Öyküsü ve romanıyla Aydın Doğan

Geçmiş, bizim çocukluğumuzsa, Aydın Doğan’ın gençliği ve şehirden önceki hayatıdır. Bunun Doğan'ın başta öykücülüğünü, sonra da romancılığını etkileyeceğini, hatta belirleyeceğini söyleyebiliriz.

Fotoğraf: Kadir İncesu, 2014.
Google Haberlere Abone ol

Halim Şafak

Şehir karşısında artık geçmişte kalmış ama zihinsel olarak ne yazık ki terk edilmemiş bir hayat formu olarak dursa da kasaba ve köyü içine alan, benim kır diyeceğim dünya, Aydın Doğan’ın hem öyküsü hem de romanı için asıl alan olmuştur diyebilirim. Hatta bu ilginin, yazdıkları için izleksel bir temellendirmeye bile izin verebileceğini yazabilirim. Belki de kasaba, öykü ve romanın asıl mekânı olmuştur demeliyim.

Şehirse kasabadan ya da kırdan gelenin sürekli çatışma içinde olduğu dünya olarak yazdıklarına girmiştir. Bir bakıma uzun yıllardır kasabadan şehre göçün her anlamdaki sonuçları, daha çok yazarın bireyselliği çerçevesinde ama toplumsal kaygılarla yazdıklarında kendini göstermiştir.

Kuşkusuz bu durumun oluşturduğunun büyük ölçüde şehre dönük bir eleştiriye yol açtığı baştan söylenmelidir. Kasaba ise en azından insan ilişkileriyle ve doğasıyla daha çok olumlanmayı hak eden düzlemdir. Kır, oluşturduğu özellikle insani özellikleriyle, şehirle uyum sorunu karşısında sığınılan yer ve zaman olmuştur.

Buradaki geçmiş algısının altı özellikle çizilmelidir. Özlem dediğim şey bir yanıyla yazarda bir bakış açısı olarak ortaya çıkarken bir yandan da yaşamak zorunda kaldığı şehre dönük bir direnişin de imkânı olduğu için önemlidir. Geçmiş ilgisinin ortaya çıkarmaya çalıştığı kültürel ve ondan önce politik ortam, ister istemez yazar açısından biyografik bir ilgiyi de getirdiği için bireysel bir geçmiş değerlendirmesi de olmaktadır. Yanı sıra geçmiş toplumsal kaygıları belirginleştiren ve daha da öne çıkaran bir durum haline de gelmektedir. Tabii burada tartışılması gerekip gerekmediğine ihtiyatla yaklaştığım asıl durum ise, bütün bunların hangi yazınsal düzeylerde gerçeklik kazandığıdır.

Öykü kitapları 'Afişte Ölen Adam' (Yaba Yayınları, 1988, Ankara) , 'Kör Pencere' (Yaba Yayınları, 1993, Ankara) ve 'Güneşli Bayır' (Yaba Yayınları, 1998, Ankara); romanları 'Islak Kaldırımlar' (Yaba yayınları, 2002, İstanbul), 'Yiğıkili Zülküf' (Yaba Yayınları, 2013, İstanbul) ve 'Taşralı Bir Gencin Günlüğü' (Yaba Yayınları, 2007, İstanbul) adlı kitabı söz konusu ettiğim alanın şimdilik verimleri olarak okur karşısına çıkmıştır denebilir.

Bu noktada geçmiş, bizim çocukluğumuz, biraz zorlarsak ilkgençliğimizse, Aydın Doğan’ın büyük ölçüde gençliği ve şehirden önceki hayatıdır. Bunun önce Yaba Dergisi'ni sonra Yaba Yayınları'nı ama ikisinden önce Aydın Doğan’ın başta öykücülüğünü, sonra da romancılığını etkileyeceğini, hatta belirleyeceğini söyleyebiliriz. Bu noktada dönem içindeki sol algımız ve onun yol açtığı okuma pratikleri geçmişi nasıl değerlendireceğimiz ve geçmişten ne anlayacağımız konusunda yeterince düşünce verir ama Aydın Doğan bunu bizden bir farkla yapar. Bizim kır diye temellendirdiğimiz veya kasaba hayatı diye adlandırdığımız hayatımız batıda geçtiyse, Aydın Doğan’ın hayatı doğuda geçmiştir. Bu da yeterince kışkırtıcı ve bir o kadar da büyülü, ikisini de geçtim acısını yaşayanla bile paylaşmamış, paylaşamamış bir dünyadır. Buysa bizle Aydın Doğan arasındaki önemli bir farktır.

Aydın Doğan’ın öykü ve roman temelli (Hatta taşralı bir gencin günlüğü ile buna anlatı da katılmıştır.) yazma eylemi de işte tam orada yaşayanın acısını, kederini kendiyle bile paylaşmadığı bir düzlemde başlamıştır. 'Islak Kaldırımlar'ın uzun yılar önce yazılmış bir gençlik romanı olduğu düşünülürse ne demeye çalıştığım da anlaşılır. Enver Gökçe ilgisi ve 'Eğin Türküleri' kitabı tam da burada Aydın Doğan’ın belirtmeye çalıştığım dünyadan gönderdiği neyse o olmuştur.

Yiğikili Zülküf, Aziz Aydın Doğan, 391 syf.,Yaba Yayınları.

Bu noktada yazdıklarındaki politikleşmeye sonuna kadar açık folklorik öz de o geçmişe ve şehirdeki yalnızlığını unutmaya, unutturmaya yöneliktir. Belki geçmişin folklorik bir şey hale getirilmesine burada itiraz etmeden geçilmemelidir. Çünkü folklorik olan geçmiş çoktan başka bir şey haline gelmiştir, getirilmiştir. Başka bir şey dediğimiz de artık değişmeyen bir biçimdir. Geçmiş, onun elinde artık ne yapılsa bir şey olmayan ve kendini değiştirmeyen bir form haline gelmiştir, getirmiştir. Onun elinde doğallık bile biçim değilse de biçimin parçasıdır, parçalarından birisidir. Aydın Doğan’da yazma eylemi, o biçim dediğimiz ya da biçim haline getirildi dediğimiz geçmişi biçimin elinden kurtarma gibi açık veya gizli amacı bünyesinde ilk öyküsünden beri bulundurmuştur.

Cumhuriyetin özellikle roman ve öyküde öne sürdüğü kalıp köy algısı bunun dışında durur. 'Yiğıkili Zülküf', romansal anlamda yaşadığı sorunlara rağmen bu dışında durmanın içini iyice doldurmuş bir romandır. Geçmişin kabadayı ya da külhanbeyi kültürünün 'Yiğıkilili Zülküf' temelinde oluşturduğu dünya aynı zamanda bugüne saldırır. Çünkü Zülküf, Eric Hobsbawm’ın sözünü ettiği sosyal haydutlar içinde rahatlıkla değerlendirilebilir. Bu noktada Aydın Doğan’ın yer yer didaktizme düşmesi, bilgiyi öne çıkarması bu saldırıyı daha da somutlaştırmak için olabilir.

Bu noktada roman, bizim çok geç kaldığımız bir geçmiş tartışmasıdır. Bir bakıma Harput ya da Elaziz bir geçmiş olarak özlemle ele alınırken bu özlem bugünü onun oluşturucularından biri olan devleti eleştirmeye dönüşmekte gecikmez. Bunların hiçbiri şehirli bir bakışla da gerçekleşmez. Bugün Harput’un geçmişte oluşturduğu ve Aydın Doğan’ın izlerini sürdüğü dünya karşısında eleştirel olanın roman içinde kendini güçlendirmesine katkıda bulunur.

Söz konusu romanın edite edilmeden ve yoğun bir dizgi yanlışıyla yayımlanmasını da özgünlük olarak kabul etmekten yanayım. Benzer bir şey, kağıt kalitesi, kapağı ve kapak resmi için de sanıyorum söylenebilir Yiğıkilili Zülküf’ün hayatı ya da Harput, böyle ortaya çıkmalıydı ve yayımlanmalıydı. Belki burada Aydın Doğan’ın yayımlanmış ilk kitabının adının 'Halkın Cönk Defteri' olduğunu da hatırlatmalıyım. (Yaba Yayınları, 1981.)

Şimdilik üç kitaba ulaşmış ve bir kısmı dergide kalmış öykülerinin de kimi fantastik öyküleri ayrı tutarsak benzer bir değerlendirmeye yol açması mümkündür. Öykülerindeki geçmiş ilgisi özellikle 'Güneşli Bayır'a giren çoğu öyküde dönemi tartışmaya dönüşür. Bugün tartışması çoğu yazarın yaptığının tersine şehir olarak Ankara tartışmasını geçip, hayatın doğusunu hem şehirde hem de dağda otoriteye karşı direniş haline gelmesini cesaretle söz konusu eder.

Güneşli Bayır, Aziz Aydın Doğan, 94 syf., Yaba Yayınları, 1998.

Benzer bir düzlemi yazma konusu eden yazarların tekten örneklerle sınırlı olduğu düşünülürse Aydın Doğan’ın öykü ve romanları üstünden oluşturmaya çalıştığı bugün eleştirisinin önemli olduğu söylenebilir. Aynı şekilde ikinci romanı 'Yiğıkili Zülküf'ün de çok kültürlü yapıyı ve hayatı savunması ve bu noktada geçmişe saldırması da dikkatle okunmalıdır. Bu durum öyküye geçtiğimizde kendi üstünden ve tabii yayıncılıkta başından gelenlere bağlı olarak bireysel olanı çoktan toplumsallaştırmıştır.

Bütün bunlar hem öyküde hem de romanda daha çok klasik çerçevede ele alınır. Bu anlamda hem öykü hem roman, derinleşme arzusuna rağmen yazıp anlatmak istediklerine bağlı olarak yazınsal olanı çok fazla dikkate almış değildir. Bir bakıma yazıp anlatmak istedikleri karşısında yazınsal olan önemsizleşir.

Bu yüzden hem romanda hem de öyküde derinleşme arzusu yalnızca arzu olarak kalmıştır. Bu anlamda güçlü bir öykü ya da roman ortaya çıkmamıştır ama bu anlatılanların etkisini de azaltmamıştır. Aynı şekilde yazdıklarında hem dilsel hem de söylemsel bir farklılaşma ve zenginleşme de pek söz konusu değildir. İşin bu yanı da yine klasik roman ve öykü anlayışının Aydın Doğan’ın yazdıkları üstündeki etkisi ile ilgilidir.

İnsanın anlatma arzusunu aynı zamanda dünyaya karşı bir direnişe ve dünyayla hesaplaşmaya dönüştürmesi çoğunlukla yazınsal olanı her bir şeyi belirleyen bir öncelik haline getirmesini engeller. Özellikle ölüm ve öldürmenin tek gerçek olduğu bir coğrafi düzlem karşısında ve yine onun yaşatacak olduğu acının dozu hesap edilirse bu anlanabilir ve kabul edilebilir bir şeydir. Artık geçmiş olan bir dünyanın insani değerlerini savunma arzusunun yol açtığı politikleşmenin de bunda katkısı çoktur.

Bu noktada Aydın Doğan’ın oluşturduğu edebiyat birikiminin gerisinde değildir ama ilerisine geçme diye de bir niyeti yoktur. Bu yüzden de Aydın Doğan’ın öyküleri ve iki romanı üstünden oluşturmaya çalıştığını edebiyat tartışmasını biraz geride tutarsak daha iyi anlayabiliriz. Ve bunun böyle sürmesi kuvvetle muhtemeldir.

*Yazar Aziz Aydın Doğan adını kullanıyor ama ben Aydın Doğan demeyi tercih ettim.