulamak artık daha kolay çünkü günümüzde herkes medyada içerik üretebiliyor. Aşırı duygusal, güldüren veya öfkelendiren, toplumsal hassasiyetlere dokunan kısa ve yüzeysel içeriği ciddi ve gerçeklere dayalı mesajları tercih eden algoritmalarla işleyen yeni medyada yanlış söylentiler artık gerçeklerden daha hızlı yayılıyor. Çünkü algoritma böyle işliyor. 

Nitekim AfD ve parti yanlısı “alternatif medya” da sokak gösterileri fotoğraflarının  manipüle edildiğine dair yanlış söylentiler yaymaya başladı. AfD yanlısı yazarlar gösterilerin, “aslında o kadar kalabalık olmadığını”, “medyanın fotoğrafları manipüle ederek, alanları daha kalabalık gösterdiğini”, hatta evet, “gösterilere katılanların parayla tutulmuş oyuncular olduğunu” iddia ediyor.

Bu arada Thüringen eyaleti AfD lideri Björn Höcke’nin X hesabında, ZDFheute kanalının Hamburg şehir merkezinde düzenlenen mitingden kullandığı bir fotoğrafı paylaşarak üzerine, “Taşıma kalabalıklar AfD'ye karşı gösteri yapıyor. Fakat bu arada medyanın yaydığı görüntülerin pek çoğunun manipüle edildiği aşikâr. Bunu yapmaya neden ihtiyacı duyuyorlar?” yazması da fitili ateşledi.

ZDFheute günlerce fotoğrafın manipüle edilmediğini kanıtlamaya çalıştı, hatta X platform Höcke’nin paylaşımının altına fotoğrafın manipüle edilmediği, fotoğrafın kaynağının Alman haber ajansı dpa olduğu ve teyit edildiği mesajını paylaştı. Ama ne gam! Höcke paylaşımını silmedi, düzeltmeye rağmen, sağ yelpazeden çok sayıda alternatif medya, ZDFheute fotoğrafının manipüle edildiğini yazdı, bu yanlış mesaj hâlâ paylaşılarak yaygınlaştırılmaya devam ediliyor.

AfD’NİN İLETİŞİM STRATEJİSİ

Devreye planlı bir propagandayı alıyorsanız artık hiçbir şey tesadüf değildir. ZDFheute’ye konuşan araştırmacı Julia Ebner’e göre sonunda halkın neyin yanlış, neyin doğru olduğunu bilemeyeceği bir dezenformasyon sarmalı yaratılan iletişim stratejisi uzun zamandır Putin ve Kremlin tarafından da kullanılıyor. Bir diğeri de elbette Trump!

AfD de bundan eksik kalacak değildi.

AfD’nin, sosyal medyada duygusal içeriklerin gerçeklerden çok daha hızlı yayıldığını diğer partilerden önce fark ettiğine dikkat çeken Ebner, partinin yaygın bir erişimle başlıca sosyal ağları domine ettiğini, sosyal ağlar üzerinden dezenformasyonu yaygınlaştırdığını anlatıyor. Ebner'e göre bu dezenformasyon kampanyasının ardında açık bir strateji var: Yüz binlerce kişinin protesto gösterisi yapması AfD’yi rahatsız ediyor ve “halkın partisi” olma iddiasını sürdürmek için tek çıkış yolunu, protestoların büyüklüğünü ve anlamını sorgulamakta görüyorlar. “Çok sayıda insanın katıldığı bu tür büyük protestolar, AfD ortamında bilişsel uyumsuzluğa yol açıyor. Çünkü bu durum kendi çoğunlukta olma fikirleriyle uyuşmuyor” diyen Ebner için AfD’nin kullandığı yöntem de tanıdık: “Haberlere karşı güvensizliği körüklemek ve kurban rolünü oynamak.”

İşte, burada da “biz” ve “onlar” karşıtlığı devreye giriyor; AfD bu karşıtlığa sıkı sıkı sarılıyor. Sık sık “Biz halkın sesiyiz” demeleri bundan, kendinden başkalarını ise “kendi medyaları aracılığıyla vatandaşlara yalan söyleyen eski partilerin politikacıları” olarak tanımlıyorlar.

Sağ popülistlerin iletişim stratejileri üzerine birçok kitap yazan siyaset ve iletişim danışmanı Johannes Hillje de Frankfurter Rundschau’a verdiği görüşte Ebner’le aynı fikirde. Hillje’ye göre de AfD siyasi kararsızlık, kurban rolü oynama, medya ve rakip partilere yönelik karşı saldırılardan oluşan bir iletişim döngüsü kullanıyor: “Destekçileri yerleşik medyaya ve partilere son derece güvensiz olduğu için bu strateji işe yarıyor.”

AfD'yi bu noktada diğer partilerden ayıran en önemli özellik, iletişim kanallarını dördüncü kuvvet medyanın bir tamamlayıcısı olarak değil, onun yerine geçecek bir unsur olarak görmesi. Parti lideri Weidel’in 2018’de, Alman televizyon kanalı ARD’yi örnek göstererek, “Almanlar sonunda ARD'yi değil, AfD'yi izleyecek” dediğini hatırlaran Hillje, “Yerleşik medyaya ve demokratik kurumlara olan güven yıllardır bu şekilde erozyona uğradı” diyor: “Sonuç olarak, insanlar artık sadece AfD çevresinden güvenilir olduğunu düşündükleri sözcülere ve habercilere - söylediklerinin içeriğine bakmaksızın - inanıyor. Çünkü artık mesele ne söylendiği veya hangi argümanın daha geçerli olduğu değil, ‘kimin söylediği.’ İfadenin kanıtlanıp kanıtlanamayacağı önemli değil. Gerçek artık mesele değil.”

Şimdi asıl soru şu: Gerçekler ve araştırmacı gazetecilik mi, yoksa yalanlar ve algoritma bağımlısı yeni medya mı kazanacak? Demokrasi mi, aşırı sağ mı?…