YAZARLAR

Pandemide konser izlemek…

Onca ay kapattığınız insanlara, sevdiği sanatçının konserine gittiğinde yan yana durdukları için laf söylemek hoş değil. Bundan sonra, insanların kendi kendini korumasına güvenmek durumundayız ama gördüklerim, bunun böyle olmayacağını gösteriyor.

Birazdan okuyacağınız heyecanlı ve bir o kadar da endişeli yazıya insanlık için küçük, benim için büyük bir adımla başlayacağım: 15 (yazıyla on beş) ay sonra ilk kez konsere gittim. Öncesinde, son izlediğim konserin hangisi olduğunu hatırlamaya çalıştım, olmadı. Eski notlara, tweet’lere, Instagram hikâyelerine bakarak bunu yapabilirim elbette ama (nedendir bilmiyorum) bu işime gelmedi. Yine de şunu söyleyebiliyorum: Dinlediğim son konser, Nâzım Hikmet anısına Şişli’de düzenlenen Moğollar konseri olmalı… Bir de (çaldığım için heyecanla katıldığım) tatu fly? ve İhtiyaç Molası konserleri. Sonrası, uzun bir karanlık.

 'Normalleşme' sürecine girdiğimizden beri temkinli davranıyorum. Geçtiğimiz yaz kimi konserler yapıldı, hiçbirine gitmedim. Arada online konserlere (ya da daha doğru bir deyişle konser çekimlerine) katıldım ama bunları saymıyorum. Kendimi korudum, kolladım, kalabalıklara çıkmamaya özen gösterdim; yine de Covid-19 belasından kaçamadım ve Mart sonunda hastalığa yakalandım, sıramı savdım. Antikorlarım ve nihayet ilk dozunu olduğum aşıya güvenerek “bu ara kalabalıklara çıkabilirim” dedim, gözümü kestirdiğim konserlere gitmeye başladım. İlk konser, 1 Temmuz’da DoRock XL sahnesinde dinlediğim Pinhâni konseriyfi -ki başlangıç için daha iyisini düşünemezdim. Benim açımdan heyecanlı bir geceydi, zira karantina döneminde art arda yayımladıkları eski/yeni ya da yenileştirilmiş kayıtlarla bana iyi gelen topluluğu sahnede kanlı canlı dinlemek muazzamdı. Sinan’ı ve ekip arkadaşlarını görmek de öyle. Üstelik, Akın Eldes takviyeliydi -ki onları yan yana dinlemeyeli çok olmuştu. ‘Bana El Salla’yla başlayan, ‘Peki Madem’le süren, biste ‘Leyla’yla biten yirmi iki şarkılık konser bir şekilde beni mutlu etti ama ilk cümlede sözünü ettiğim endişe tam da bu noktada başladı.

DİNLEYİCİ SAYISI SINIRLI MI?

Başta her şey güzeldi. HES kodlarıyla alana giriş yapıldı, herkes kendine ayrılmış masalara oturtuldu, “dinleyici sayısı sınırlı” denildi ama sonrasında işlerin hiç de öyle gitmediği anlaşıldı… Konserin ilerleyen dakikalarında ayaklananlar önlere geçti ve gece, eski zamanlarda olduğu gibi sahne önünde dip dibe sonlandı. Kontenjan aşıldı mı, bilmiyorum ama herkesin sahne önüne doluşması bile yeterince riskli bir hareket. Konserin kapalı alanda yapıldığını ve insanların maskesiz olduğunu da hesaba kattığımızda, endişe büyüyor. Yine de heyecan onun önüne geçti ve ikinci konser için gün saymaya başladım.

Çanakkale’de yaşıyorum, İstanbul’da da başımı sokabileceğim bir evim var. Yazı memlekette geçirmeyi tercih ediyorum. İstanbul’da konserler başlamışken kaçmak benim için olası bir şey değil ama ilk konser deneyiminden sonra, en azından bir süre daha kapalı alana ve kalabalığa girmek istemediğimden bunun daha doğru olduğuna karar vererek Çanakkale’ye geldim. Gelir gelmez İhtiyaç Molası’nın bas gitaristi, çocukluk arkadaşım Sinan Gürsoy’la buluştum ve Duman’ın 18 Temmuz’da Altınoluk’ta konser vereceğini öğrendim. “Gidelim mi?” dedi, soruyu ikiletmedim. Açık hava olmasına güvenerek gittim, yine aynı endişeyle geri döndüm.

Konser muazzamdı. Duman, izlemeyi/dinlemeyi en sevdiğim topluluklardan biri. Pinhâni gibi, konserlerini kaçırmak istemediğim ekiplerden. Hem de onlardan eski. Kaba bir hesapla yirmi yılı aşkın bir süredir konserlerini heyecanla izliyorum. Dolayısıyla, benim için heyecanlı bir deneyim oldu. Elbette ekip beni üzmedi ve ‘Senin Marşın’la başlayan konser ‘Seviyorsan İnanıyorsan’la devam etti; başta son iki albümden şarkılar çaldılar ama ilerleyen dakikalarda, eskilere döndükçe heyecan arttı ve bombalar art arda patlamaya başlayınca hem ekip hem de dinleyici çığırından çıktı. Bunu iyi anlamda söylüyorum: Yine muhteşem çaldılar ve yine amfi tiyatroyu dolduran insanlar şarkılara hep bir ağızdan eşlik etti. Tam bu noktada yine aynı endişe devreye giriyor: İnsanlar, alınan önlemlere rağmen konseri dip dibe izledi ve yine maskeler çıkartılmıştı.

Üçüncü konser deneyimim, bir festival. Daha doğrusu festival kılığında bir konserler dizisi. Trakya Müzik Festivali’ni yapan şahane ekip, bayram tatilini de bahane ederek Erikli’de Trakya Müzik Konserleri başlıklı bir seriye başlamış ve Yeni Türkü’den Duman’a, Melek Mosso’dan Ceylan Ertem’e uzanan isimleri dinleyiciyle buluşturmaya karar vermiş. Ben, “festival”in iki gününü izledim. İlk gün Irmak Arıcı ve Haluk Levent sahneye çıktı, ikinci gün Moğollar ve Ceza. Irmak Arıcı’yı öncesinde dinleme şansına sahip olmamıştım, dinledim. Bir kere daha dinler miyim, bilmiyorum. Haluk Levent, yıllardır bir şekilde denk gelip dinlediğim ama konserine gitmeyi tercih etmediğim isimlerden. Onu dinlerken, bunca ‘cover’la bu kadar yıldır sahnede olmasına yine şaştım. Asıl hedefim Moğollar ve Ceza olduğu için katıldığım ikinci güne odaklandım, o geceyi sakin ve kalabalıktan uzak bitirdim. “Kalabalıktan uzak” dediğim, dinleyicinin arasına karışmadım ama Erikli sokakları ziyadesiyle kalabalık olduğu için elbette insanlardan kaçamadım. Herkes dip dibe, sokaktaki insanların neredeyse yüzde sekseni maskesiz ve pandeminin henüz memlekete girmediği günlerde olduğu gibi maskesizler maskelilere şaşarak bakıyor. 'Kontrollü' denilen 'normalleşme' neredeyse tamamlanmış, her yer tam kapasite (ve hatta kapasitesinin üstünde) çalışmaya başlamış. Endişenin (endişemin) sokakta gördüklerimle büyüdüğü an bu.

SANATÇILARIN TEDİRGİNLİĞİ SAHNEDE BİTİYOR

Konserler, sahilde yapılıyor. Sahne önündeki alan geniş ama buna güvenilmemiş, sınırlı sayıda dinleyici içeriye alınıyor. Yine de oraya alınan dinleyici sahne önüne yığıldığı için bir yan yana / omuz omuza olma hâli var. Normal şartlarda bu şahane bir şey ama içinde bulunduğumuz şartlar yazık ki normal değil. Dahası, onca ay kapattığınız insanlara, sevdiği sanatçının konserine gittiğinde yan yana durdukları için laf söylemek hoş değil. Bundan sonra, insanların kendi kendini korumasına güvenmek durumundayız ama gördüklerim, bunun böyle olmayacağını gösteriyor. Yükselen vaka sayıları da öyle. Ben, kendi adıma, korumamı iki kat artırdım zira bu mereti ikinci kez deneyimlemeye niyetim yok.

İnsanlar genellikle “aşımı oldum, artık bana bulaşmaz” diye düşünüyor. Aşıyla ilgili söz söylemek bana düşmez ama bunun böyle olmadığını hepimiz biliyor olmalıyız. Hastalık, aşı olana da bulaşıyor. Aşı, hafif atlatılmasını sağlıyor. Yine de, bu, bünyeyi ağır etkilemeyeceğine dair bir garanti sağlamıyor. Başta söyledim, antikorum yüksek, ilk doz aşımı oldum ama buna rağmen korkuyorum. Her yerde maskeli dolaşmam, kapalı alanlara hâlâ girememem, bundan.

Konuyu dağıtmayayım, konserlere döneyim… Moğollar her zamanki gibi muhteşemdi. Gelen izleyiciyi ilk dakikada avuçlarının içine aldılar ve son dakikaya kadar bırakmadılar. Herkes şarkılara avaz avaz eşlik etti, eğlenceli şarkılar bir yana politik göndermeli olanlar da yerini buldu. Ekip heyecanlıydı. Aylar sonra ilk seyircili konsere çıkıyor olmanın tedirginliği, sahnede oldukları anlarda da sürdü belki ama böyleyse de bunu hissettirmediler. Pinhâni ve Duman sonrasında, Moğollar’ı dinlemek benim açımdan çok heyecanlı bir durumdu. Konser ortamlarına muazzam bir “line-up”la döndüm, sonrasını böyle sürdürmeyi umuyorum. Ceza derseniz, Moğollar üstüne kaymaklı ekmek kadayıfı gibiydi. Onun şahane ‘live’ projesi hâlâ muazzam ve tek kelimesiyle karşısındaki kitleyi etkileyebiliyor.

Art arda izlediğim dört konser sonrası söyleyebileceğim tek şey, ne kadar özlemiş olduğum. Henüz çalmadım, yakında çalmaya başlayacağım ama o ayrı bir heyecan, ayrı bir hasret. Ne yapacağımı, nasıl yapacağımı ben de bilmiyorum. Konuştuğum bütün müzisyenlerde aynı tedirginlik var. Bildiğim ya da gördüğüm, sahneye adım attıkları an bu tedirginlik geçiyor.

'24:00 YASAĞI' MÜZİĞİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL

Konserlere kavuşmuş olmak muazzam. Pandemiden asıl etkilenenler müzisyenlerdi, onları çalarken ya da şarkı söylerken görmek ve onlara eşlik etmek, anlatılmaz bir his. Daha da güzeli var; şahit olduğum bir şey: Rodisinden sesçisine Moğollar ekibi eksiksiz yan yana geldiğinde Erikli’de bir bayram havası esti. Umarım bu böyle sürer. Dikkat etmediğimiz sürece bu salgın bitmeyecek. Maskesiz dolaşmak, dip dibe olmak, sarılmak hayalini kurduğumuz şeyler ama galiba bunlar için henüz erken. Biraz daha sabredersek daha güzel ve özgür günlere ulaşabileceğiz. Aksi taktirde yeni bir kapanma kaçınılmaz -ki bunu hiçbirimiz istemiyoruz.

Bir şey daha: Gece yarısından sonra devreye giren müzik yasağı hâlâ sürüyor ve hiçbir şeye dikkat etmeyen kolluk kuvvetleri bu konuda hassas. Önünde kavga etseniz ayırmayacak “yetkili”ler saat 12’ye doğru ilerlediğinde “müziği kapatalım” demeye başlıyor. Ülkede hiçbir yasak bu kadar ciddiye alınmadı, üzerine düşülmedi. Üzerine düşünülmedi de. Dünyanın en mânasız yasağı bu ve bir kere daha gördük ki pandemiyle ya da tedbirlerle asla alakası yok. Konserler sürsün, dikkat edelim ama asıl bu yasağı konuşalım, tartışalım ve kaldırılması için ne gerekiyorsa yapalım. Şu anda müzik sektörünün önündeki en büyük tehlike bu. Gerisi küçük önlemlerle ve dikkatle çözülebilir şeyler ama bunun için ciddi bir harekete ihtiyaç var.

Sözün özü: Konserler şahane, sevdiğimiz isimleri canlı dinleyebilmek en güzeli. Bunun sürmesi için biraz dikkat yeterli. Sonrası, şairin dediği gibi, “iyilik güzellik”.  


Murat Meriç Kimdir?

1972’de doğdu. Çanakkale ve İzmit’te okudu. Ankara’da kimya mühendisliği eğitimi alırken, dinlediği müziğin tarihine merak saldı ve oradan ilerledi. Kendini bildi bileli plak topluyor; okuyor, dinliyor, dinlediklerini yazıyor, sevdiklerini çalıyor. Kedi gibi meraklı. Rakı, roka, bamya, erik seviyor. Çanakkale - İstanbul arasında yaşıyor ama Ankaracı. 1996’da Müzük adlı dergiyi çıkartan ekipten. Sonrasında Roll mürettebatına katıldı. Mürekkep, Birikim, Milliyet Sanat, Virgül, Bant gibi dergilerde yazıları yayınlandı. Yeni Binyıl, Radikal ve BirGün'ün yazarlarındandı. Ankara’da Radyo Arkadaş’ın kuruluşuna katıldı, radyo programları başta TRT, pek çok radyoda yayımlandı; kimi televizyon programlarının danışmanlığını yaptı, metnini yazdı. 2002 - 2003 yıllarında TRT için Kırkbeşlik adlı televizyon programını hazırladı ve sundu. Kalan Müzik için bir Tülay German albümü (Burçak Tarlası 64 – 87, 2001) derledi, pek çok albüme yazar ve danışman olarak katkıda bulundu. Pop Dedik / Türkçe Sözlü Hafif Batı Müziği (İletişim Yayınları, 2006), 100 Şarkıda Memleket Tarihi (Ağaçkakan Yayınları, 2016), Yerli Müzik (bi'bak Berlin, 2018) ve Hayat Dudaklarda Mey / Memleketin Anason Kokan Şarkıları (Anason İşleri Kitapları, 2019) adlı dört kitabı, üzerinde çalıştığı pek çok projesi var. Üniversitelerde ve kültür merkezlerinde müzik tarihi üzerine seminerler verdi, veriyor. Düzenli olarak Gazete Duvar'da, arada bir Kafa’da yazıyor; Açık Radyo için hazırladığı Harici Bellek başlıklı program salı günleri 19.30'da yayımlanıyor.