Pandemiden çıkış yolu

Önümüzdeki dönemde toplum bağışıklığını sağlamak ve pandemiden çıkış için yüzde 70 aşılanma oranına ulaşmamız gerekiyor. Bunun da yolu komplo teorilerini, milliyetçi bakış açılarını ve kişisel kaygıları bir tarafa bırakarak bilime güvenmemiz ve aşı olmamızdan geçiyor.

Google Haberlere Abone ol

Rakel Sezer* 

10 Ocak 2020 tarihinde, yani resmi olarak ilk Covid-19 vakasının Çin'de teşhis edilmesinden sadece 10 gün sonra, SARS-CoV-2 virüsünün tanısı, kaynağı ve gen dizilimi Çin Bulaşıcı Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC China) tarafından Dünya Sağlık Örgütü (WHO) dahil ilgili tüm kurumlarla paylaşıldı ve Avrupa Bulaşıcı Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi (ECDC) tarafından da doğrulandıktan sonra Global Gen Bankası'nda MN908947 kodu ile kayıt altına alındı. Buna ek olarak diğer korona virüsü dizilimleri ile karşılaştırıldığında dizilimde hiçbir genetik manipülasyon izine rastlanmadığı, insan yapımı olmadığı, evrime uyumlu beklenen doğal bir varyasyon olduğu onlarca makale ve haber aracılığı ile bilim adamları tarafından teyit edildi.

Kayıt altına alınan bu referans, virüsün ülkeler arası yayılımını tespit etmeyi ve geçirdiği mutasyonların izlenmesini mümkün kıldı. Bunun yanı sıra şu anda devam eden ve sayısı 2000’lere ulaşan tanı, aşı ve ilaç tedavilerinin klinik araştırmalarına olabilecek en erken zamanda başlanmasını sağladı.

Covid-19 pandemisi sayesinde genetik biliminin ve mühendisliğinin nano teknoloji kullanılarak sadece 10 yıllar içinde geldiği noktayı gördük. Yürütülen aşı ve ilaç çalışmalarının çeşitliliği, miktarı ve bir sene gibi kısa bir süre içinde beklentilerin üzerinde etkinliğini ve güvenilirliğini ortaya koyabilecek seviyeye geldiğini anladık.

Nano-teknoloji ve genetik mühendisliğinin bir araya gelmesinin en büyük avantajı örneğin 2.5 nanometre çapında bir RNA partikülünün (1 milimetre= 1 milyon nanometre) hedeflenen hücreye etkisini kaybetmeden gönderilmesi ve hücrede hasarlı protein oluşturan mekanizmaya etki etmesidir. Bu teknik tıp alanında çığır açan bir buluş olarak nitelendirilmiş ve 2006 yılında tıp ve fizyoloji alanında verilen Nobel Ödülü'ne layık görülmüştür.

Bugüne geldiğimizde bilim adamları bu buluşun aşılarda kullanılan mRNA teknolojisinin önünü açtığını belirtmişlerdir. Pfizer-BioNTech ve Moderna firmalarının 2020 yılının son aylarında onaylanan mRNA aşıları bilindiği üzere, SARS-COV-2 virüsünün bağışıklık sistemimizi (antikor oluşumu) harekete geçirebilecek proteinin (antijen) genetik kodunu içeren mRNA partikülünün laboratuvarda sentetik olarak üretilip bağışıklık sistemine ait hücrelerde sentezlenmesiyle etki ediyor. Bu sentez sonrasında oluşan Covid-19’a ait antijene karşı etki edecek antikorlar bağışıklık sistemimiz tarafından üretilmeye başlıyor. Daha sonra hücrede sentezlenen mRNA partikülü ise etkisizleşip vücuttan doğal yollarla atılıyor.

Biyoteknoloji firmaları RNA teknolojisini kullanarak tıp dünyasında geri dönülemeyecek bir etki yaratmıştır. Sadece aşı çalışmaları değil tümör tiplerine uygun kanser tedavilerinde, merkezi sinir sistemine etki eden genetik dejeneratif hastalıklarda hastalığa sebep olan hasarlı protein sentezinin durdurulmasında çalışmalar devam etmektedir. Çok yakın zamanda konvansiyonel kemoterapi ve protein sentezini bloke eden kimyasal bazlı ilaçların yerini RNA teknolojisinin alması yönünde çalışmalar sürmektedir.

BioNTech’in kurucuları Dr. Özlem Türeci ve Dr. Uğur Şahin‘in Der Spiegel’e verdiği röportajda Dr. Şahin ‘Kansere karşı immunoterapi tedavisi geliştirmek istedik. Her kanserin özel olduğunu ve kişiye özel tedavi gerektirdiğini çok öncesinden düşünüyorduk. mRNA’nın ilaç olarak kullanılması başlangıç aşamasındaydı ve bunun üzerine 20 yıl çalıştık ve şimdi bu aşı ile kullanılabilirliğini ispatladık’ dedi. Dr. Türeci buna ek olarak ‘Aşının pandemiyi nasıl etkilediğini gözlemlememiz ve ne öğrendiğimizle bağlantılı olarak diğer hastalıklara karşı ilaç çalışmalarının bundan sonra hız kazanacağını belirtti. ‘Gördüğümüz üzere, ilaçlar çok kısa zamanda geliştirilebilir’

Covid-19 aşı çalışmalarına geri dönecek olursak, mRNA teknolojisi kullanılarak bir aşının üretilmesi ve aşının bağışıklık sitemine etki ettiğini görmek için Dr. Türeci ve Dr. Şahin, ilk aşamada 20 farklı aşı üzerinde denemeler yaptıklarını ve bunlardan en etkili olanı ile klinik çalışmalara devam ettiklerini belittiler. Dr. Şahin ‘"20 senedir bağışıklık sistemi üzerinde çalışmış olmamız bu aşamada çok yararlı oldu. Aşının, bu tip virüse karşı bir bağışıklık oluşturabileceğini bilmiyorduk. Örneğin, bu familyaya ait bazı tiplerde aşı geliştirilemedi. Bu aşı ile harekete geçen bağışıklık sistemi, virüs antijenini birçok yerinden tanımlamaya başlıyor ve hafızaya alıyor. Mutasyonla, virüs bazı bölümlerini görünmez kılabilir ama bu değişim bağışıklık sistemi tarafından tanınmamasına sebep olacak kadar temel olmaz" dedi.

Hepatit C ve HIV gibi birçok virüse karşı halen bir aşı geliştirilmiş değil. Covid-19’a karşı etkisi onaylanmış anti-viral ilaç tedavileri mevcut değilken buna karşı birden fazla etkisi onaylanmış aşı geliştirilebildiği için çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Zira Covid-19 virüsü için de bir aşı geliştirilemeyebilirdi. Bunu uluslararası düzeyde, birbirleri ile gerek rekabet gerekse de dayanışma içinde çalışan bilim adamlarına borçluyuz. Buluşlar, bilimsel çalışmaların paylaşıldığı, paylaştıkça daha etkin ve güvenli tedavilerin gün ışığına çıktığı ve bitiş çizgisi olmayan bir bayrak yarışıdır.

mRNA aşısının da bulunması bu bayrak yarışı sayesinde olmuştur. Bu buluşun arkasında Nobel Ödüllü bir sürecin ilham verdiği yıllara dayanan bilimsel çalışmalar ve BioNTech’in Mart 2020’den itibaren aşının geliştirilmesinde Çin’deki Fosun Pharma ile yaptığı stratejik ortaklığı gösterebiliriz.

Rus Gamaleya Laboratuvarı’nın Sputnik V ile Astra Zeneca- Oxford Üniversitesi'nin geliştirdiği virüs vektör aşılarının, aynı aşı tipi fakat farklı adenovirüs kullanılması nedeni ile birlikte uygulanmasının daha etkin ve uzun süreli bir bağışıklık oluşturabilme potansiyeli var. Her iki üreticinin de bu fırsatı değerlendirecekleri ortak bir çalışmayı duyurmaları bilimin asla millîleştirilemeyeceğinin bir başka göstergesidir.

Komplo teorileri üretmeye ve yanlış olmadığı ispatlanana kadar doğru olduğu görüşüyle sosyal medyada bilgi kirliliği oluşturmak yerine bilime ve bilim insanlarına güvenmeyi tercih etmeliyiz.

Ayrıca doğa üzerinde yarattığımız tahribat ve vahşi hayata yaptığımız müdahale sonucu doğada kaynağına hiçbir yan etkisi olmayan virüslerin bir aracı kanalı ile mutasyona uğrayıp pandemiye dönüşmesindeki sorumluluğumuz üzerinde de düşünmemiz gerekir.

Covid-19 virüsü ya kendini etkisizleştirecek temel bir mutasyona uğrayacak ki bunun ne zaman olacağını bilemeyiz ya da evrimsel süreç içinde daha da güçlenecek. Bilim dünyası toplum sağlığı için bağışıklık sistemimizin virüsle yaşamaya hazır olması konusunda üzerine düşeni yaparken devletlerin ve bireylerin de bilimin gösterdiği yolda bilinçli hareket edip sorumluluk alması gerekmektedir. Önümüzdeki dönemde toplum bağışıklığını sağlamak ve pandemiden çıkış için yüzde 70 aşılanma oranına ulaşmamız gerekiyor. Bunun da yolu komplo teorilerini, milliyetçi bakış açılarını ve kişisel kaygıları bir tarafa bırakarak bilime güvenmemiz ve aşı olmamızdan geçiyor.

*Klinik araştırma uzmanı