YAZARLAR

Örtülü af: Şiddet failleri çıkıyor, siyasiler kalıyor

Üç yıl önce Covid affında olduğu gibi terör ve örgütlü suçlar dışındaki suçlara infaz indirimleri, açık cezaevine geçme hakkı, açık cezaevinden izinli çıkarılma hakkı yoluyla örtülü af getirilenlerin bu defa geri dönüşlerini affetme girişimi geldi.

AKP iktidarı boyunca İnfaz yasasında kaç kez değişiklik yapıldığını hesaplayan var mı bilmiyorum ama büyük ihtimalle Devlet İhale Kanunu değişiklikleriyle yarışacak sayıya ulaşmış olmalı. Hukuk devletlerinde ceza adaleti tartışmalarının yürüdüğü, hukuk felsefesinin yeni yöntemler önerdiği zamanlardayız. Ceza adaletinin, adalet dağıtmanın tek yolu olmadığı yönündeki görüşlerin ağırlık kazandığı bu tartışmaların bize yansıması ise cezasızlık politikası. Ülkeyi, hukuk devleti niteliğinden söz edilemez hale getiren iktidarın, ceza adaleti meselesini hukuk felsefesi çerçevesinde tartışmaya ne gücü ne de niyeti var. Yargıya güven olmadığı için adalet arayışında mutmain olamayan insanlar toplamından ibaretiz. Bu nedenle de sık sık af beklentileri dile getiriliyor. Çoğu zaman iktidar kanadından pompalanan af çağrılarıyla yönetenlerin de adalet arayışını önemsediği intibaı oluşturuluyor: Gelsin infaz yasası değişikliği. Çakıcı affı yapıldı, yetmedi. Ardından pandemi imdada yetişip Covid affı bahanesine sığınıldı. Şimdi ne var? Arayana bahane çok. Covid affıyla izinli salıverilenler dönsün mü dönmesin mi? Topluma karıştılar mı yoksa dört duvarı özlediler mi? İnfaz yasasında şimdi de bu sorulara cevap üretilen değişiklik gündemde. TBMM Plan Bütçe Komisyonunda, yine muhalif görüşler dikkate alınmadan, iktidarın parmak hesabıyla geçti gitti yine infaz indirimleri, afları. 14 Temmuz'da Meclis tatili başlayıncaya kadar Genel Kurul'a indirilip yasalaşma ihtimali hayli yüksek. İnfaz indirimleri, istisnaları her biri örtülü af niteliğinde ve yasanın öngördüğü cezadan siyasi tercihle yapılan kırpma işlemi anlamıyla suçu cezasız bırakma işlemi. Evet, ceza adaleti tek başına adaleti sağlamakta yeterli değil ama cezasızlık başlı başına adaletsizliğin ta kendisi.

Üç yıl önce Covid affında olduğu gibi terör ve örgütlü suçlar dışındaki suçlara infaz indirimleri, açık cezaevine geçme hakkı, açık cezaevinden izinli çıkarılma hakkı yoluyla örtülü af getirilenlerin bu defa geri dönüşlerini affetme girişimi geldi. Örgütlü suçlar ve terör suçları ise gayet bol kesimli ve hayli elastiki bir çuval. Mafyatik suçlar, suikastçılar, uyuşturucu kaçakçıları içine alamıyor. Ancak muhalifleri, hak savunucularını, gazetecileri, seçilmiş milletvekillerini kapsamakta zorluk çekmiyor. Ve çok sayıda cezaevi yapmakla övünmesine rağmen suçsuzlarla tıka basa doldurduğu için sık sık infaz aflarıyla, indirimleriyle boşaltmak istiyor. Her işin bir kolayı var tabii ki. Anında gerçek suçluları dışarı salma yoluna başvuruluyor her zaman. Kadınlara, çocuklara, masumlara karşı işlenen suçları cömertçe affeden devletimiz kendi haklarına alabildiğine kıskanç. Hatalı politikalarına itiraz edenlerin ve hatta itiraz etme potansiyeli taşıdığını düşündüğü kişileri zinhar gözünün önünden, cezaevinden ayırmıyor.

Nuray Babacan 6 Temmuz tarihli Gazete Pencere yazısında teklife ilişkin şu yoruma yer vermiş: “Paketle yapılacak başka bir düzenleme, kapalı cezaevinden açık cezaevlerine geçme şartlarını değiştirecek. Yapılan çalışmayla hem açık cezaevlerine geçişler hem de bu cezaevlerine geçenlerin denetimli serbestlikten yararlanma şartları iyileştirilecek.”  Kuşkusuz terör ve örgütlü suçlar istisnasıyla çocuk istismarcıları, kadın katilleri, her türlü şiddet failleri, hırsızı-uğursuzu, torbacısı, baronuyla uyuşturucu kaçakçıları bayram edecek. Suikastçılar zaten mahkemeden salınıp kuş gibi uçuruluyor.

İki gün sonra, 8 Temmuz'da ise haberlere Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un infaz paketi hakkındaki açıklamaları damga vurdu. Covid izni adı verilen af ile çıkmış olanlar -ki yukarıda sayılan gerçek suçlulardan söz ediyor, siyasilerden değil- topluma alışmışlar, hayata karışmışlar, yazıkmış şeklinde özetliyor gerekçeyi. Bir kere daha cezasızlıkla ödüllendirilerek teşvik ediliyor kadınlara ve çocuklara, sivil halka, masumlara karşı işlenen suçlar, suçlular. Her seferinde yeni adaletsizlikler yaratan bu infaz aflarıyla toplumun adalet arayışı sonlanmak yerine genişliyor. Ama tek sorun bu değil.

İnfaz aflarıyla getirilen cezasızlık ve her türlü bahaneyle salıverme hali artık mahkeme kararlarında da etkili oluyor. Yine 8 Temmuz günü Medyascope’tan Senem Büyüktanır’ın yazısında dile getirilen mahkeme kararı bu açıdan ibretlik. “Gebze 4’üncü Aile Mahkemesi, 15 yaşındaki hamile çocuğun Hakan Başar isimli erkekle evlendirilmesi için mahkemeye başvuran ailenin talebini onayladı.” Medeni Kanun hükümlerine aykırı bir mahkeme kararı verilmiş. İlginç değil mi? Acaba hakim neden Medeni Yasa'daki evlilik yaşına ilişkin hükümlere aykırı karar verir? İktidar ortaklarının bu konudaki siyasi beyanları ve eril şiddet faillerinin kolaylıkla salıveriliyor olması bu kararda ne kadar etkili? Adalet Bakanlığı kanun yararına bozma talebinde bulundu. Gerçi diğer yandan Adalet Bakanlığı üstüne düşeni yapmış ve kanun lehine bozma kararı talep etmiş. “Yargıtay’ın kararı bozma nedeni “küçüğün 16 yaşına girmemiş olması” oldu.” Bakanlığın talebi doğrultusunda Yargıtay, Medeni Kanu'nda geçen ‘sadece 16 yaşını tamamlamış olan kadın ve erkeklerin mahkemece gerekli görüldüğü durumlarda evlenme izni verilebileceği’ yönündeki hükme dayanmış. Fakat sonuç ne derseniz değişen bir şey yok. Çocuk, mahkeme kararıyla yasaya aykırı olarak evlendirildi. Üstelik hamile olduğu gerekçesiyle verilen bu karar öncesinde düşük nedeniyle hamilelik sonlanmıştı. Tüm bunlar olurken AKP iktidarı Covid affıyla salıverdiği TCK 103 çocuk cinsel istismarı hükümlülerini “hayata karıştıkları” gerekçesiyle geri çağırmak yerine affetmeye giriştiği günlerde yaşanıyor.

İktidarın şiddet faillerini yeniden cezaevine girmekten kurtarma girişimi olan infaz teklifi komisyondan geçerken, aynı gün, yani yine 8 Temmuz'da eril şiddete dair yaşananları EŞİK Sosyal Medya hesaplarındaki paylaşımdan izleyelim.

'BENİ ÖLDÜRÜP GÖMMEK İÇİN YER ARADILAR'

24 saat içinde basına yansıyan haberlere göre;

  • Nevşehir’de bir kadın boşanma aşamasında olduğu erkek tarafından boğularak öldürüldü.
  • Çanakkale Bozcaada'da bir kadın şüpheli biçimde öldü, uçurumdan düştüğü iddia edildi.
  • İstanbul Esenler'de 9 aylık hamile kadın kapısını çalan bir erkeğin tacizine uğradı.
  • İstanbul’da bir kadın ve annesi, kadının evli olduğu erkek tarafından pompalı tüfekle öldürüldü.
  • İstanbul ’da erkek arkadaşı olduğu iddia edilen kişinin sokağın ortasında şiddet uyguladığı kadın, polisin & çevredekilerin desteği ile kurtulabildi.
  • İstanbul’da zorla ormana götürülen genç kadın, hem darp hem de tehdit edildi. Öldürülüp gömülmekle tehdit edilen kadın son dakika zanlıların elinden kendini araçtan atarak kurtuldu.
  • İpsala İngiliz kadın gümrük memurunun tacizine uğradı.

Tüm bunlar yaşanırken, kadınlar öldürülmeye, şiddet görmeye devam ederken, dün #Meclis'te #İstanbulSözleşmesi için genel görüşme açılması talebine karşı konuşan #KEFEK Başkanı #ÇiğdemAtabek, muhalefetin kadın cinayetlerine ilişkin sorularına "Bana sözlü şiddet uygulamayın” diyerek yanıt verdi.

Cinsiyet temelli şiddetin tanımını hiç kullanmadıkları, cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı olduğu gerçeğini yasalardan bile çıkarmaya kalkıştıkları, hatta yasada halen var olduğu halde odak kaydırarak farklı adli meselelerde kullandıkları ortada. Yeni KEFEK başkanı Çiğdem Atabek de adını duyurduğu ilk icraatıyla, şiddetle mücadelede odak kayması yaratma modasına uymuş ve görünüyor. Hukuksuz çekilme kararından bu yana artan şiddeti ve cins kırım anlamındaki kadın cinayetlerini gözden kaçırmak için şüpheli kadın ölüm kategorisindeki sayıları yükseltiyor Erdoğan iktidarı. İstanbul Sözleşmesi hukuksuz kararından bu yana şiddet yasası da uygulamada çarpıtılıyor. Ve failler her fırsatta affediliyor. Taşları bağlayıp köpekleri salıverme deyimi bu son paketi en iyi açıklayan benzetme olsa gerek.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.