Pasifik’in iki yakasından demokrasi manzaraları ve iki Kore’yi takdimimdir

Kim Jong Un’u çoğumuz saç stili, gürbüz çocuk görünümü, eniştesi ve üvey ağabeyini öldürtmesi, füze atışları ve Trump’la yakın ilişkisinden dolayı tanırız. Buna karşılık Güney Kore Cumhurbaşkanı Moon Jae-in’i yeteri kadar tanıdığımızı tahmin etmiyorum. Aslında bu, demokrasilerde olması gereken bir durum. Lider ne kadar az tanınıyorsa, isminin etrafında o kadar az tartışma yaşanıyor, işler o kadar iyi gidiyor demektir.

Google Haberlere Abone ol

Amerikan demokrasisi ağır darbe aldı.

ABD Kongresi’nin Trump’ın kameralar önünde kışkırttığı bir güruh tarafından basılarak işgal edilmesi bizim ölçülerimize göre tam bir darbe teşebbüsüydü. Bu saldırı ABD demokrasisinin zaaflarını ve Amerikan toplumun onulmaz hastalıklarını çarpıcı bir şekilde ortaya serdi. Çıban patladı, cerahat ortaya saçıldı. Kongre’nin Trump taraftarı beyaz fanatiklerden oluşan bir güruh tarafından basılması, hiç kuşkusuz, sadece Amerikan toplumunun değil, uluslararası toplumun da hafızasında silinmez bir şekilde kalacak. Amerika, Biden yönetiminde dünya demokrasi cephesine yeniden liderlik yapmaya hazırlanırken ağır bir yara aldı.

Bu olayın Amerikan yönetiminin yüzüne sürekli olarak çarpılacağından hiç şüpheniz olmasın. Daha ilk günden sağdan soldan yapılan açıklamalar bunu açıkça gösteriyor. Uzağa gitmeye gerek yok, eski bir mensubu olduğum Dışişleri Bakanlığı'nın ve TBMM Başkanlığı'nın “tarafları” itidale çağıran, demokrasiyi hatırlatan açıklamalarına ne demeli? “Monşer”liğime gölge düşürecek değilim. Takdiri siz okuyuculara bırakıyorum.

Biden’ın ülkesinin inandırıcılığını yeniden tesis etmesi hayli güç olacak. Sorunun kökleri derinlerde. Meselenin ekonomik, demografik ve ideolojik boyutları var. Amerika’nın adeta yeniden dizayn edilmesi, formatlanması gerekiyor. Ama artık bu şekilde devam edemezler. İlk elde Trump’ın yargılaması gerekiyor. Cesur sosyal ve ekonomik yapısal reformlar gerekiyor. Daha ilk günden bir Demokrat Senatör Biden’ın söz verdiği iki bin dolarlık Covid sosyal yardım paketini desteklemeyeceğini açıkladı. Oysa reçete, acı ilaçlarla dolu. Bekleyip ne yapacaklarını izleyeceğiz.

Ama bizim işimiz Asya-Pasifik bölgesi. Dönüp oraya bakalım.

 

ÇİN’DE HONG KONG ŞAFAK BASKINLARI VE JACK MA’NIN GAYBUBETİ

Hong Kong’da geçen yıl büyük protestolara yol açan Ulusal Güvenlik Yasası yılbaşından itibaren uygulamaya konuldu. Ardından olup bitenler bizim için hiç yabancı değildi, adeta “deja vu” etkisi yaptı. Bindirilmiş polis kıtaları bu yasaya dayanarak aralarında eski parlamenterler, aydınlar ve öğrenci aktivistlerin bulunduğu elliden fazla demokrasi hareketi önderini evlerini şafak saatlerinde basarak, derdest edip götürdü. Bravo bize. Demek ki sadece kıskanılmıyoruz, aynı zamanda özeniliyoruz da. Çinlilere şafak baskınlarını öğretmişiz. Boğaziçili öğrencilerin kulakları çınlamıştır herhalde.

Çin’de dışarıda takip edilen, fakat bizde Hong Kong şafak baskınları gibi ses getirmeyen başka bir olay daha yaşanıyor şu günlerde. Ünlü Ali Baba teknoloji şirketinin sahibi Çinli iş adamı Jack Ma’yı bilirsiniz herhalde. İşte öğretmenlikten gelip bir dünya devi yaratan bu vizyoner beyefendi, ülkenin mali idarecilerinin inovasyonu boğduklarına ilişkin kamuoyu önünde yaptığı cesur eleştirilerden sonra, iki aydır ortalarda görülmüyor. İş adamlarının ve aydınların kaybolmaları Çin’de hiç de yeni bir olay değil. Geçmişte ana karadan ve Hong Kong’dan birçok iş adamı, yayıncı, aktivist vs. günün birinde aniden kayboldular ve uzun aralardan sonra hiçbir şey olmamış gibi yeniden ortaya çıktılar. Geri döndüklerinde çoğu konuşmadı, nereye gittiklerini, kimler tarafından alıkonulduklarını açıklamadılar, eski işlerine devam edenler daha dikkatli davrandılar. Jack Ma gibi, dünyaca çok meşhur bir iş adamı henüz ortaya çıkmadı. Ortada iki teori var: Bir yerlerde zorunlu misafirliğe tabi tutulduğunu söyleyenler de var, Çinli yöneticileri kızdırdığı için kendi kararıyla sütre gerisine çekilip fırtınanın geçmesini beklediğini öne sürenler de var. Gerçeği muhtemelen hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Kesin olan şu ki, Jack Ma ortalarda yok ve işinin başında değil. Bunun Çin’deki iş iklimini ve dış yatırımları etkileyeceği kuşkusuz.

Çin’de demokrasi ve insan hakları bahsine girmeye ise hiç gerek yok. Geçelim bunları bir kalem.

 

KUZEY KORE İŞÇİ PARTİSİ KONGRESİ

Kuzey Kore İşçi Partisi Kongresi beş yıl sonra Genel Sekreter Kim Jong Un’un başkanlığında geçen salı günü aniden toplandı. Lider Kim ilk günkü konuşmasında görülmemiş bir şey yaparak ülke ekonomisine ağır eleştiriler yöneltti. Gürbüz çocuk görünümü ile dikkatleri hep üzerine çekmiş olan Kim, bu kez Kuzey Kore halkının mutlu mesut yaşadığına, var olan sorunların ABD ambargolarından kaynaklandığına dair resmi söylemden uzaklaşarak, son beş yıl boyunca uygulanan ekonomik plan hedeflerine hiçbir sektörde ulaşılamadığını itiraf etti, ekonomide ağır bir başarısızlık yaşandığını samimi şekilde açıkladı. Kuzey Kore’nin tek adamı ekonomik sorunların vahametini halkından saklamadı, gerçekleri söyledi. Darısı bizdeki tek adamın başına.

Şimdi Kuzey Kore’de yeni ekonomik açılımlar bekleniyor. Bakalım Kuzey Kore lideri şapkadan tavşan çıkarabilecek mi? Parti Kongresi’nde açıkladığı yeni silah programlarına bakınca ben bundan şüphe duyuyorum. Kuzey Kore’nin “Sevgili Lider”i (Kim Jong Un’un ismi telaffuz edilemez, ondan ülke içinde “Sevgili Liderimiz” olarak bahsedilir. Aynı bir zamanlar Libya’da Muammer Kaddafi isminin ağıza alınamadığı, onun “Mürşid” olarak anıldığı gibi) konuşmasında Amerika’nın başına kim geçerse geçsin, ABD’nin en büyük düşman olmaya (küçük düşmanlar Güney Kore ve Japonya, sonra Batılı ülkeler) devam edeceğini söyleyerek Biden’a da bir selam göndermeden edemedi. Kim Jong Un Trump’ı çok arayacak herhalde.

Kim Jong Un’un açıkladığı, ülkesinin sahip olmak istediği yeni silah sistemleri arasında çok başlıklı katı yakıtla çalışan kıtalararası balistik füzeler, ABD sahillerine yaklaşarak füze atabilecek nükleer denizaltılar ve casus uydular var. Şimdiye kadar elde ettiği silahları düşünürsek, Kuzey Kore muhtemelen bu sistemleri de ambargolara rağmen elde eder. Ama bunun bir bedeli olur. Halkına refah sağlayamaz, kişi başı 1700 dolarlık ulusal gelir pek yükselmez. Ve Kuzey Kore “değerli yalnızlığı” ile baş başa kalmaya devam eder.

 

LİDERLERİ ÜZERİNDEN İKİ KORE’Yİ TAKDİMİMDİR

Kim Jong Un’u çoğumuz saç stili, gürbüz çocuk görünümü, eniştesi ve üvey ağabeyini öldürtmesi, füze atışları ve Trump’la yakın ilişkisinden dolayı tanırız. Buna karşılık Güney Kore Cumhurbaşkanı Moon Jae-in’i yeteri kadar tanıdığımızı tahmin etmiyorum. Aslında bu, demokrasilerde olması gereken bir durum. Lider ne kadar az tanınıyorsa, isminin etrafında o kadar az tartışma yaşanıyor, işler o kadar iyi gidiyor demektir.

Kim Jong Un kurulduğu günden beri Kuzey Kore’nin gördüğü üçüncü lider. Ondan önce dedesi ve babası ülkeyi yönetti. Yani ülkeyi bir hanedan yönetiyor. Belki Kim Jong Un’dan sonra başa kız kardeşi geçecek.

Moon Jae-in ise Güney Kore’nin 12'nci Cumhurbaşkanı. 2017’de seçimle göreve geldi, 2022’de beş yıllık görev süresini tamamlayınca görevi seçimle gelen bir başkasına devredecek. Kim ve kız kardeşi, ülkeleri açlık krizi altında inlerken, yüzbinler açlıktan ölürken, babaları tarafından İsviçre’de özel okullarda okutuldular. Kim hep saraylarda oturdu, her ihtiyacı fazlasıyla karşılandı. O yüzden obez olmuş olabilir. Liberal sol görüşlü Moon Jae-in ise Kuzey Kore’den savaş sırasında kaçan fakir ailenin çocuğu. Yoksulluk içinde büyüdü, ama başarılı bir öğrenci oldu. Ülkenin o günkü diktatörü Park Chung Hee’ye karşı mücadelede ön saflarda yer aldığı için hukuk fakültesinden atıldı askere alındı, iki yıl ateşkes hattında mayınlar arasında askerlik yapmak zorunda kaldı (sakıncalı piyade). Yılmadı, askerden sonra hukuk fakültesine geri döndü, seksenlerde öğrenci mücadelesinde ön saflarda yer aldı. Moon, sınavı derece ile kazandığı halde politik sivili nedeniyle savcı yapılmadı, yaşamını insan haklarını savunan bir avukat olarak onurla sürdürdü. Ez cümle, Moon’da biraz Uğur Mumcu’nun, biraz Selahattin Demirtaş’ın özellikleri var.

1980 yılı Güney Kore için demokrasi mücadelesinde dönüm noktasıdır. O yıl ülkenin sıradan bir güney kenti olan Gwangju’da askeri yönetime karşı öğrenciler ve işçiler halkın desteğinde büyük bir direniş gerçekleştirdiler. Gwangju katliamında 2 bin kişi yaşamını kaybetti ama bu ve benzeri direnişlerin mirası sayesinde Güney Kore seksenlerin sonunda demokrasiye kavuştu. Güney Kore ödenen bedeller sayesinde şu anda dünyanın örnek demokrasilerinden birine sahip.

Güney Kore iyi yetişmiş insan gücü sayesinde teknolojik devrimini de gerçekleştirdi. Gerekli kaliteli insan gücü bir zamanlar öğrenci direnişlerinin kalesi olan Güney Kore’nin özgür üniversitelerinde yetişti. Kaliteli insan gücü sayesinde Güney Kore bugün dördünü sanayi devriminin öncü ülkelerinden biri. ODTÜ’yü, Boğaziçi’ni hırpalayanlar duyuyor mu?

Güney Kore’nin ekonomik başarılarının çoğu demokratik yönetimler altında gerçekleşti. Güney Kore’nin hiçbir zaman diktatör Park Chung Hee dışında kuvvetli lideri olmadı. Kurumlar çalıştığı zaman kuvvetli lidere kim ihtiyaç duyar? Siz İsveç’in, Danimarka’nın, Hollanda’nın liderlerini tanır mısınız?

Güney Kore’de yasaları çiğneyenler olmuyor değil, ama adli makamlar mevkilerini şahsi çıkarları için kullanan bu gibi liderleri cezalandırmayı biliyorlar. Halen son iki Cumhurbaşkanı cezaevinde. Eski Cumhurbaşkanları Lee Myun Bak ve Park Guen Hye (Park Chung Hee’nin kızı) kendi atadıkları hakimlerin çoğunluğu oluşturduğu Anayasa Mahkemesi’nin onayı alınarak rüşvet, yolsuzluk, görevi kötüye kullanmak, halka yalan söylemek gibi suçlardan yargılandılar ve uzun hapis cezaları aldılar. Herkesin kanunlar önünde eşitliği ve hukukun üstünlüğü bunu gerektirir. Böyle bir durumun sadece Kuzey Kore’de değil, başka ülkelerde de hayalini bile kurmak mümkün değil. Bakalım Amerika hukuku Trump için işletebilecek mi?

Hocalığım tuttu, meraklısı için iki film, bir kitap tavsiye ediyorum:

1- The Interview (Mülakat), Kuzey Kore hakkında satirik bir film. Direktörler: Seth Rogen, Evan Goldberg (Sony)
2- Ode To My Father (Babama Ağıt), Güney Kore modern tarihi hakkında Forrest Gump benzeri bir senaryo ile çekilmiş bir Güney Kore filmi. Direktör: Yoon Je-kyun (CGV)
3- Human Acts, (Booker Prize ödüllü yazar) Han Kang. Türkçesi: Çocuk Geliyor, April Yayınları. Gwangju Katliamı hakkında.

*Emekli Büyükelçi