Özel sağlık sektörü nereden nereye
Yaşadık ve gördük ki, bir eğitim, iki sağlık, her ikisi de tek tek bireylerden bağımsız bir üst aklın, temelleri, sürekliliği olan bir organizasyonun kontrolünde, denetiminde olmalı.
Geçtiğimiz günlerde tıp doktoru, sağlık bilimleri üniversitesi kurucu rektörü bir siyasetçinin şöyle bir tweetine rastladım; ‘’Özel hastanelerin, kamunun sırtındaki yük olmaktan çıkarılması toplum sağlığı açısından hayati bir gerekliliktir. Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde yaşanan acı olayların bir daha tekrar etmemesi için, sağlık sistemimiz ticari kaygılardan arındırılmalıdır. Kamu sağlık sisteminin güçlendirilmesi, toplumsal adaletin sağlanmasının tek yoludur.’’ George Orwell’in distopik romanında geçen çift düşün kavramını anımsatan bu söylem karşısında özel sağlık sektörünün ülkemizde nereden nereye geldiğini bir not etmek isterim.
3 Mayıs 1920 tarih ve 3 sayılı Kanun ile kurulan Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı (Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâleti), Cumhuriyet’in ilk yıllarında ülkedeki sağlık hizmetlerinin sistemli biçimde ve tek elden yürütülmesi ile koruyucu hekimliğin devletin bir görevi olduğu politikasını benimsemiştir. Hatta koruyucu hekimliği cazip kılmak için pratisyen hekimlere devlet memurlarına verilenden daha yüksek maaş ödenmiştir. 1961 Anayasası’nda bir hak olarak tanımlanan sağlık kavramı, 1982 Anayasası’nda yerini hizmet tanımına bırakmış; Türkiye’de sağlık hizmetlerinde özel sektörün yeri, 07.05.1987 tarihinde özel sektörün ülkedeki sağlık hizmeti üretimine katılmasını teşvik edilmesi amacıyla çıkarılan 3359 sayılı “Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu” ile görünür hale gelmiştir. Bu kanun ile Sağlık Bakanlığı’na kamu ve özel sağlık kurumlarının düzenlenmesi görevi verilmiş, tüm kamu sağlık kurumları işletme haline getirilmiş; gerek özel gerekse kamu sağlık kuruluşlarının hizmetleri fiyatlandırılmış; sosyal güvencesi olan herkesin kamu ya da özel istediği sağlık kuruluşundan yararlanabilmesi olanaklı kılınmış ve çalışanların sözleşmeli olacağı belirtilmiştir. Başlangıçtaki teşvik ve sağlık sektöründe yer alabilmeleri için sağlanan kolaylıklara rağmen, 2008 yılından bu yana özel sağlık sektörünün üzerindeki denetim baskısı artırılmış ve faaliyetlerine bir takım düzenlemeler getirilmiştir. Yatak sayıları, ücretlendirmeler, çalıştırabilecek hekim sayıları, nöbet ve yarı zamanlı hekim çalıştırma koşullarındaki düzenlemelerle özel sağlık sektörü faaliyetlerine yön verilmeye çalışılmaktadır. Söz konusu koşullar da doğrudan hekimlere yansımakta, özel sağlık işletmeleri az çalışanla çok işi, uzun çalışma sürelerine maruz bırakarak üretmeye çalışmaktadır.
Ülkemizde 2003 yılından itibaren uygulanmaya başlanılan sağlıkta dönüşüm programı da özel sağlık sektörü yatırımlarını teşvik edici politikaları kapsamaktadır. 2002 yılında 270 olan özel hastane sayısı 2018 yılında 577’e yükselmiştir ve bu rakam Türkiye’deki toplam hastane sayısının yüzde 37,6’sıdır. Özel sağlık sektöründe hekim istihdamı, işletme açısından en kârlı sözleşmelerle sağlanmaya çalışılmaktadır. Hekimlerin; çalışan işçi (4A), serbest meslek makbuzu karşılığında 4B’li ve şirket faturası karşılığında 4B’li olarak iş sözleşmesi yaptığı 4B çalışma biçiminde çalışmaya ilişkin sözleşme iş sözleşmesi olmayıp hizmet alım sözleşmesi olarak kabul edilmektedir. Bu durumda çalışanın iş ve ücret güvencesi ortadan kalkmakta ve işine son verilmesi durumunda kıdem tazminatı ve diğer haklarından feragat etmektedir. Çalışma sürelerine ilişkin haklardan yararlanamamaktadır. Hastalık hallerinde hastalık izni kullanamamaktadır. Kadın çalışanlar anne olmakla ilgili izin hakkından feragat etmektedir. İş kazası ve meslek hastalığı sonucu herhangi bir yasal tazminat talep hakkı olmayacaktır. Hukuki süreçler iş hukuku ve iş mahkemelerinde değil, ticaret hukuku ve ticaret mahkemelerinde işleyecektir.
Toplum açısından baktığımızdaysa özel hastaneciliğin özellikle başlangıçta çok tutulduğunu görmekteyiz. Para verilerek alınan hizmetin devletin parasız doktorundan daha değerli olduğu hissine kapılan bireyler devletin sosyal güvencesinin yerine oldukça yüksek primler de ödeyerek sağlık sigortaları yaptırma çabasına girmişlerdir. Tamamlayıcı sağlık sigortaları ile poliklinik başvuru kuponları gibi kişilerin belirli sayıda poliklinik hizmeti alabileceği sigorta paketleri satılmıştır. Böylece özel sağlık sektörü toplum ve sermaye elbirliği ile yerini sağlamlaştırmıştır.
Bugün tüm bunlara ek olarak, sağlığın ticari kaygılardan uzaklaştırılması şöyle dursun, birden fazla hastanede yoğun bakımların, laboratuvar ve görüntüleme hizmetlerinin işletildiği, taşeronlaştığı denetimden uzak bir çalışma biçimi yaygınlaşmıştır.
Tüm bunların sonucunda sağlık sistemimizin geldiği noktada tüm sağlık çalışanlarında duygusal tükenme ve duyarsızlaşma kaçınılmaz olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bugün ülkemizde geldiğimiz noktada yaşadık ve gördük ki bir eğitim, iki sağlık, her ikisi de tek tek bireylerden bağımsız bir üst aklın, temelleri, sürekliliği olan bir organizasyonun kontrolünde, denetiminde olmalı. Ölen tek bir bebekle hepimiz öldük aslında. Artık kim sağlıktan, üstelik bir sağlık sisteminden söz edebilir.
Sağlıkta kaliteyi belirleyen en önemli şey nitelikli insan gücüdür ki bu satın alınamaz. Pek çok hekimi de kapsayan nitelikli insanların meslek hayatlarında kazanacağı paradan öte kaygıları vardır.