Patti Smith’ten ev işi dersleri
"Kurtlarla Koşan Kadınlar"da içimdeki ‘vahşi kadın’la nasıl temas kurabileceğimi okuduğumda bile pek ikna olduğumu sanmıyorum düzenli olmam gerektiğine...
Yazı masamın üzerinde yaşayan bazı şeyler; plastik bir Snoopy figürü, Carson McCullers kitapları, portakal desenli bir defter, pembe silgili sarı kurşun kalemler, yağmurlu bir sonbahar sabahı Prag’daki küçük bir müzeden alınmış kahverengi bir kahve fincanı, okaliptüslü burun spreyi, bir mandalina, daha fazla kitap, eskiz defterleri, buruşturulmuş kâğıtlar, bitmiş bir el kremi ve Bruce Lee’nin çok sevdiğim “Sessiz Flüt” şiiri.
Pazar sabahı. Etrafı düzenlemem ve masamın üzerindeki kalabalıktan kurtulmam gerekiyor ama ben ne yapıyorum? Ayaklarımı uzatmış, tembel tembel Duke Ellington dinliyor, bu arada Patti Smith’in “A Book Of Days” (Günler Kitabı) isimli fotoğraf kitabını karıştırıyor ve işlerimi ertelemeye devam ediyorum.

Bu küçük kitap Patti’nin Instagram hesabından ilham alınarak bir araya getirilen fotoğraflardan oluşuyor. Yılın her günü için bir fotoğraf ve altına karalanmış birkaç cümle, hepsi bu. Bense uzun zamandır onu fal bakar gibi okuyorum. Her gün rasgele bir sayfa açmak ve falımda ne çıkacağını görmek hoşuma gidiyor.

Arada sırada karıştırmayı sevdiğim bir başka fal kitabım ise "Düşsel Varlıklar Kitabı". Bendeki baskısı İletişim Yayınları’nın, Celâl Üster çevirisi. Borges bu kitapta hayali ve fantastik yaratıkları çok eğlenceli bir dille anlatıyor. Kitapta yer alan ‘brownie’ adı verilen iyi huylu periler ise nedense çok sık karşıma çıkıyor ve özellikle ilgimi çekiyor. Çünkü efsaneye göre brownie’ler ev halkı uykuya daldığında evin içinde belirerek onların yarım kalan ev işlerini bitirmeye bayılıyor. Ben de kendime ait brownie'lerim olsun istiyorum doğal olarak. Hayatım boyunca ev işlerinden hep kaçtım. Evet, kendime harika bir hayat felsefesi bulduğumda bile (“Gelecekteki Sen’i mutlu etmek için yap!”) onlardan kaçmaya devam ettim. Sonradan pişman olacağımı bilsem de, 'Gelecekteki Ben’i pek umursamadım.
Hatta "Kurtlarla Koşan Kadınlar"da içimdeki ‘vahşi kadın’la nasıl temas kurabileceğimi okuduğumda bile pek ikna olduğumu sanmıyorum düzenli olmam gerektiğine.
Şaşırtıcı bir biçimde, içimdeki vahşi kadına yer açabilmenin yolunun etrafı temiz tutmak olduğunu söylüyordu bu kitap da. Düzenli olduğumda, yazı masamın üzerini temiz tuttuğumda, mandalina kabuklarını çöpe attığımda, daha üretken olacağımı… Çok basit aslında. Çok da doğru. Etrafım temiz ve düzenliyse, kafamın içi de temiz ve düzenli oluyor. Yani, gerçek hayatta brownie diye bir şey olmasa da ben kendi kendimin brownie’si olabilirim. Bütün bunların farkındayım, elbette. Neden harekete geçmek bu kadar zor geliyor öyleyse?
Çok sevdiğim iki caz efsanesinin, Duke Ellington ile John Coltrane’in, 1963 yılında birlikte kaydettikleri “In A Sentimental Mood” şarkısı dolduruyor salonun içini. Ama tam da bu şarkının içinde kaybolmak üzereyken, Patti’nin kitabından bir sayfaya denk geliyorum ve gözlerim kocaman açılıyor. Patti Smith bu sayfada kaotik bir çalışma ortamının fotoğrafını paylaşıyor. İlk gençliğimde bir yazarın odasının nasıl olması gerektiğine dair kafamda (oldukça romantik ve muhtemelen de oldukça yanlış) bir fikir vardı. Bu fotoğraf tam da böyle bir odada çekilmiş gibi görünüyor.
Yerlerde kitaplar, notlar, karalanmış defterler, basılı metinler ve içinden çıkılamayacak gibi görünen bir dağınıklık var. Patti fotoğrafın altına yazdığı yazıda bir konu üzerinde derinlemesine çalışırken etrafın hep böyle dağıldığını söylüyor ve sonrasında, bu kaosla nasıl başa çıktığını anlatıyor. “Bugün temizlik yaptım” diye yazıyor. “Pek eğlenceli sayılmazdı ama düzenleme becerilerimin uzaylılar tarafından gözlemlendiğini hayal ederek bu işi bir oyuna dönüştürmeyi başardım.” Yan sayfada ise odanın düzenlenmiş ve temizlenmiş hali yer alıyor. Patti her şeyi kusursuz bir düzene koyduğu için uzaylılar tarafından kaçırılmaktan kurtulduğunu, artık yeni bir işe ve yeni bir dağınıklığa hazır olduğunu söylüyor. Duymam gereken buymuş demek, diye düşünüyorum. Sonra ayağa fırlıyorum ve Ellington ile Coltrane giderek coşarlarken, ben de kendimi müziğin ritmine uydurarak yazı masamı derleyip toparlıyorum.
Bir oyuna dönüştüğünde her şey ne kadar da eğlenceli bir hale geliyor… Hayatın her anının eğlenceli olması gerekmediğini ben de biliyorum ama uzaylılara şu düzenleme işinde ne kadar iyi olduğumu göstermeye kararlıyım ve ilk kez masamı toplarken gülümsüyorum.
Belki önemsiz bir mesele bu ama benim için hiç de az şey demek değil… Ve işim bittiğinde, hayatımda bana bir kez daha kılavuzluk ettiği için içimden Patti’ye teşekkür ediyorum.