YAZARLAR

Ölüler ülkesi yazıları... Yürü ya kulum

Eğer Erektus Afrika’dan çıkıp Asya ve Avrupa’ya ulaşmayı, buralarda yaşamayı başarmasa, biz sivri dişleri, keskin pençeleri olmayan; uçma, hızlı koşma yetisi bulunmayan aciz primatlar, nasıl bugüne gelebilirdik? Tabii bu kadar yayılmasak ve bu kadar bencil olmasak birçok türün yok olmasına da yol açmazdık, orası da ayrı mesele. 

Bu günlerde en sık duyduğumuz kelimelerin başında “göç, göçmen, mülteci” ve bunlardan kaynaklanan durumlara bakış açısını gösteren “sorun” sözcükleri yer alıyor. Göç sorunu, mülteci sorunu gibi tabirler, belirli bir yaşın üzerinde veya hafızası kuvvetli okurlar için çok tanıdık olsa da, yeni neslin bu tabirlere son 15-20 yılda aşina olmaya başladığı ve olan biteni açıklayan daha gerçekçi bir yaklaşımla tam olarak karşılaşmadığı söylenebilir.

Arkeoloji ve ona bağlı gelişen bilim dalları eskiden “sosyal bilimler” içerisinde kabul edilirdi. Şimdilerde ise “human sciences” yani insani bilimler çatısının altında yer alır. Eh, madem işimiz insanı ve insanlığa ait olanları bir bilim öznesi yapmak, o zaman buyurun; insanın saklı geçmişine yani göçün tarihine doğru bir serüvene...  

Kemerleri bağlayın, uzun bir yolculuğa çıkıyoruz. Sevdiklerinize de haber verin merak etmesinler, çünkü ne zaman döneriz bilemiyorum.

Antropologların ve arkeologların, aralıksız iki yüzyıldır yürüttüğü kazı ve araştırmalar, önemli boşluklar barındırsa da, insan türlerini anlamaya ve açıklamaya çalışan, ilmek ilmek işlenen bir harita ortaya çıkardı. Önceki yazılarımda, iki ayak üzerine dikelmenin bizi insan olmaya iten asıl koşul olduğundan, boşta kalan ellerle çevrede bulunan nesneleri alet olarak kullandığımızdan ve nihayetinde üretilen ilk alet ile birlikte Homo türlerinin serüveninin başladığından bahsetmiştim. Yalnız söylemeyi unutmuşum; Homini’den (insansı), Homo’ya (insan) dönüşüm Afrika kıtasında gerçekleşti. En eski aletimiz olan Lomekwian’ı, Türkçe’de yontuk çakıl dediğimiz Oldowan’ı ve bizi leşçiden avcıya terfi ettiren çift yüzlü balta Acheulean’ı falan hep Afrika’da icat ettik. Eh ama bu aletler diğer kıtalarda da var, hatta oralarda taş çağından insan kalıntıları da var. Nasıl oldu bu? Göç ile sevgili kardeşim, tabii ki göç ile. İşte bu yüzden insanın tarihi aynı zamanda göçün de tarihidir.

Lomekwian’ı icat eden, türünü henüz bilemediğimiz atalarımız, Oldowan kullanan Homo Habilis ve Acheulean’ın mucidi Homo Ergaster, Afrika’da yaşayıp orada yok olan türlerdir. Onlar daha yok olmadan, yaklaşık 2 milyon yıl önce Homo Erektus, yani “dik insan” da Afrika’da ortaya çıktı. Diğerlerine göre daha zeki, ancak beyni vücuduna oranla daha küçük olan, bu yüzden enerjisinin çoğunu beyne değil de vücuduna yönlendirebilen, bu anatomik özelliği nedeniyle gelmiş geçmiş tüm Homo türleri arasında en rahat yürüyebilen Erektus; bir cebine Oldowan’ı diğer cebine de Acheulean’ı koyup Afrika kıtasına elveda diyecek. Tabii bilim böyle söylüyor diye diğer seçeneklere kulaklarımızı tıkamayalım. Söylentilere göre, Erektus abimize, göklerden bir ses de gelmiş olabilir; yürü ya kulum!

Erektus’u Afrika’dan çıkartan nedenler uzun uzun tartışılabilir. Değişen iklim, kaynakların azalması, artan nüfus, türler arası problemler ve benzeri ihtimaller uzar gider. Ancak burada asıl nokta gözden kaçmamalıdır. O da Erektus’un bunu yapabiliyor olmasıdır.

Yaklaşık 6000 kilometre uzunluğunda olan Rift Vadisi, Doğu Afrika’dan başlayıp Cibuti açıklarında Kızıldeniz’e ulaşır. Oradan Akabe Körfezi, Ölü Deniz, Batı Şeria oluğu, Lübnan Dağları arasından ilerleyerek Amik Ovasından Türkiye'ye giriş yapar. Geçiş kolaylığı, besin ve su imkanı ile bir de görece güvenlik sağlayan bu vadiyi, Erektus için bir seyahat rotası olarak adlandırabiliriz.

Öncelikle, Afrika’dan Yakındoğu’ya atılan bu adımı doğru adlandırmak gerekir. Efendim, bu konuda kendi icat ettiğim(!) bir söz öbeğini söylemek istiyorum (daha önce kullanıldığını hiç sanmıyorum): bu Erektus için küçük ancak insanlık için çok büyük bir adımdır.

İsrail’de Yiron ve Ubeidiya’da bulunan kalıntılar rotayı doğrularken, Gürcistan Dmanisi’de ve Denizli Kocabaş Vadisi’nde bulunan fosiller, bu göçün sadece Yakındoğu ve Asya ile sınırlı olmadığını, Erektus’un yayılmadaki başarısını Avrupa’ya doğru taşımaya çalıştığını gösterir. Araştırmalara göre yaklaşık 2 milyon yıl boyunca hayatta kalan, dünya üzerinde en son yok olan homo türlerinden birisi olan Erektus, tabii ki Avrupa’ya da yerleşmeyi başaracaktır. Bununla birlikte, 1.9 milyon yıl önce oluşturulmaya başlayan bu rotaların, günümüzde Asya’dan Avrupa’ya geçmek isteyen insanlar tarafından hala kullanıldığının da altını çizmekte fayda var.

Erektus’un bu hamlesini yaklaşık 800.000 ila 600.000 yıl önce tekrarlayıp geliştiren Homo Heidelbergensis (yeni araştırmalara göre Homo Bodoensis) ve günümüzden 200.000 ila 10.000 yıl arasında dünyada ayak basmadık toprak bırakmayan Homo Sapiens, Afrika’dan göç etmesiyle meşhur olan diğer iki türümüzdür. Yürüyerek başlayan bu süreç, birkaç milyon yıl içerisinde denizaşırı seyahate imkan veren araçlar ile devam etmiştir.

Efendim aletleri türleri, kıtaları ülkeleri, vadileri dereleri, dağları denizleri saydık da, bu göçün insanlığa faydasını henüz konuşmadık. Gelin şimdi, bunları alt alta sıralayarak atalarımızı yad edelim ve ilk başından itibaren göçün insanlık tarihindeki en önemli faydalarının altını çizelim.

- Erektus’un göçü daha sonraki Homo Heidelbergensis ve Homo Sapiens’in göçlerine öncülük eder. Erektus olmasaydı, insan denilen primat bugün sadece Afrika’da yaşıyor veya tamamıyla yok olmuş olabilirdi. Şimdi ise tüm canlılar arasında, dünyanın her yerinde yaşamayı başarabilen tek tür sadece insandır.

- Erektus’un Afrika dışına çıkarken alet teknolojisini de götürmesi, Homo türlerinin hem hayatta kalmasının hem de bugün besin zincirinin en üstünde yer almasının asıl sebebidir. Yeni hammaddeler (üretim malzemeleri) ve yeni besin kaynakları (kullanım alanları) olmadan aletler asla gelişmez, sadece kendini tekrar ederdi. Teknolojinin gelişmesindeki en önemli etkenlerden birisinin göç olduğunu, aklınızdan bir dakikada sayabileceğiniz; Sümerlilerden, Hititlerden, Helen kolonilerinden, Roma fetihlerinden, kavimler göçünden, haçlı seferlerinden, coğrafi keşiflerden onlarca örnekle zaten anlayabilirsiniz. 

Kısacası, eğer Erektus Afrika’dan çıkıp Asya ve Avrupa’ya ulaşmayı, buralarda yaşamayı başarmasa, biz sivri dişleri, keskin pençeleri olmayan; uçma, hızlı koşma yetisi bulunmayan aciz primatlar, nasıl bugüne gelebilirdik? Tabii bu kadar yayılmasak ve bu kadar bencil olmasak birçok türün yok olmasına da yol açmazdık, orası da ayrı mesele. 

Efendim, milyonlarca yıl öncesine gittik, göçün faydalarını konuşmaya yeni başladık. Koskoca insanlık tarihi, daha anlatacak neler neler var. Biri bizi durdursun demiyorum.

Söylencemiz sürecek.

VİYA BÖYLE!


Selim Martin Kimdir?

Selim Martin 1981 Uşak doğumlu. Lisans ve yüksek lisans eğitimini Dokuz Eylül Üniversitesi'nde Arkeoloji üzerine yaptı. Aynı üniversitede Arkeoloji Bölümü'nde Öğretim Görevlisi olarak çalışmakta. Prehistorya, Bilişsel Arkeoloji, Mezopotamya Arkeolojisi, Tarihsel Coğrafya ve Mitoloji gibi temel Arkeoloji konularının yanında tekstil, mozaik, resim gibi sanat ve tasarım alanlarında da çeşitli dersler yürütmekte. Eğitim ve iş hayatı boyunca çeşitli bilimsel ve sanatsal projeler ile kültürel etkinlikler içerisinde yer aldı ve özellikle Batı Anadolu coğrafyasında eğitim ve kültürel amaçlı geziler düzenledi. Uzun yıllar, arkeolojik alanlarda ve çeşitli bilimsel çalışmalarda belgeleme amaçlı fotoğraf çekmekle beraber, sanatsal anlamda kişisel fotoğraf sergileri açtı ve çeşitli eserleri karma sergilerde de yer aldı. Arkeoloji ve Mitoloji alanlarında kitapları ve bilimsel yayınları olan ve çeşitli ulusal gazete ve dergilerde mitoloji konulu yazılar kaleme alan Selim Martin evli ve bir çocuğu var.