YAZARLAR

Popülistlere karşı ne yapmalı!

Bazı filmlerin kötü olmasının tuhaf bir çekiciliği vardır. Çünkü üzerine uzun uzun konuşabileceğiniz kadar malzeme sunar. Neil Burger’ın yazıp yönettiği “Gezginler” de öylesi filmlerden. Bilimkurgudan ergenlik psikolojisine, idealizmden popülizme kadar malzeme bol…

Bir grup insanın soyumuzun geleceğini kurtarmak üzere uzay gemisine doldurulup yıllarca sürecek seyahatlere çıkartılmasına dair filmlerin sayısında hatırı sayılır bir artış dikkat çekiyor. Yakın uzay artık bir gizem olmaktan çıktığı içindir belki de. Tek başlarına birçok ülkenin gelirinden fazla servete sahip olan botokslu adamların özel oyuncaklarıyla zırt pırt uzaya gidip geldiği bir çağda, bilimkurgunun ufukları da daha uzaklara bakmak durumunda tabii ki. Aslında, dünyanın insan soyu için bir noktada yaşanılamaz hale geleceği öngörüsü önce Mars’ın hedefe konulmasına neden olmuştu. Oraya gidip koloni kurup soyumuzu sürdürebilir miydik? Kızıl gezegenin buna pek müsait olmadığı, ama madenlerinin pek kıymetli olduğu anlaşılınca sadece emperyalist devletler ve küresel şirketlerin ilgi alanında şu aralar orası. Haliyle soyumuzun devamı için dünyaya benzeyen bir gezegen arayışı da filmlere kaldı. Onların içeriği de çoğunluğu Güneş Sistemi dışında bir yerler keşfetmek, keşfedilen yerlere yerleşip medeniyeti yeniden inşa edecek yolculuklar tasarlamak üzerine inşa edildi. Ama pek mahir oldukları söylenemez. Yakın dönemde izlediğimiz “Uzay Yolcuları”, “Kaçak Yolcu”, “Oksijen” gibi bu motivasyona sahip yapımlar sınıfı geçmekte başarısız oldular.

İnsan soyunun yürüyüp yürümemesinin neden bu kadar önemli olduğu, dünyayı yok etmek üzere olan bir türün başka bir gezegeni de mahvetmesinin gerekli olup olmadığı soruları bir yana, bütün bu yapımların (ve aslında uzay filmlerinin çoğunun) fetihçi bir bakışla inşa edildiğini biliyoruz. Burjuvazinin sömürge zamanlarının bilinçaltının dışa vurumu gibi adeta. Başka dünyaları kolonize etmek, sömürmek ‘gelişim’ olarak sunulur türün filmlerinin çoğunda. Malum emperyalist ülkeler sömürgeleştirmeyi de benzer bir tezle meşrulaştırmaya çalıştılar on yıllar boyunca. Neyse diyeceğim o ki, film olarak vasatın sınırlarına ulaşamasa bile, söylem olarak bütün bunları barındıran bir film giriyor bu hafta vizyona: “Gezginler” (Voyagers).

Neil Burger’ın yazıp yönettiği “Gezginler”, tabii ki sorumlularına vakıf olamadığımız nedenlerden ötürü, dünyanın sonunun gelmek üzere olduğu bilgisiyle açılıyor. İnsan soyunun devam edebilmesi için başka bir galakside gezegen keşfediliyor. Onlarca yıl süren hazırlıkların ardından tamamen laboratuvar ortamında suni döllenme ile yaratılan bir grup genç ve onların başına konan bilim adamı 86 yıl sürecek yolculuğa çıkıyorlar. Bu kuşak yine benzer bir biçimde üreyecek, görevlerini sonrakine devredecektir. Ancak üçüncü nesil yeni gezegene ulaşabilecektir. Ne var ki, yolculuk başladıktan bir süre sonra spoiler olmaması için söyleyemeyeceğimiz bir biçimde Richard ölünce çocuklar babasız kalıyor. Haliyle babasız kalınca da birbirlerine düşüyorlar. Bu arada Richard’ın Nuh olduğunu, eskiden çok yakın arkadaş olan iki erkek Christopher ve Zac’in Habil ve Kabil misali birbirine düştüğünü hemen belirtelim.

Film, bir sosyal çevrede büyümemiş, laboratuvar ortamında gelişmiş ve tamamen benzer koşullar altında kişiliği oluşmuş bir grup genci iyi ve kötü olarak ‘karakter’ üzerinden tasnif eden o idealist anlayışa açıyor kapısını hemen. İnsanın karakterinin, doğuştan (hatta soya ve genetiğe dayalı) olduğunu iddia eden bu burjuva söylem yüzyıllardır ‘iyi- kötü’, ‘suçlu-masum’ ayrımı için kullanılıyormuş gibi görünse de, aslında birilerinin daha ayrıcalıklı olmayı hak ettikleri tezini hayatın normali haline getirmeye yarıyor.

Tabii ki Habil ve Kabil gibi, mesele bir kıskançlık hadisesine bağlanmak zorunda olduğu için bu modern anlatıda kadın söz konusu. Christopher ve Zac’in arzu nesnesi Sela, ikilinin arasını açıyor. Gençleri kontrol altında tutan mavi suyu içmeyi bıraktıktan sonra yapılan demokratik seçimde Christopher seçiliyor aslında ama Zac “halkın” hoşnutsuzluklarını kullanmayı becererek topluluğu ikiye bölüyor. Filmin ender iyi yaptığı şeylerden birisi bu bölüm. Zac karakteri üzerinden, bugünün popülist liderlerinin halkın arkaik duygularını kullanarak kendilerine güç devşirme iktidar inşa etme/sürdürme becerilerini anlatarak güncel siyasete de göndermeler yapmayı ihmal etmiyor yapım.

Filmin ilk akla getirdiği yapıtlardan birisi tabii ki “Sineklerin Tanrısı”. Uzay çağında bile ilkel dürtülerimizin devam ettiğini, hemen kabile haline gelebileceğimizi, insanlığın bütün birikimini bir kenara atabileceğimizi anlatırken; ‘tam demokrasi’nin bile çare olamayacağını fısıldıyor alttan alta. Bütün bu tezlerin tartışılabilir bir tarafı olurdu belki, bu gençlerin içinden çıkıp geldikleri toplumsal koşulları böylesi bir düşünce biçimine zemin hazırlıyor olsaydı. Oysa laboratuvar koşullarında büyümüş gençlerden bir kısmının mavi suyu içmeyi bıraktıkları anda katile dönüşeceği üzerine inşa edilmiş bir bakış için en basit tanım ‘Amerikan muhafazakârlığı’ olur. Bu rüyayı görenler de hangi gezegene giderse gitsin aynı sonuç ortaya çıkar zaten…

Diyeceksiniz ki, madem film kötü neden bu kadar ciddiye alıyorsun. Tehlikeli ve güçlü bir fikir, vasatın içinde saklanır çünkü kimi zaman.