Orhan Pamuk, imaj ve yazı

Orhan Pamuk ve babası arasında tam bir baba-oğul ilişkisi sağlanamaz. Babanın zaten varlığının kültürel oluşu ve bu dengenin sağlanamaması bir baba figürünün oluşmasını da engellemiştir.

Google Haberlere Abone ol

Kerim Karayel

Edebiyatla ilgili kimseler çoğu zaman, benimsedikleri eleştiri ve çözümleme metodu sebebiyle yazarların sadece edebiyat ile ilişkilerine odaklanır. Bu nedenle kaleme alınan yazılar çoğu kez metin merkezli bir okuma ya da metinden yazara giden bir yazarın yaşamını aydınlatmak için eserde ipuçları arayan birer yorum/aşırı yorum yapıtına dönüşür. Bu yazıda benimsediğim metot, öznel tabanda konumlandırılmış bir formda. Orhan Pamuk’un İstanbul ile hayatını kesiştirdiği ve eklemlendirdiği “İstanbul-Hatıralar ve Şehir” kitabında okura seslendiği şu cümleleri odağıma aldığımı belirtmeliyim: “(…) benim gibilerin daha sonra yaşayabileceği ikinci hayat, elindeki kitaptan başka bir şey değildir. O da senin dikkatine bağlı, ey okur. Ben sana dürüstlük göstereyim, sen de bana şefkat.” (1)

Orhan Pamuk’un bu ikinci hayat dediği, “İstanbul” kitabında sıklıkla geçen, “Bir Başka Orhan” bölümünde anlattığı, tanıdığımız Orhan Pamuk’a tıpatıp benzeyen hatta aynı olan bir başka Orhan’dan da farklı olsa gerek. Pamuk’un sözünü ettiği Bir Başka Orhan, bir tür ikinci benlik mi yoksa aynı duyarlılığın paylaşıldığı, müşterek ilgi alanlarının olduğu bir eşdeğer ile karşılaşmak hasreti mi bunun ayrımını yapmak en azından eleştirmen için zor.

MESELEMİZ ORHAN PAMUK

Pamuk Apartmanı, Cihangir’deki ev, Beşiktaş... Hepsi Orhan Pamuk’un birer cam fanusu. Burada fanus ile kastedilen ise daha çok sınırlı ve yaşamayı sevdiği alandır. Keza bu korunaklı alanı (her detayı ile hâkim olunan bir mekânı) Pamuk’un bir cümlesini bozarak ve yeniden kurarak ifade etmem gerekirse, çaresi olmadığı için sevdiği ve onu neden sevdiğini de icat ettiğini görmekteyiz. Örneğin; annesinin resim çalışmalarını yapması için anahtarını verdiği boş daire Kara Gül’ün oraya gelmesi ile anlamlı hale gelmeye başlar Orhan Pamuk için.

Orhan Pamuk’un birçok yerde başka bir duyarlılığı olduğunu okura hissettirir. Ancak otobiyografi tür içinde bazı tehlikeler de barındırır. Otobiyografi yazarının hatırladıklarının ne kadar kapsayıcı olduğu bir başka söyleyişle insanın neleri hatırladığı yönüyle muallak, bir yönüyle de muğlaktır. Bu muğlaklığı cümlelerdeki kip (zaman) değişikliği ile okurdan saklamaya çalışır. Çocukluğuna dair anıları (bunların bir kısmı bireyin zihninde anıların kayıtlı almadığı altı-yedi yaş öncesine dair birçok olayı) okura görülen geçmiş zaman kipiyle aktarır. Bu retroperspektif tutumu da psikanalizmin sağladığı olanakları kullanarak yapar.

Pamuk Apartmanı’nın kendine has burjuva kuralları nedeniyle sokaktan soyutlanan çocukluk yaşayan Pamuk’un, Freud’un işaret ettiği ilk cinsel uyanışı da aktarımına dahil ettiğini görmekteyiz. (2)  Bir tür Oidipus kompleksi Orhan Pamuk’ta da görülür. “Oidipus kompleksinin evrenselliğinde en çok tartışılan konu babanın işlevidir. Her ne kadar anne-çocuk ilişkisi büyük kültürel farklılıklar gösteriyorsa da bu ilişki geniş ölçüde fizyolojiktir. Oysa babanın işlevi tamamen kültürel gibi durmaktadır; babayı çocuğa bağlayan görünür bir fizyolojik bağ yoktur. Bu durumda erişkin erkeğin çocuk ve erişkin kadın üzerinde hak ve yükümlülük iddia eder kendini ‘baba’ konumuna oturtması tamamen kültürel, belki de doğal olandan kültürel olana geçişi sağlayan bir müdahaledir.” (3) Hal böyle iken Orhan Pamuk ve babası arasında tam bir baba-oğul ilişkisi sağlanamaz. Babanın zaten varlığının kültürel oluşu ve bu dengenin sağlanamaması bir baba figürünün oluşmasını da engellemiştir. Sözgelimi “İstanbul” kitabındaki “İlk Aşk” bölümünde Pamuk’un adını gizlediği ve adının Farsça anlamıyla bize tanıttığı ilk aşkı “Kara Gül”ün babası oldukça etkin bir baba figürü olarak çıkar.

Pamuk ailesindeki bu babasızlık durumu iki kuşağı da etkilemiştir. Orhan Pamuk’un dedesinin Manisa’dan gelip İstanbul’da büyük bir servet kazandıktan sonra beklenmedik ani ölümüyle ailenin idaresi babaanneye düşmüş, fakat iki oğlunun başarısız yatırımlarını babaanne yönetememiştir. Böylelikle aile gittikçe fakirleşmiştir. Aynı zamanda Pamuk’un anne ve babası arasında yaşananlar bazen babanın ya da annenin evden ayrılması ile sonuçlanmıştır. Anne evden ayrıldığında küçük Orhan’ı yanında götürürken Pamuk o kavganın ardıllarını görür. Fakat babası sorunlardan kaçmak için ayrılır. Yazarın Başka Bir Orhan istemesi de belki de bir başka yaşam yaşamak isteği ile ilişkilendirebilir. Örneğin Orhan Pamuk, babasının ikinci evini öğrendiğinde şunları söyletir, yıllar önceki kendine: “Sanki babam benim yapamadığımı yapmış da şehirdeki benzerini, ikizini bulmuş, her gün bir süre gizli sevgilisiyle değil de ikiziyle buluşuyormuş gibi gelirdi bazan bana ve bu yanılsama hayatımda ve ruhumda bir eksiklik olduğunu bana hissettirirdi.” (4)

Baba-oğul ilişkisinin aksine Orhan Pamuk’un anne ile yaşadığı daha sağlıklıdır. Hatta Orhan Pamuk üzerindeki baskın ebeveyn annedir. Kitabın sonunda yer alan “Annemle Bir Konuşma: Sabır, İhtiyat, Sanat” bölümünde ressamlıktan yazarlığa geçişteki kırılmayı başlatan konuşma anne ile gerçekleşmiştir.

Pamuk’un hayatındaki önemli bir figür ise babaannesidir. Babaanne, ailenin zenginleşmesini sağlayan ve Manisa’dan İstanbul’a gelerek bir burjuva ailesi yaratan eşini kaybettikten sonra ailenin idaresini üstlenir. Görünürse idare babaannede görünse de iki oğlu da günden güne başarısız yatırım denemeleri ile servetlerini kaybetmektedir. Ailenin gelir giderlerini, günlük işleri ve buna benzer şeyleri kaydeden aynı zamanda odasından dairesindeki tüm eylemleri izleyen kontrolcü bir figürdür.

Orhan Pamuk’un “İstanbul” kitabında sıklıkla bahsettiği diğer isim abisidir. Babanın yokluğunda abisi ile şiddetli kavgalara girer. Ağabey’in ondan bir iki adım önde olması (ondan önce okula gitmesi, vücut olarak ondan daha gelişkin olması) Pamuk’un vurguladığı diğer notlardır.

İMAJ İLE İLİŞKİ

Pamuk Apartmanı’nda bir çocuğun ilk sosyal hayatını oluşturan ilkokula kadarki süreçte genellikle evde vakit geçiren, duvarlardaki fotoğrafları ve o fotoğrafların detaylarını inceleyen aynı zamanda bir gözü sokakta olan, o bölgedeki eskiyen konakları, karakol binalarını, boğazdaki gemileri izleyen bir çocuktur Orhan Pamuk. Kente bakışın, gazete haberleri, ressamların tablo ve gravürleri, İstanbul’a gelen yazarların yazdıkları ile kenti dolaşırken gördükleri ile karşılaştırır. Bugün çok fazla Pamuk okurunun gündemine girmeyen kitap olan “Balkon”, Orhan Pamuk’un görsel ile olan ilişkisini açıklamakta oldukça önemlidir. Yirmi iki yaşına kadar ressam olmak isteyen, fotoğraf çeken, şehrin arka sokaklarında dolaşan Pamuk için görsel etkin algılama unsurudur. Şu sıralar basılan “Veba Geceleri” de böyle bir görsel becerinin etkisiyle ortaya çıkmıştır.  Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanan videolarda Pamuk’un “Okura, bin dokuz yüz bir yılında bir Osmanlı adasında olduğu duygusunu verebilmek için fotoğraflardan çok yararlandım” sözleri, görsel ile okur zihnindeki kurgusal manzaranın oluşması arasında bir ilişki kurduğunu göstermektedir. (5)

Pamuk Apartmanı’nda babaannesinin evinin her yanı fotoğrafla doludur, bu fotoğrafların yanında zamanla Pamuk’un resme olan ilgisi eşlik eder. Üniversite yıllarında ailenin boş dairesi bir resim atölyesine dönüşür. “Balkon” kitabında fotoğraf için söylenen aslında Pamuk’un neredeyse tüm yaşamındaki imajla ilişkisini yansıtan kelimeler bize yön gösterecektir: “Bazan, özellikle kış günleri manzara aşırı ‘güzel’ gözüküyordu bana. Gördüğüm şeyi ‘idealize’ ediyordum. Bu güzellik geçiciydi ve ben onu hemen saptamalıydım. Sanki bu güzelliği saptamak benim dünyaya, herkese borcum; vazifemdi.”

Hemen bunun akabinde, “Balkon” kitabındaki fotoğraflar ile Pamuk’un hayatını karşılaştırmalı olarak ele alırsak; çocukluğundaki Boğaz’ı izlemek ve gemileri saymak, not etmek gibi masumane eylemlerinin (Pamuk’un “Balkon” kitabında birçok geminin de fotoğrafına rastlanır ve bir bakıma soğuk savaş yıllarındaki ajanlar gibi Pamuk da o gemileri istihbarat bilgisi olarak not eder.) yanı sıra babaannesinin yaşamında tanık olduğu kart oyunları sahnesinin de “Balkon”da yer aldığını görürüz. “İstanbul” kitabında (s. 117) sözünü ettiği kart oyunları imajının bir benzeri “Balkon” kitabında (s. 96) yer bulur. Onlarca fotoğraf arasından bu fotoğrafın seçilmiş olması ve seçkide yer alan diğer fotoğraflardan ayrıksı bu fotoğrafın bir anlamı olmalıdır, yoksa Çehov’un Silahı artık sahneden silinmiştir.

Pamuk “Balkon”un ön sözünde, manzaranın büyüleyiciliği karşısında Çin manzara resmi kuramıyla uyumlu fotoğraf çektiğinden de bahseder. (s. 9) “Veba Geceleri” kitabının ilk kapağının da bu manzara kuram ile benzeştiğini söylemek mümkündür. Kitabın yayınevi tarafından yayınlanan tanıtım videosunda Orhan Pamuk, kahramanları tasarlarken resim sanatından da faydalandığını belirtir. (6)

Sonuç yerine bir şeyler söylemek gerekirse Orhan Pamuk ve ailesi Cumhuriyet’in ilk yıllarında zenginleşmiş, serveti aileye kazandıran Pamuk’un dedesinin vefatıyla gün geçtikçe yoksullaşmıştır. Nişantaşı, Cihangir, Beşiktaş Osmanlı’nın son dönemlerinde canlılık kazanmaya başlamış mekânlardır. Batılılaşma sürecinde Avrupa’daki örnekleri taklit edilerek buraya çeşitli apartmanlar yapılmış ve bu apartmanlardan biri de Pamuk Apartmanı’dır. Orhan Pamuk da bu apartmanda yaşayan üçüncü kuşaktır. Anne babası arasındaki tartışmalardan oldukça etkilenen, evdeki felaket havasından hoşlanan (7), çocukluk dönemini anlatırken psikanalizimin imkânlarından faydalanarak hatıralarını keskinleştiren Pamuk, İstanbul kitabında ressam olmak yerine yazar olacağını dillendirdiği âna kadarki hayatını okur ile paylaşır ve okurun şefkatini ister.

Yaşadığı apartmanda babaannesinin duvarlarının fotoğraflar ve ressam olma isteğiyle imaj ile ilişkisini kuran Orhan Pamuk’un, kenti fotoğraf kareleri olarak görmesi eski ve yeni hallerinin mukayesesini yapması bir kent yazarı kimliği kazanmasını sağlar. “Balkon” kitabındaki fotoğraflarda şehrin bir ânını kaydetme isteği ve onu idealize etmesi kent yazarı kimliğini kuvvetlendirir.

Bugün “Veba Geceleri” ile okur gündemine giren Pamuk’un imajla ilişkisi bu kitapta da devam etmektedir. Kitap kahramanlarından kitabın geçtiği Minger Adası, Orhan Pamuk’un çizimi ile kitabın kapağına taşınmıştır. Sözün kısası, bugün hepimizin zihninde dünyaca ünlü romancı olarak beliren Orhan Pamuk’un imaj ile kurduğu ilişkiyi daha yakından tanımak, metinlerini bir de bu açıdan anlamlandırmaya çabalamak gerek. Yapılacak derin incelemelere vesile olmak dileğiyle…

 Dipnotlar

1. Orhan Pamuk, İstanbul-Hatıralar ve Şehir, Yapı Kredi Yayınları, 16. basım, İstanbul, 2017. (s. 16)

2. İstanbul, s. 26

3. Saffet Murat Tura, Haz İlkesinin Ötesi ve Oidipus Kompleksi. S. Freud içinde, Haz İlkesinin Ötesinde Ben ve İd (s. 7-19). Metis Yayınları, 7.basım, İstanbul, 2020. (s.17)

4. İstanbul, s. 338

5. Orhan Pamuk, Orhan Pamuk "Veba Geceleri"ni anlatıyor: İlk Görünüş, YouTube'dan alındı, 2021.

6. Orhan Pamuk "Veba Geceleri"ni anlatıyor.

7. İstanbul, s. 81

Kaynaklar

1. Orhan Pamuk, İstanbul-Hatıralar ve Şehir, Yapı Kredi Yayınları, 16. basım, İstanbul, 2017.

2. Orhan Pamuk, Balkon, Steidl Yayınları, Göttingen, 2018.

3. Orhan Pamuk, Orhan Pamuk "Veba Geceleri"ni anlatıyor: İlk Görünüş.

4. Saffet Murat Tuna, Haz İlkesinin Ötesinde Ben ve İd, Metis Yayınları, 7.basım, İstanbul, 2020.