YAZARLAR

Ölüm, sıtma ve İYİ Parti

Bugünkü Türkiye nesnelliğinde yeni bir sağcı restorasyon projesinin inşa edilmesi, sürdürülmesi mümkün değil. İYİP mümkün olmayan bir şeyin başat aktörü olmak istiyor; bunu yüzde 10 civarındaki oy desteğiyle istiyor ve bir de bu imkansız projeye o projeden hiçbir fayda görmeyecek CHP’nin, Kürtlerin, ekonomik kriz altında ezilmiş insanların ve solcuların açık veya zımni desteğini sunmasını istiyor.

İYİ Parti ve Akşener bilindiği üzere Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına “seçilemeyeceği” gerekçesiyle uzun zamandır karşı çıkıyordu. Dün Altılı Masa'yı terk ederken yaptığı konuşmanın içeriği ise itiraz gerekçelerinin aslında bunun tersi olduğunu gösteriyor. Yani dün pek çok kişinin de belirttiği gibi İYİ Parti Kılıçdaroğlu’nun seçilme ihtimali olmadığı için değil, seçilme şansı gittikçe arttığı için masadan çekilmiş gözüküyor.

Dün kendi partisinin bile çıkarlarının altını oyacak şekilde hazırlanmış tuhaf konuşmada Akşener’in kullandığı “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” ifadesine özellikle dikkat çekmek isterim. Akşener’in “sıtma” olarak bahsettiği durum nedir? Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ve bana kalırsa kazanma ihtimali Akşener ve İYİ Parti için neden “sıtma” kabilinden bir arıza olarak algılanmaktadır?

Burada İYİ Parti’nin bakış açısında “sıtmanın” Kılıçdaroğlu’nun şahsına değil onun ve CHP’nin başat aktörü olduğu olası bir restorasyon sürecine tekabül ettiğini düşünüyorum. CHP radikal bir parti, hatta tam olarak sosyal-demokrat bir parti bile olmayabilir. Ama ne AKP döneminde kârlarına kâr eklemiş sermaye, ne de olası bir yeniden yapılanma durumunda yerinden olmaktan korkan güvenlikçi devlet bürokrasisi, CHP’nin başat özne, solun ve Kürt muhalefetinin itici gücü olduğu ucu açık bir restorasyon projesine razı değil. İçerisinde bu muhalif dinamikleri barındıran bir halk koalisyonunun damgasını vurduğu bir seçim başarısı halk arasında siyasete katılma arzusunu muhakkak ki arttıracak, özellikle toplumsal muhalefete bir özgüven ve arzu aşılayacak. Ekonomik krizle sınıf çelişkilerinin iyiden iyiye derinleştiği, depremin toplum içerisinde bir sosyal cumhuriyet arzusunu doğal olarak tetiklediği bir ortamdayız.  Böyle bir tabloda bir de “halkın” kendi talepleri ile siyaseti belirleme özgüvenine kavuştuğunu düşünelim. Bu durum, müesses nizamın piyasacı, muhafazakâr, milliyetçi kodlarını AKP gitse de koruma yanlısı İYİ Parti’nin de içinde olduğu sağ siyaset anlayışını kaçınılmaz olarak tedirgin edecektir.

Bana kalırsa İYİ Parti seçim sonrasında AKP döneminde birikmiş rahatsızlıkları yeni bir sağ restorasyon projesi içerisinde soğurup ehlileştirme ve devlete de bunun üzerinden yeniden şekil şemal verme sürecinin başat aktörü olmayı hedefliyordu. Bunu Akşener’in hem cumhurbaşkanı adayını işaret etmek bir de üstüne başbakan olmak istemesinden anlıyoruz. Misal, Akşener’in adayı Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanı, Meral Akşener’in başbakan olduğu bir durum tam da buna tekabül ediyor. Bunu kolay kolay kimse kabul etmeyeceğinden Akşener ibreyi daha çok CHP içinden diye İmamoğlu’na bükerek kabul edilebilir kılmaya çalıştı. Devlet içerisindeki kadrolardan ve sermayeden de böylesi daha yumuşak bir geçiş için destek gelebilirdi.

Fakat böyle bir “maksimalist” arzu Türkiye toplumunun nesnel gerçekliğiyle hiç uyuşmuyor: Birincisi deprem sonrasında da görüldüğü gibi Türkiye’nin yeniden imarı ve hatta Türkiye kapitalizminin bir bütün olarak yeniden üretim koşullarının yaratılması bile mevcut birikim rejiminin revize edilmesini ve sermayenin özellikle rantla büyümüş fraksiyonlarının “rahatsız edilmesini” gerektiriyor.  Bu noktada düzen içi sınırlar dahilinde bile yumuşak bir geçiş süreci mümkün değil. Bunu Duvar için yazdığım "Kırılmanın eşiğinde: Restorasyon, seçimler ve sol" başlıklı yazıda da belirtmiştim. 

İkincisi böyle bir sağcı-milliyetçi yeniden yapılanmayı mümkün kılacak seçim başarısı Kürtlerin desteğine bağlı; ama aynı zamanda geçiş sürecinin sağcı-milliyetçi karakter kazanması da HDP’nin yok sayılması, kriminalize edilmesiyle mümkün olabiliyor. İkisini aynı anda gerçekleştirmek ise imkansız; İYİP bu ikisi de olsun istiyor. İ

Üçüncüsü İYİP bu yeni bir sağ restorasyonun öncülüğünü Millet İttifakı’nın asıl kurucu öznesi olan ve kendisinden neredeyse 2,5 kat daha fazla oy potansiyeline sahip CHP’ye rağmen, onun “ağzına bal çalarak” yapmaya çalışıyor. 1977’den beri iktidara hiç bu kadar yaklaşmamış olan CHP’nin her şeyi geçtim kurumsal çıkarları düşünüldüğünde bile buna razı olması nasıl mümkün olabilir ki?

Aslında İYİP tüm bu paradoksların varlığında garip ve kaynağı üzerinde düşünülmesi gereken bir özgüvenle “olmayanı oldurmaya” çalışmış, olmayınca da masayı terk etmiş gözüküyor. Bugünkü Türkiye nesnelliğinde bana kalırsa yeni bir sağcı restorasyon projesinin inşa edilmesi, sürdürülmesi mümkün değil. İYİP mümkün olmayan bir şeyin başat aktörü olmak istiyor; bunu yüzde 10 civarındaki oy desteğiyle istiyor ve bir de bu imkansız projeye o projeden hiçbir fayda görmeyecek CHP’nin, Kürtlerin, ekonomik kriz altında ezilmiş insanların ve solcuların açık veya zımni desteğini sunmasını istiyor.

Bunun hem Türkiye nesnelliği hem de muhalif toplumsal kesimlerde hiçbir karşılığının olmadığı dün neredeyse iki saat içerisinde ortaya çıktı. Seçim sonrasında muhalefetin olası bir başarısında söz konusu olabilecek çelişkiler öne alınmış oldu ve seçimlere iki ay kala Türkiye’nin siyasal ve ideolojik koordinatlarında çok hızlı yer değiştirmeler cereyan etti.

Millet İttifakı’nda ortaya çıkan bu görüntünün siyasal iktidar tarafından seçim sürecinde tepe tepe kullanılacağı kesin. Bunun ittifaka bugün için zarar verdiğini söyleyebiliriz. Tüm bu kaygılarla Akşener’in kararı duyurmasının ardından muhalif kamuoyu içerisinde büyük bir moral bozukluğu ortaya çıktı. Öte yandan gün içerisinde Kılıçdaroğlu’nun Akşener’in bu hamlesi karşısında yaptığı karşı konuşma, aday olmaya çağırdığı belediye başkanlarının buna icabet etmemesi ve sol/muhalif kamuoyunun süreci doğru okuyarak hızlı ve yerinde refleks göstermesi sayesinde bu hava kısa süre içerisinde dağıldı. Dünkü olay tamamına bakıldığında iki şeyi ortaya çıkarmış oldu: Birincisi dediğim gibi Türkiye nesnelliği yeni bir sağcı restorasyon projesini imkansız kılan bir yapıya sahip. İkincisi dün itibarıyla Türkiye gibi karmaşık ve son derece değişken bir ülkeyi bir "adamın" karşısına onu yenebilecek başka bir sağcı "adamın" çıkarıldığı bir “street fighter” sahnesi gibi yorumlama dönemi sona erdi.

Şimdi geç de olsa kazanabilecek adamları değil herkes için gerçekten siyaseti konuşma ve siyaset yapma zamanı… 


Cenk Saraçoğlu Kimdir?

1979 yılinda Tokat’ta doğdu. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde lisans derecesini tamamladıktan sonra, 2008 yılında Kanada’daki University of Western Ontario’dan sosyoloji alanında yüksek lisans ve doktora derecesini aldı. 2008-2012 yılları arasında ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü’nde, 2012- 2013 arasında ise Başkent Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmıştır. 2013 Aralık ayından itibaren Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde çalışmaktadır. Praksis dergisi yayın kurulu üyesidir.