'Bayram gelmiş neyime'

Suriye’den, Rojava’dan gelip Diyarbakır’a yerleşen insanlar savaşla birlikte yoksullaşmış olsalar da hayata tutunmaya çalışıyorlar. Hayata dair umutları var elbette ama huzursuz, mutsuz, özledikleri her şeyden uzak bir bayram geçirecekleri de muhakkak.  

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Yeri geldiğinde anlatmışımdır, Suriye (şimdi Rojava) sınırında bir kasabada doğdum. Bayram günlerinde insanlar sınır kapsında toplanır, öte taraftaki akrabalarıyla gırtlaklarını yırtarak konuşurlardı. Bağırarak konuşmak zorundaydılar, çünkü 15-20 metre mesafedeki akrabalarına seslerini ancak duyurabiliyorlardı. Yüzlerce insanın bir ağızdan bağırarak konuştuğunu düşünün, hafızama kazınmış manzara buydu.

Türkiye ile Suriye ilişkilerinin iyi olduğu birkaç yıl önce, devletler kendi aralarında anlaştılar ve akrabaları bu eziyetli konuşma derdinden kurtardılar. Bayram boyunca bir ya da birkaç günlük izin verildi iki yakadaki insanlara. Böylece birbirlerini evlerinde ağırlama imkanı buldu akrabalar.

Sonrası malum, Suriye’de iç savaş başladı, iki ülke arasındaki sıcak ilişki, bir çeşit sıcak çatışmaya döndü. İç savaştan kaçanlar Türkiye’nin neredeyse her şehrine dağıldılar.

Birkaç gün önce Duvar’da Bayram için Suriye’ye dönenlerle ilgili bir haber vardı. Sosyal medyada habere yapılan yorumların önemli kısmı ırkçı söylemler içeriyordu.

FATİH’LE BAĞLAR SOKAKLARINDA

Bu haberden sonra Suriye’den, Rojava’dan gelip Diyarbakır’a yerleşenlerle ilgili haber yapmak istedim. Diyarbakır’da rahat yaşıyorlar mı? Irkçılık gibi bir felaketle karşılaşıyorlar mı? Yaklaşan bayramda ne yapacaklar? Ve başka soruların cevabını alabilmek umuduyla Diyarbakır’ın merkez ilçesi Bağlar’a gittim.

Hem de birkaç gündür Diyarbakır’da olan Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat’la birlikte.

Elimizde bir adres, bir isim yoktu. Kaynartepe Mahallesi’ne bir dükkandan caddeye yayılan bir Ahmet Kaya şarkısıyla ilerledik. Esnaflardan birine, “Suriyeli esnaf var mı burada” diye sordum. Eliyle caddeyi işaret ederek “Çok var” dedi.

Bağlar, Sur’dan sonra Diyarbakır’ın en yoksul merkez ilçesi. On gün kadar Kaynartepe Mahallesi’nde sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, çatışmalar yaşanmıştı burada. Mahallede yaşayan insanların bir kısmı buradan taşınmak zorunda kalmış, kiralar ucuzladığı için onların boşalttığı evleri ve dükkanları Suriye’den gelenler doldurmuştu.

DİYARBAKIR’DA HALEP GIDA

halep

Kapısında büyük harflerle Halep Gıda yazan dükkanın sahibi Suriyeli olmalıydı. İki adam, dükkanın önüne attıkları kursîlerde oturuyorlardı. Yanlarına gittik. Kendimizi tanıtınca buyur ettiler. Dükkanın işleten adam, yolun karşısındaki çay ocağından çay söyledi, iki kursî kapıp geldi.

Dükkanı işleten 42 yaşındaki Hadi Halebi, kumaş toptancılığı yaptığı Halep’ten Diyarbakır’a 3 yıl 8 ay önce gelmiş bir Arap. Kürtçe ve Türkçeyi Diyarbakır’da öğrenmiş. “Savaş başlayınca Halep’ten kaçmak istedik ama nereye gidecektik, bilmiyordum. Qamışlo’dan bir arkadaşım Diyarbakır’a gelmişti, onunla konuşuyorduk. Diyarbakır’a gelmemi o istedi. Ben geldim, o Avrupa’ya gitti”

Diyarbakır’a gelişini, Diyarbakır’ı sevdiğini gülerek anlatıyor Halebi. Üç çocuğu var ve bunlardan ikisi okula gidiyor. Eşi de alışmış Diyarbakır’a. “Bizim apartmanda Zaza, Kurmanci, Türk, Arap herkes var” diyor Halebi ve komşularıyla hiçbir sorun yaşamadıklarını, dışlanmadıklarını anlatıyor.

Bir yıldan uzun bir süredir işlettiği dükkanın kirası 250, ev kirası ise 600 lira. Geçinebildiğini “Şükürler olsun” diyerek anlatıyor Halebi. Ancak kıt kanaat geçindiğini gizleyemiyor. Sabah 9’da açtığı dükkanı gece 10’da kapatsa da böyle bu. Onunla sohbet ederken müşterilerini görme şansımız da oluyor. Daha çok Arapça konuşan çocuklar geliyor ve sakız, dondurma gibi şeyler alıyorlar.

‘ESAD GİTSE DE SAVAŞ BİTMEYECEK’

Savaş bittiğinde Halep’e dönmek ister mi, böyle bir hayali var mı? Halebi, hiç sevmediğini söylediği Beşar Esad’ın gitmesi halinde bile savaşın bitmeyeceğini düşünüyor. Kürtler, Araplar, Türkmenler, Hıristiyanlar, Aleviler, bütün bunlar savaşla birlikte birbirlerine düşman olmuşlar çünkü. “Benim Kürt, Ermeni, Hristiyan dostlarım vardı Halep’te. Birbirimizle sorunumuz yoktu, herkesin devletle sorunu vardı” diyor. Avrupa’ya gitmeyi de düşünmüyor Halebi, çünkü Diyarbakır, ona göre Halep gibi bir yer.

Halebi’nin yanında oturan adam, hiç katılmıyor sohbete. “Çünkü” diyor Halebi, “Ne Türkçe ne de Kürtçe biliyor.” Onun hikayesini de Halebi anlatıyor. Adamın Halep’te kumaş fabrikası varmış. Savaş başlayınca o da binlerce kişi gibi ayrılmış Halep’ten. Nasıl geçindiğini ise, “Sanayide çalışan iki oğlu var” şeklinde açıklıyor.

Adam yüzünde kederli bir gülümsemeyle dinliyor Halebi’yi. Halebi’nin aksine, savaşın bittiği gün burada durmayacak, Halep’e gidecek. Adam kafasını sallayarak onaylıyor Halebi’nin söylediklerini. Hiç alışamamış buraya.

KOBANÊLİ ALİ’NİN HİKAYESİ

Hasan Hasan’ın bakkal dükkanı Hadi Halebi’ninkine 20 adım kadar ileride. Arap olan Hasan’ın Kürtçesi anlaşmamıza yetmiyor. Dükkandan çıkıp tercümanlık yapsın diye Ali adlı birini çağırıyor. Ali Kobanê’den gelmiş Diyarbakır’a. Dediğine göre Halep Üniversitesi’nde iktisat okurken savaş başlamış. Kobanê’ye, ailesinin yanına dönmüş. Bir süre sonra Suruç’a, oradan da Diyarbakır’a gelmiş. “Ben geldim, 4 ay sonra IŞİD Kobanê’ye saldırdı. Ailem Suruç’a gelince gidip aldım onları. Şimdi birlikte yaşıyoruz burada.”

Üç yıldan uzun bir süredir Diyarbakır’da yaşayan Ali, birçok işte çalışmış. “Öğrenciydim ben, hiç çalışmamıştım daha önce. Buraya gelince çalışmak zorunda kaldım. Dicle Üniversitesi’nde okuma şansım vardı, ama çalışmak zorunda olduğum için gitmedim” diyen Ali, şimdi toptan gıda satışı işi yapıyor. Yaptığı iş ilginç. Çünkü sattığı ürünlerin üzerinde hep Arapça yazılar bulunuyor. Bu ürünlerin tamamı Antep’te, Kilis’te üretiliyor. Ali bunları alıp Batman, Mardin, Diyarbakır’da dükkan açmış Suriyelilere satıyor. Pembe renkli bir içeceği gösteriyor ve bu markanın Suriye’de çok ünlü olduğunu söylüyor Ali. “Şimdi bunu Antep’te bir Batmanlı üretiyor. Hem biz alıyoruz bunları hem de Suriye’de satılıyor. Suriye’de bunu alan ve dağıtan, bu markanın sahibi.” Bunu söyledikten sonra, “Böyle oldu” diyor Ali, hayatın ne kadar garip olduğunu ya da savaşın nasıl dengeleri altüst ettiğini ifade etmek ister gibi.

‘BAYRAM GELSİN İSTEMİYORUM’

Avrupa’ya gitmek istemediğini söyleyen Ali, burada herhangi bir ayrımcılıkla, baskıyla karşılaşmadığını da anlatıyor. “Diyarbakır’da, Mardin’de sorun yok” diyen Ali, Antep’te ve Urfa’da aynı rahatlığın olmadığını da belirtiyor. Haberlerde rastladıkları Suriyelilere yönelik saldırılara anlam veremediğini anlatan Ali, “Bu saldırıları duyunca korkuyoruz tabi, ama burada bir sorun yaşamadık” diyor.

Kobanê’de bayramın nasıl karşılandığını da soruyorum Ali’ye. Önce biraz duraklıyor, nasıl anlatacağını düşünüyor. Sonra, “Bayram çok güzel olurdu orada. Bayram bitince üzülürdük. Şimdi bayram olsun istemiyorum. Çünkü kimse yok. Bazı arkadaşlarım, akrabalarım savaşta öldü. Diğerleri, hepsi bir yere gitti. Bayramda sosyal medyadan haberleşiyoruz onlarla” diyor. Bir bakıma “Bayram gelmiş neyime” diyor Ali.

Kobanê’ye dönmek ister misin sorusu, Ali’nin gözlerinin bulutlanmasına neden oluyor. Düşünmediğini söylüyor ama “Yine de benim memleketim. İnsan özlüyor. Durum iyi olursa gidebilirim” diye ekliyor.

HASAN’IN ESNAF KOMUŞULARIYLA REKABETİ

Hasan Hasan’ın tek sorunu esnaf komşularıyla yaşadığı rekabet. Aslında Suriyeliler için üretilmiş ürünleri satıyor Hasan ve müşterileri sadece Suriyeli. Komşu esnaf, belki Suriyeli müşterileri kaybettiği için bir rekabet içinde.

Dört çocuğu var ve geçim zorluğu çekiyor Hasan. En çok bu nedenle ilk fırsatta Avrupa’ya gitmek istediğini anlatıyor. 25 yıl oto lastikçisi olarak çalıştıktan sonra küçücük bir dükkanı beklemek, gün boyu çocuklara abur cubur satmak hiç keyifli bir iş değil onun için. Ama ne yapsın, “Mecbur” diyor.

Gün gelir de savaş biterse dönecek mi doğduğu topraklara? Savaşın biteceğine inanmıyor Hasan. Suriye’de çatışanları sıralıyor Ali aracılığıyla. Kimin hangi örgüt tarafından vurulacağının belli olmadığını anlatıyor.

Hasan’ın sattığı, üstünde Arapça yazılı soğuk kahveden içiyoruz Fatih’le. Kahve çok şekerli, ikimiz de içemiyoruz. Fatih, bize “Suriye kolası” diye tanıttıkları pembe içecekten de içiyor. Dediğine göre bildiğimiz kolayla hiçbir ilgisi olmayan içecek, daha çok şerbete benziyormuş. Ve tabi çok tatlı.

Vedalaşıp dükkandan ayrılırken damak tadından sosyal hayata kadar aradaki farkı konuşuyoruz Fatih’le. Ve savaştan dolayı yoksullaşmış, göç etmek zorunda kalmış insanların, Diyarbakır’ın en yoksul ilçesinde hayata nasıl tutunmaya çalıştıklarını düşünüyoruz. Hayata dair umutları var elbette ama huzursuz, mutsuz, özledikleri her şeyden uzak bir bayram geçirecekleri de muhakkak.