'Diyarbakır Cezaevi ile biz Kürtleri silaha bulaştırdılar'

AK Parti Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu’nun başkanlığını yaptığı Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi Alt Komisyonu’nda dinlenilen iş adamı Mehmet Behlül Yavuz, Diyarbakır Cezaevi'nin Kürtlerin tam silahsızlanacağı zaman dizayn edilmiş bir oyun olduğunu söyledi.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA – TBMM Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi Alt Komisyonu son toplantısında, işadamı Mehmet Behlül Yavuz’u dinlendi. Diyarbakır Cezaevi’nin, Kürtlerin silahsızlanacağı ve silaha bulaşmayacağı bir dönemde ortaya koyulan bir oyun olduğunu söyleyen Yavuz, “Neydi amaç? Tam silahsızlanacağımız, asla silaha bulaşmayacağımız bir dönemde biz Kürtleri silaha bulaştırdılar, peşinen ve hükmen mağluptuk bir sıfır” dedi.

Kürt siyasetinin duruşmalarda korku ve halsizlik nedeniyle savunma yapamadıklarını dile getiren Yavuz, “Biz hızla uyacaktık, elbise de giyecektik, kurallara da uyacaktık ama dik mahkemelere gidecektik elimizde donelerle. Çok bilgimiz yoktu ama beşimiz yan yana gelseydik tarihe de o bilgiyi doğru yazabilirdik ya da bir vakayı anlatabilirdik” şeklinde konuştu.

“ÇOK KONUŞULDUĞU ZAMAN İÇİNİ BOŞALTIYORSUNUZ”

Diyarbakır Cezaevinin tarihe mal olmasında yanlış yol izlendiğini öne süren Yavuz, “Mihri Ağabey yazmamalıydı, benim arkadaşlarım Diyarbakır Cezaevi’ni yazmamalıydı, biz teyplere okumalıydık, bir gün bir Dostoyevski, bir Yaşar Kemal çıksa yazardı. Yani kutsal bir şeyi çok konuşulduğu zaman da içini boşaltıyorsunuz” dedi.

Mehmet Behlül Yavuz, Diyarbakır Cezaevi’nde o dönem askerlik yapmış olanların listesinin alınacak yol açısından önem taşıdığını kaydetti.

Diyarbakır Cezaevi’nden çıktıktan sonra Diyarbakır Esnaf Odaları Birliği Genel Sekreterliği de yapan iş adamı Yavuz’un tutanaklara yansıyan konuşması şöyle:

‘KÜRT MİLLETİNE YAPILAN BİR ORGANİZASYON BASKISI’

“Diyarbakır Cezaevi’nde Kur’an’ın eşliğinde, İstiklal Marşı’nın son noktasına kadar sesinin açıldığı, Türk Bayrağı’nın her tarafta donatıldığı ve Türk askerinin eşliğinde yapılan bir işkencedir. Ben sayın vekilimin sorusunun yorumunu yapacağım ama bireysel olarak biz mahkûmlara yöneltilen bu. Bu manada bayrağı temsilen Cumhurbaşkanının, askeri temsilen Genelkurmayın ve marşı temsilen Başbakanın ve Diyanet Başkanının bence benden özür dilemesi lazım, “bizden” demiyorum kendimi konuşuyorum. Eğer bu olursa kendi adıma sayfayı içime gömerim, öyle diyorum. Önce bunu söylemek istiyordum çünkü buradaki siyasi anlam derindir. Yani Kürt milletine yapılan bir organizasyon baskısının dışında bireysel olarak böyle bir hakkım var.

Demem o ki, PKK tabii bir adım ileri gittiğimiz zaman Ahmet Cem Ersever’in anılarında da bunu görüyoruz yani Diyarbakır Cezaevi’nde değiştirilemeyen, hazırlatılamayan, eksik kalan kısım devletin başka organları tarafından dizayn ediliyor, oraya kadar götürülüyor.

‘TERÖRİST NEDİR BİLMİYORUM’

Peki, neydi amaç? Tam silahsızlanacağımız, asla silaha bulaşmayacağımız bir dönemde biz Kürtleri silaha bulaştırdılar, peşinen ve hükmen mağluptuk bir sıfır. Yanılmıyorsam, bilmiyorum hatırlar belki -tarihte çok da dayak yedim polisten, askerliği ne zaman yaptığımı bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum- Şemdinli olaylarında İçişleri Bakanı Diyarbakır’daydı, çıktı televizyona işte dediler ki “Teröristler yaptı.” Kendilerine dedim “Sayın Bakanım terörist nedir? Ben peşmerge biliyorum, gerilla da biliyorum, hakikaten kendi adıma terörist nedir bilmiyorum.” “Vallahi metin verdiler ben onu okudum.”

‘NE HAKKIMIZ KALDI NE HUKUKUMUZ’

Çünkü o gün bize “terörist” diyen, bize derken PKK’yi diyorum, ben o cenahtan asla değilim ama sonuçta Kürtlüğü PKK’yle somutlaştırıp PKK’yi de terörize eden ve doğal olarak da yaptığımız eylemlerin birçoğunun da oraya tekabül ettiği bir dünyada biz terörist olduk, ne hakkımız kaldı ne hukukumuz kaldı. Irak Kürdistan’ında yüz yıldır Barzani hareketi var ama terörist değil. En son katledilen Kazırlı yine silahlı harekete başladı ama terörist değildi ama her nedense Türkiye Kürdistanı’nda ve Kürt hareketinin tamamıyla tanımlandığı, işte zaman zaman Yalçın Kuçük’ün danışmanlığını yaptığı -televizyondan- bir hareketin, …

‘AÇ, SUSUZ, PERİŞAN NEYİ SAVUNACAKSIN?’

Duruşmalar, mesela, bu Diyarbakır Cezaevi’ndeki olayların -başta dedim- birkaç amacı var, bir ikisini saydım, bir diğeri de: Yine benim o günlerdeki tespitimdi, Kürt siyasetinin duruşmalarda davasını savunamamak, önünü tıkamaydı çünkü ilk PKK’li arkadaşlar çıktılar ve hepsi de yerde sürünerek gidiyorlardı, günlerce aç susuz perişan, hangi mantık, neyle savunma yapacaksınız? Sadece amiyane tabirlerle “Ben Kürt’üm, Kürdistan denilen bir ülke var.” Bu kadar ama yani onu oturtup ilmini, bilimsel yanını, “Kürtler niye bir millettir, nereden gelir, nedeni nedir?” Yani bunları koyamadık, hiçbirimiz koyamadık. Hem korku hem bizi halsiz düşürdüler.

‘BİR GÜN BİR DOSTOYEVSKİ, YAŞAR KEMAL ÇIKAR’

Mesela o günlerde benim önerim buydu arkadaşlara, hâlâ da o fikrimde sabitim, biz hızla uyacaktık, elbise de giyecektik, kurallara da uyacaktık ama dik mahkemelere gidecektik elimizde donelerle. Çok bilgimiz yoktu ama beşimiz yan yana gelseydik tarihe de o bilgiyi doğru yazabilirdik ya da bir vakayı anlatabilirdik.

Dolayısıyla bir oyunun bir parçasıydı Diyarbakır Cezaevi, bizim gibilere de kısmet oldu, tabii ki tarihte de unutulmamalı kelebeklerdeki gibi, tarihe mal olmalı ama ben hâlâ da diyorum yine biz dumura uğrattık. Mesela, Mihri Ağabey yazmamalıydı, benim arkadaşlarım Diyarbakır Cezaevini yazmamalıydı, biz teyplere okumalıydık, bir gün bir Dostoyevski, bir Yaşar Kemal çıksa yazardı. Yani kutsal bir şeyi çok konuşulduğu zaman da içini boşaltıyorsunuz. Ben otuz altı yıl sonra -tabii ki bu Komisyonun çalışmasına gerçekten çok büyük değer veriyorum- hâlâ elinizde eğer o dönem Diyarbakır Cezaevinde askerlik yapmış olanların listesi yoksa yani ya sizi oyalıyorlar ya bizi oyalıyorlar. (DUVAR)