Osmanlı İzmir'inden modernleşme olgusuna yeniden bakış
Sibel Zandi-Sayek'in 'Osmanlı İzmir'i - Çokuluslu Bir Limanın Yükselişi 1840 - 1880' çalışması, Gül Kale’nin çevirisiyle İletişim Yayınları tarafından yayımlandı.
31 Mart 2024 Mahalli İdareler seçim sonuçları, Türkiye’de yerel yönetimlerin merkezi yönetime karşı tabandan gelen demokratik taleplerin, yeni siyasi ortaklıkların, muhalefetin ve kamusallığın temsili açısından önemini bir kez daha ortaya koydu. Cumhuriyet'in yüzüncü yıl eşiğinde geçmiş benzer vakaların varlığı sonuçları ne olursa olsun mahalli idarelerin merkeze uzanan politik taleplerin bir mecrası olmasında tarihsel devamlılığa işaret ediyor. Sibel Zandi-Sayek’in 'Osmanlı İzmir’i: Çokuluslu bir Liman Kentinin Yükselişi: 1840-1880' başlıklı kitabının İletişim Yayınları tarafından yayınlanması tam da 2024 mahalli idare seçim sürecinde ve sonrasında tarihsel değerlendirmelere ihtiyaç olan bir zamana denk geldi. Kitap, sağlam kuramsal yapısı ve zengin kaynak kullanımıyla modernleşmenin, kentliliğin ve kent mekânının oluşumu ve dönüşümü üzerine geçmişten bugüne ufuk açıcı perspektifler sunuyor. Bugünün İzmir’inin kale olarak tarif edilen oldukça sabit politik tercih ve taleplerinin aksine bir zamanlar çoğul, dinamik ve değişken bir Osmanlı kentinin oluşum sürecini gözler önüne seriyor.
Osmanlı İzmir’i, mimarlık ve kent tarihçisi Zandi-Sayek’in 2012 yılında yayınlanan aynı başlıklı İngilizce kitabından Gül Kale’nin çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı. İngilizce kitap (Ottoman İzmir: The rise of a Cosmopolitan Port City, Minneapolis/London: University of Minnesota Press) akademik bir yayınevi tarafından basılmış, geniş bir bilimsel çevre tarafından takdir görmüş, hakkında çok sayıda kitap eleştiri metni yazılmış ve artık neredeyse klasik olarak tanımlanabilecek bir referans eserdir. 2013 yılında Türkiyat Araştırmaları Derneği’nin M.F. Köprülü Kitap Ödülü'ne layık görülmüştür. İletişim Yayınları'nın İzmir kent tarihi serisine eklenen 'Osmanlı İzmir’i' metninin sarihliği, anlatısının akışkanlığı ve aktardığı tarihi olayların canlılığıyla akademisyenlerden popüler tarih meraklılarına geniş bir okuyucu kitlesine hitap edecektir. Eserin ilk yayınındaki mükemmel metin ve görsel bütünlüğünün İletişim Yayınları formatında da korunmuş olması özel bir takdiri hak ediyor. Metne çok sayıda özgün görsel dışında, çerçeveye alınarak, odaklanarak ve yer işaretleri konularak elden geçirilmiş haritalar ve görünüşler eşlik ediyor. Böylece 'Osmanlı İzmir’i' kendi odaklandığı zaman aralığı için bir kent rehberi özelliğini de ortaya koymayı başarıyor.
MONOGRAFİK BİR KENT DÖNÜŞÜM TARİHİ KİTABI
'Osmanlı İzmir’i' en genel anlamıyla monografik bir kent dönüşüm tarihi kitabıdır. Uzun bir giriş, onu takip eden dört bölüm ve bir sonsözden oluşuyor. 1834, 1854-56 ve 1876’ya ait üç anahtar haritanın (ve karşılaştırmalı olarak gösterdikleri kent yayılımındaki çarpıcı sıçramanın) ardından başlayan giriş bölümü İzmir kentinin yükselişini, on dokuzuncu yüzyılın değişen Osmanlı, Akdeniz ve kolonyal imparatorluklar bağlamlarına, kavramsal çerçevelere ve kent tarihi yazımlarına referansla geniş dipnotlar vererek konumlandırıyor. Osmanlı tarihyazımında Tanzimat projeleri, tepeden modernleşme, Osmanlı millet sistemi, ya da Avrupa merkezli kapitalist kolonileşme çerçevelerini ve kaynaklarını öne çıkaran üst ölçekten ve daha çok benzerlikleri arayarak oluşturulan genel kent tarihi anlatılarının İzmir özelinde bir özetini sunuyor. Böylece giriş bölümünde hikayenin sonunu başından anlatır görünürken, aynı zamanda farklı ve çoğul tarihi kaynakların kullanımıyla başka anlatıların kurulmasının olasılığını öne sürüyor ve kendi katkısına yer açıyor. Bu anlamda esas değişimin yaşandığı ve İzmir’in Osmanlı’da kentlerin dönüşümünün öncülü ve çoğulcu bir imparatorluk yönetimi tahayyülünün temsili haline geldiği, başkentten İstanbul’dan bile takip edildiği 1840-1880 yılları arasının olaylarına ve gelişmelerine odaklanıyor.
Bölümler birbirini takip eden ve İzmir’in kentsel dönüşümü özelinde bağlanan olgu ve konular üzerinden kurgulanıyor: Kimlik, kentsel yurttaşlık, kamusal mekan, kentsel yönetişim, kamu işleri, kamu yararı, ritüeller ve dönüşen kentsel yurttaşlık. Bu tutarlı akışa rağmen her bölüm kendi içinde ayrı bir bütün ve kendi konusu özelinde İzmir’in on dokuzuncu yüzyıl öncesinde de Osmanlı dışına ve Avrupa ticaretine açık bir liman kenti olması ve tekil özellikleri sebebiyle tarihsel olayların gelişimini her seferinde başa alarak anlatıyor.
Birinci bölüm, kitabın başlığındaki çokuluslu terimini de açacak şekilde kimlik, yurttaşlık, kentsel yurttaşlık, mülkiyet, egemenlik ve vergilendirme konuları arasındaki ilişkiler üzerinedir. Farklı örneklerle İzmir’de çokulusluluğun Osmanlı millet düzeni temel kalıplarının ötesinde bir çeşitliliği barındırdığı ortaya konuluyor. Özellikle Avrupalı tüccarların Osmanlı tebaasından kişilerle yaptıkları evlilikler ve Avrupa temsilciliklerinin varlığında onların tebaasına geçme gibi durumlarla ortaya çıkan çoğul ve akışkan kimlikler tanımlanıyor. Çokulusluluğa koşut hukuk düzenlerinin varlığında, mülkiyet ve vergilendirilmesi konularının yarattığı muğlaklıklar ile fırsatçılıklar ve Osmanlı devletinin Tanzimat açılımıyla bu konuları bürokratik meşruiyet çerçevelerinde tanımlama çabalarıyla ortaya çıkan çatışmalar, pazarlıklar ve yüzleşmeler örnekleriyle aktarılıyor. Yabancılar için mülkiyet edinme ve kent hakkı arayışları kentsel yurttaşlık üzerinden tanımlanırken aynı zamanda kentteki dönüşüm süreçlerinin çokuluslu ve çoğulcu yapılar içinde yürütüldüğü görülüyor. Kadastro komisyonun kurulması ve kentsel alanın kayıt altına almak ve vergilendirmek için plana geçirilmesi gelecek kentsel dönüşümlerin de altlığını oluşturuyor.
İkinci bölüm, yarım yüzyıl içinde nüfusu iki katına çıkan İzmir’de eşkıyalık, salgınlar ve yangınlar gibi tehlikelere karşı oluşan kaygılar ve bunların tekrarlanmaması için alınan tedbirlerin içinde kâgir yapıların inşa edilmesi, kent sokaklarında gerek fiziki gerekse de asayiş anlamında düzeninin kurulması konuları üzerinden kamusal mekan olgusunun ortaya çıkmasına odaklanıyor. Yangın sonrası cemaatin örgütlenmesiyle yeniden ızgara planlı olarak inşa edilen Ermeni mahallesi ve diğer ana cadde genişletme çalışmaları, mezarlıkların kent dışına taşınması örneklerinde mülkiyet haklarının sağlanması için yapılan tartışmalar ve geliştirilen çözümlerle başlayan kamusallık arayışlarının iki şubeli belediyenin kurulmasına evrilmesi anlatılıyor. Sokaklara ayrılmış özel bir bölümde ise geçmişten gelen çok yoğun kent dokusu içinde sokakların tanzimi işinin gerçek mekânda nasıl zor gerçekleştiği, ufak işgalci birimler ve sokağa taşmalar üzerinden yürüyen büyük tartışmalar, özellikle Frenk Caddesi ve çevresi örneği üzerinden aktarılıyor. Yoğunluğu ve darlığıyla kentin ziyaretçilerini şaşkınlığa uğratan bu tarihî aksın varlığını nasıl olup da sürdürdüğü anlatılıyor.
Üçüncü bölüm, İzmir limanının inşası üzerinedir ve devlet ile yatırımcılar ikiliğinde aktarıla gelmiş bu kıyı dönüşüm projesini önceki iki bölümde anlatılan çoğul aktörler ve kentsel dönüşüm dinamikleri üzerinden detaylandırıyor. İzmir’in eski ticari yarar ve imtiyazlar üzerinden ve “ferhane”lerle oluşmuş çok özgün kapalı kıyı dokusunun, dolgu zemin açık rıhtım tipi bir liman kıyısına (birinci ve ikinci kordona) dönüşüm hikayesinin de çok kapsamlı müzakerelerle gerçekleştiği görülüyor. Yeni yatırımcılar artık yerel unsur sayılabilecek eski imtiyaz sahipleriyle pazarlık etmek ve projede revizyonlar yapmak durumunda kalıyorlar. Kamusal yarar olgusu hem kıyının halkın kullanımına açılması, liman demiryolu hattının tramvay olarak da kullanılması, liman şirketinin kanalizasyon işlerini de yapmak durumunda kalması gibi çeşitli sürtüşmelerle birlikte ortaya çıkıyor. Rıhtım cephesindeki yapıların alanlarını arttırmak yönünde önerilen revaklı yol gibi çözümler gerçekleşmese de ikonik Osmanlı İzmir’i kordon cephesi bu dönemde oluşuyor. Kamunun talepleriyle bir liman altyapı projesi kısmen açık bir kent mekanına dönüşüyor.
Dördüncü bölüm bir bakıma anlatısı kurulan ve yenilenen kamusal mekanlar üzerinden birinci bölümde anlatılan çokuluslu ve dinli cemaat yapısının devamında kentsel mekanda görünürlük kazanma taleplerinin örneklerini sunuyor ve güzergahlarını haritalandırıyor. Özellikle Katolik cemaatinin Efkaristiya Katolik Yortusu ayin alayı örneği üzerinden bu ritüel ve törenlerin kentte görünüm kazanma çaba ve biçimleri aktarılıyor. Yabancı ülke bayraklarının da yer alabildiği bu gösterilere karşın Osmanlı devlet bürokrasisinin de padişah cülûs ve kent ziyaretleri gibi törenlerle aynı mekânlarda varlığını göstermeye çalıştığı görülüyor. Kentte büyük müzakerelerle oluşan kamusal mekânların bu kamusal boşluklara izin veren kitleler tarafından ne biçimlerde sahiplenildiği ve kutsandığı anlatılıyor.
İZMİR'DEN BAKIŞ
Sonsöz, başlığı "İzmir’den Bakış"ın ifade ettiği şekilde, bu monografinin özel olarak son dönem Osmanlı kentlerinin dönüşümü ve genel olarak kentlerin dönüşümü, kentlilik, kentsel mekan üzerine sunduğu yeni perspektifleri özetliyor. Kent tarihyazımında tekil büyük altyapı ve planlama projelerine odaklanmanın ya da salt kalıp kuramsal yaklaşımların gerçekte ortaya çıkan mekânı ve dinamiklerini anlamadaki yetersizliği bir kez daha vurgulanıyor. Merkezden bakıldığında “utangaç”, “sıkıntılı” ve “az-gelişmiş” gibi çerçevelerle tarifline gelinen, ya da imparatorluğu takip eden ulusal tarihyazımlarında tek ulus üzerinden irdelenen Osmanlı “kentsel modernleşme” süreçlerinin, yerelden ve Osmanlı kaynaklarının tümünü içeren bir zenginlik içinden bakıldığında, çok aktörlü yapının getirdiği çatışmalar, katılımcılık ve muhalefet ile şekillenmiş, özgün örnekler teşkil ettiği görülüyor. Olasılıkların çokluğu ile gerçekleşenlerin ve gerçekleşmeyenlerin nedensellikleri kentin ne olduğunu kavramaya yardımcı oluyor. Bu haliyle İzmir’in tarihi bir yandan özelleşirken bir yandan da batılı merkez kentlerin on dokuzuncu yüzyıl dönüşüm anlatılarına benzer ve karşılaştırılabilir bir derinliğe kavuşabiliyor.
Sibel Zandi-Sayek’in sunduğu Osmanlı İzmir’inden bakış daha sonraki çalışmalara da ilham verecek şekilde “modernleşme olgusunu nasıl yorumladığımızı sorgulamaya” davet ediyor.