Ölüye Saygı İnisiyatifi, yas ve gömülme hakkı için mücadele ediyor

Mezarlıkların yıkılmasını, cenaze namazlarının engellenmesini, cenazelerin kaybolmasını ya da teşhir edilmesini dert edinen bir grup, ölülerin ve ölülerine veda edemeyenlerin hakkını aramaya başladı.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - Geçtiğimiz hafta Mezopotamya Ajansı’nda, okuyan herkeste farklı duygular uyandıran bir haber yayınlandı. Haberdeki ögeleri -bazı küçük hafıza tazelemeleriyle- kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz:

1 - Çözüm sürecinin 2015’te sonlanmasından sonra Silopi’de çatışmalar başladı.
2 - 57 yaşındaki Taybet İnan komşusundan dönerken çatışmanın ortasında kaldı, vuruldu ve hayatını kaybetti.
3 - İnan’ın cenazesi, çatışmaların devam etmesi sebebiyle 7 gün boyunca sokaktan alınamadı.
4 - Aynı tarihlerde Cizre'de ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında bir binanın bombalanması sonucu Taybet İnan’ın kızı Hezni İnan da hayatını kaybetti.
5 - Hezni İnan’ın bombalama sırasında yanan ve parçalanan elbiseleri tam 8 yıl sonra bir zarf içinde babasına teslim edildi.

CENAZE NAMAZI YASAKLANDI, 3 GÜN EZAN OKUNMADI

Geçtiğimiz hafta ajanslara yansıyan bir başka haberde de ana unsur gene bir cenazeydi. 2020 yılında hava saldırısında yaşamını yitiren HPG’li Yılmaz Uzun’un cenazesi, öldükten 3 yıl sonra bir kutunun içinde ailesine teslim edildi. Cenazenin teslim ediği gün ailenin köyünde cenaze namazı kılınması yasaklandı ve köyün camisinde 3 gün ezan okutulmadı.

HATUN TUĞLUK MEZARINDAN ÇIKARILDI

Bu iki haber akıllara HDP’li siyasetçi Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine yapılan saldırıyı da getirdi. “Terörist istemiyoruz” sloganlarıyla hedef alınan cenaze Ankara’da defnedildiği mezarlıktan çıkarılmış, aile cenazeyi Dersim’e götürmek zorunda kalmıştı.

HAVADAN BOMBALANAN MEZARLIKLAR, ÇIPLAK TEŞHİR EDİLEN ÖLÜ BEDENLER

Son yıllarda kamuoyunun gündeminde yer etmese de benzer çok fazla olay yaşandı. Çatışmalarda hayatını kaybeden PKK’lilerin bedenleri panzerlere bağlanarak şehrin caddelerinde sürüklendi, çıplak bedenleri teşhir edildi, defnedildikleri mezarlıklar havadan bombalandı.

HIRİSTİYAN MEZARLARI YIKILDI, LGBTİQ+’LARA CENAZE MERASİMİ YAPTIRILMADI

Ermeni, Süryani, Yahudi mezarlıkları da sayısız kez saldırıya uğradı, yıkıldı. Din görevlileri LGBTİQ+’ları defnetmeyi reddetti, cenaze merasimlerinin yapılması engellerle karşılaştı.

‘ÖLÜLERİ’ DERT EDİNENLER: ÖLÜYE SAYGI VE ADALET İNİSİYATİFİ

Yazıya iki güncel haber ve kısa bir hafıza tazeleme ile başlamamızın sebebi okuyacağınız söyleşinin konusunun bu haberlerdeki “ölüleri” dert edinen bir girişim olması. Girişimin adı, girişimi ilk kez duyanlar ve yukarıdakine benzer haberlere erişimi olmayanlar için tabiri caizse “şok edici”: “Ölülere Saygı ve Adalet İnisiyatifi”.

BİTLİS MEZARLIĞI'NDAN ÇIKARILIP İSTANBUL’DA KALDIRIMA GÖMÜLEN CENAZELER

İnisiyatif üyelerinden Erdoğan Alayumat bir gazeteci. Yaptığı haberlerden biri tam da bu meselenin özeti niteliğinde. Alayumat’ın 2020 yılında yazdığı habere göre Bitlis’in Yukarı Ölek köyünde bulunan Garzan Mezarlığı 19 Aralık 2017’de yıkıldı. 282 cenaze ailelerinden habersiz olarak çıkarıldı, İstanbul Adli Tıp Kurumu’na götürüldü, İstanbul’daki Kilyos Mezarlığı'na defnedildi. Alayumat, bu cenazelerin aslında defnedilmediğini mezarlık içindeki kaldırıma gömüldüğünü, üzerlerine beton döküldüğünü ortaya çıkardı.

Bu haberiyle ödüle layık görülen Alayumat’ın “ölüleri” ve onlara yapılan saldırıları dert etmesinin bir sebebi de yıllardır oğlunun kayıp cenazesini arayan annesi.

Türkiye için son derece zor olan bir konuda çalışma yürüten Ölülere Saygı ve Adalet İnisiyatifi’nden Erdoğan Alayumat’la konuştuk:

Ölülere Saygı ve Adalet İnisiyatifi nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?

Bu soruyu Garzan Mezarlığı sürecini hatırlatarak cevaplamak gerekiyor. Bitlis'in Yukarı Ölek mezrasındaki Garzan Mezarlığı 2017’de Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından havadan bombalanarak yıkıldı. Buradan yaklaşık 300 cenaze çıkartıldı. Aileler cenazelerin peşine düştü ve cenazelerin en son İstanbul Adli Tıp Kurumu'na gönderildiği anlaşıldı. Uzun uğraşların sonunda cenazelerin İstanbul'da Kilyos Mezarlığı'nda bir kaldırıma gömüldüğü ortaya çıktı.

O günlerde Türkiye'de ölülere ve mezarlıklara dönük saldırıların çok fazla yoğunlaştığını fark ettik. Buna ilişkin tartışma yürütürken de bu konuda bir hafıza, bir arşiv olmadığını gördük. Bu saldırılara ilişkin hukuki süreçlerin de yarım yamalak ilerletildiğini anladık. Sonuç olarak bu alanda bir şeyler yapılmasının ciddi bir ihtiyaç olduğunu düşündük ve ‘ne yapabiliriz?’ dedik. Tartışmalarımız sonucunda da bu inisiyatif kuruldu. Bugüne kadar yaptığımız toplantılarda, panellerde detaylı bir biçimde tartıştık. En son İstanbul’da düzenlediğimiz konferansta önemli kararlar da aldık. Ölüye dönük saygısızlık, yas hakkı, yas hakkının engellenmesi, gömülme hakkının engellenmesi durumunda yürütülecek hukuki işlemleri üstlenecek bir yapıya dönüşme kararı aldık. Ayrıca tüm bu saldırıların arşivini oluşturmak istiyoruz. Önümüzdeki dönemde bu yapı kurumsal bir hal almaya başlayacak.

Erdoğan Alayumat

Kimler var inisiyatifte?

Ermeni aydınları, kadınlar, LGBTİ+’lar, Kürtler, Süryaniler, Aleviler. Çok renkli ve çoğulcu bir yapı. Bu yapının bir dernek veya vakıf olması için çalışıyoruz.

‘BU MESELEYİ DERT ETMEMİZİN ANA SEBEPLERİNDEN BİRİSİ YOK EDİLMEK İSTENEN HAFIZA’

Süreci anlatmaya Garzan’dan başladınız? Öncesi de var mı?

Elbette. Bizim bu meseleyi dert etmemizin ana sebeplerinden birisi bu hafızanın kendisi. Hep tartışılan Ermeni soykırımı, bu topraklarda ölülere dönük saldırıların başladığı nokta. Ermeni soykırımında ölenlere ne oldu, mezarlıklarına ne oldu? Cenazelerin çoğu yok, mezarlıkların çoğu yok edildi. Onların hatırasına dönük ne varsa silmek adına bu mezarlıklar hedef haline getirildi. Van'da bugün Ermeni mabetlerinin üzerine tuvalet yapılmak isteniyor. Ankara'da Ermeni mezarlığının üzerine alışveriş merkezi yapılıyor. Ya da Gezi Parkı. Gezi Parkı bir Ermeni mezarlığıydı. Bugün yok oldu.

‘DEVLET HEM HAFIZAYI SİLMEK HEM DE SUÇLARININ ÜZERİNİ ÖRTMEK İSTİYOR’

Sadece Ermeni halkının ölülerine dönük değil, Kürtlere, Alevilere, Süryanilere baktığımızda da aynı şekilde cereyan etti. Mesela Nevala Qesaba gerçekliği var. Türkiye’nin belki de en büyük toplu mezarlıklarından biridir. Ne oldu o mezarlığa? Bugün üzerinde lüks villalar yükseliyor. Peki neden? Çünkü devlet unutturmak istiyor. Bir hafızasızlık yaratmak istiyor. O hafızayı tamamen silmek istiyor. Hem halkların hafızasından silmek istiyor ve sanki hiçbir şey olmamış gibi bir tarih yaratmaya çalışıyor hem de kendi suçunun üstünü örtmeye çalışıyor.

‘ŞEYH SAİD’İN, SEYİD RIZA’NIN MEZARLARININ VAR OLMASI İSYANLARIN DA KATLİAMLARIN DA HATIRLANMASI DEMEK’

Mesela Şeyh Said’in, Seyid Rıza’nın mezarları nerede, bilinmiyor. Çünkü o mezarların var olması demek o isyanların, katliamların hatırlanması demek.

‘MEZARLARIN ÜZERİNE TOKİ’LER YAPILIYOR’

2015’ten sonra benzer saldırılarda bir artış mı oldu yoksa daha görünür mü oldu?

2015’ten önce bir çözüm süreci söz konusuydu. Süreç bozulduktan sonra girilen savaş konseptiyle birlikte çok ağır bir dönem yaşandı. Birçok kent yerle bir edildi. Taybet İnan'ın cenazesi günlerce yerde kaldı. Ama devlet bununla sınırlı kalmadı. Bu kentlerde öldürülen insanların bir mezarı bile olmadı. Cenazeleri bulunamayan çok fazla insan var. Şırnak’ta TOKİ'lerin o cenazeler üzerine inşa edildiğini biliyoruz. Yani doğrudan sivil olanlara da yöneldi devlet.

‘DEVLET AİLELERE VEDA HAKKINI BİLE VERMEDİ’

Ama bir insan yaşamını yitirdikten sonra fiziki dünyayla hiçbir bağı kalmaz. Ve aileler son görevini yapmak zorundadır. Veda etmek gibi bir hakları var. Devlet o veda hakkını bile insanlara vermedi. Cenazesini alabilenlerin de cenaze namazının kılınmasına izin verilmedi. Apar topar gece yarıları defnedildi insanlar.

‘SİZİN BU ÜLKEDE YAŞAMAYA, ÖLMEYE, YAS TUTMAYA HAKKINIZ YOK’

Tüm bunlar aynı noktaya çıkıyor; hafızayı silmek, suçların üzerini örtmek. Sürecin geldiği noktaya baktığımızda bugün insanlar kendi cenazesini dahi arayamayacak bir noktaya geldi. Türkiye'deki halklara yaklaşım şu; sizin bu ülkede yaşamaya, ölmeye, yas tutmaya hakkınız yok.

‘LGBTİQ+’LARIN GÖMÜLME HAKKI BİLE YOK’

Son panelinizde LGBTİQ+’ların da benzer saldırılara maruz kaldığını ifade ettiniz. Biraz açar mısınız?

LGBTİQ+’lar çok daha ağır saldırılara maruz kalıyorlar. Onların bu ülkede gömülme hakkı bile yok. Bu, tek başına devlet aklıyla açıklanabilecek bir şey değil. Evet, öncülüğünü devlet yapıyor ama toplumun yaklaşımı da çok belirleyici. Yaşamını yitiren LGBTİQ+ ise ailesi de kabul etmeyebiliyor. Bir mezara sahip olması konusunda muazzam bir direnç oluşuyor. Ellerinden gelse mezarından çıkartıp kemiklerini de yok edecek noktada bir nefret söz konusu.

Günün sonunda da çok yalnız kalıyorlar. Örneğin Kürtlerin, Ermenilerin mezarlarına, ölülerine saldırı olduğunda kısmen de olsa toplumsal bir muhalefet, bir tepki gelişebiliyor. Ama LGBTİQ+’ların cenazelerine dönük bir saldırı gerçekleştiğinde bir bütün toplum kayıtsız kalıyor. Oysa bu saldırıların hiçbiri birbirinden bağımsız değil. Bu anlamda Türkiye'deki toplumsal muhalefetin ciddi anlamda düşünmesi gerektiğine inanıyorum.

‘GERİDE KALANLARA VERİLEN ŞEY TUTULAMAYAN BİR YAS’

Geride kalanları nasıl etkiliyor tüm bunlar?

Bu sorunun yanıtı çok zor. Ben de kendi cenazesini bulamamış bir annenin çocuğuyum. Geride kalanlara verilen şey tutulamayan bir yas. Uzun yıllar cenazesini arayan annelerin yüreklerinde muazzam bir acı var ama bunun ötesinde bir öfke de var. Kenara çekilmiyor. Yasını tutabilmek için mücadele etmek zorunda kalıyor. “Ben çocuğumun kemiklerini alırsam ve usulüne uygun bir şekilde onu gömebilirsem o zaman tuttuğum yası tamamlayabileceğim” diyor. İki tane kemiğini alabilmek için bu kadar acı çekiyorlar. Sonra da “benim ölüme bile saygı duymayan, benim ölüme bile tahammül edemeyen bir devlet aklıyla nasıl uzlaşabilirim?” sorusunu soruyorlar.

‘KADEMELİ İLERLEYECEĞİZ, 100 YILLIK CUMHURİYETİ KURULUŞ KODLARINDAN DÖNÜŞTÜRMEK ZOR’

Kemikleri kaybolan, çıplak bedenleri teşhir edilen, mezarları bombalanan insanları “terörist, anarşist, bölücü” olarak gören geniş bir toplumsal kesim var. Bir yanda da bahsettiğiniz “benim ölüme bile tahammül edemeyen akılla nasıl uzlaşabilirim?” diye soranlar. Birbirlerini anlamalarını sağlamak zor olmayacak mı?

Bu insanların her birini terörist gözüyle gören, “ne yaşıyorlarsa mubahtır” diyen bir yaklaşım söz konusu. Bu tamamen devlet aklıyla hareket eden bir kesim. Bu alanla ilgili hiçbir şey yapmayan, hatta yapmak istemeyen toplumsal muhalefet kesimleri de söz konusu. Ama biz bu kesimlerden ziyade Alevilerle, Ermenilerle, Yahudilerle, LGBTİQ+’larla, kadınlarla, insan hakları aktivistleriyle, sebep ne olursa olsun çocuğunu kaybetmiş ailelerle yola çıkacağız. Emekçilere, sendikalara, sivil toplum kurumlarına anlatmamız gerekiyor önce. Bu kadar geniş bir kesimle ortaklaşmayı sağlarsak toplumun geri kalanı da bunu tartışmak zorunda kalabilir.

Ve en temel şeyden başlayacağız anlatmaya; yas hakkı ve gömülme hakkından. Bu yaşatılanın hak ihlali olduğunu ısrarla ve ısrarla söyleyeceğiz. ‘Kişi öldükten sonra üzerindeki hüküm kalkar’ denir ya bunu net bir şekilde ortaya koyup kabul ettirmemiz ve Türkiye'deki tüm toplumsal kesimlere anlatmamız gerekiyor.

Bahsettiğiniz yaygın algıyı kırmaksa bir sonraki aşama olabilir. Kademeli ilerleyeceğiz. 100 yıllık cumhuriyetin kuruluş kodlarından bahsediyoruz. Değiştirmek, dönüştürmek zor.

‘BARIŞ İSTİYORSAK AİLELERİN ÇOCUKLARIYLA VEDA ETMESİ SAĞLANMALI’

‘Ölülere saygı’ meselesinin barışın inşasıyla da ilişkili olduğunu söyleyebilir miyiz? Siz bu yolculukta başarılı olursanız nasıl bir katkısı olur Türkiye’ye?

Barışa yaklaşırız. Çünkü devlet ölü bedenlerden elini çekerse insanlar daha makul tartışmalar yürütebilecek. Çocuğunun cenazesini dahi kaldırmasına izin vermeyen bir aklı makul karşılayabilecek bir anne yoktur yeryüzünde. Dolayısıyla barış istiyorsak, gerçekten barış sağlanacaksa devletin ölü bedenlerden elini çekmesi gerekiyor. Ailelerin çocuklarıyla veda etmesinin yolunu açması gerekiyor. Dini vecibelerin yerine getirilmesine izin verilmesi gerekiyor. Tüm bunlar olmazsa Türkiye'de tam anlamıyla bir barıştan söz etmemiz mümkün değil.