Olacak O Kadar: İmamoğlu kararı

Belki de iktidarın yarattığı atmosfer herkesi, kendiliğinden "vur deyince öldüren" bir hale sokmuş ve durum diğer her şey gibi kontrol edilemez bir hal almıştır. "Olacak O Kadar" skeçlerindeki gibi...

Google Haberlere Abone ol

Utku Can Akyol

Ekrem İmamoğlu, 30 Ekim 2019'da Fransa'nın Strasbourg kentinde düzenlenen Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’nde bir konuşma yapmış, konuşmasında iktidarın İstanbul'da seçimi YSK kararı ile iptal ettirerek kazanmak istediğinden bahsetmişti.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ise 4 Kasım 2019'da İmamoğlu için “Avrupa Parlamentosu'na gidip, Türkiye’yi şikayet eden ahmağa söylüyorum. Bunun bedelini bu millet sana ödetecek. Bu iş bu kadar bedava değil” sözlerini sarf etmişti.  TCK m. 126; "Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır."

İmamoğlu ise aynı gün düzenlediği bir basın toplantısında “31 Mart'ta seçimi iptal edenler, ve dünyada, Avrupa'da onların gözünde nereye düştüğümüz noktasında, o olan biten şeylere baktığımızda, tam da 31 Mart'ta seçimi iptal edenler ahmaktır, önce oraya bir odaklansın.” cevabını vermişti.

Yüksek Seçim Kurulu'nun suç duyurusunun ardından İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı'nca soruşturma başlatılmış, İmamoğlu hakkında iddianame düzenlenmiş ve iddianame tevdi edildiği İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesince kabul edilerek, çalkantılı yargılama süreci başlamıştı.

"Ahmak" Savcılığın iddianamesine göre "zincirleme şekilde kurul halinde çalışan kamu görevlilerine karşı görevlerinden dolayı alenen hakaret" suçunu oluşturuyordu.

Nihayet, dün gerçekleştirilen duruşmada mahkeme kısa kararı açıkladı ve Ekrem İmamoğlu 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı.

Hakaret suçunun cezası, "üç aydan iki yıla" kadarken "kamu görevlisine karşı görevinden dolayı... işlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz." hükmü mahkemenin altı aylık artırımıyla "1 yıl 6 ay" olarak karşılık buldu. "Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır." hükmünce "1 yıl 9 aya" artırılmış ve son olarak "Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.", "Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü (ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır) uygulanır." hükümlerine göre yarısı oranında daha artırılarak 2 yıl 7 ay 15 güne ulaşıldı. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, İmamoğlu'nun müdafilerince reddedilmiş ise de cezanın 2 yılı aşması sebebiyle bu zaten mümkün olmayacaktı.

Mahkemeye göre "31 Mart'ta seçimi iptal edenler", "hiçbir şey olmasa bile kesin bir şey oldu" ya da "Çok basit, çünkü çaldılar" diyenler değil, dar bir yorumla Yüksek Seçim Kurulu üyeleriydi, bu da kurul halinde çalışan görevlilere uygulanan artırıma sebep olacaktı.

Peki, TCK'nın 53. maddesindeki " Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin
kanuni sonucu olarak;

a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tabi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,
b) Seçme ve seçilme ehliyetinden... yoksun bırakılır.
 ..."  hükmü ne zaman devreye girecek?

Karar, itiraz edildiği takdirde önce istinaf (Bölge Adliye Mahkemesi) ardından temyiz (Yargıtay) aşamalarından geçip, kesinleştiği takdirde Ekrem İmamoğlu, dar bir anlamda siyasi yasaklı olacak.

Normal şartlarda ve en iyi ihtimalle istinaf sürecinin altı aydan, temyiz sürecinin ise bir yıldan fazla sürdüğü biliniyor. Ancak Bölge Adliye Mahkemeleri ve Yargıtay, kendi içlerinde aktüel bir iş sırasıyla çalışsalar da bu işlerin sırası kamuoyuna açık değil. Öte yandan, dosyanın bu mercilerce Turgut Kazan'ın da belirttiği gibi üçer günde karara bağlanmasının önünde de bir hukuki engel bulunmuyor. Yani, "Nasıl olur da kararı üç günde verirsin?" demek mümkün olmadığı gibi, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru da olağanüstü bir kanun yolu olduğu için kesinleşmenin uygulanabilirliğini etkilemiyor.

İktidar, bunu en son 31 Mart seçimlerinde denediğinde İmamoğlu'na Fatih'i dahi kaybetmiş, AKP sandık görevlileri sonuçlar belli olmaya başlar başlamaz sandıklardan ayrılmış, derhal geri adım atılarak başkan tebrik edilmeye başlanmıştı. Büyük ve belki de bundan sonra sandıkta yıkımı başlatacak bir hata yapılmıştı. İmamoğlu belediye başkanları buluşmasında sandalyeden düştükten sonra Erdoğan'a "İkinci kez oturduğumda daha sağlam otururum." yanıtını vermişti.

Kemal Kılıçdaroğlu, kararın verileceğini öngörebilir durumda olmasına rağmen programlı gittiği geziden özel uçakla dönerek yine önemli bir dönüm noktasını ıskaladı. Akşener'in ya da başka bir altılı masa liderinin İmamoğlu'na eşlik etmesi kaçınılmazdı.

Erdoğan'ın yerler göklere sığmayan on aylık hapis cezası onu zirveye taşımış, geçtiğimiz yirmi yılda iktidar hayata dair neredeyse her konuda mağdur kalmayı başarmıştı.

 Öyleyse İmamoğlu'nu, mağduriyetlerin siyasi başarıların anahtarı olduğu bir coğrafyada ikinci kez mağdur etmek, akıllıca bir fikir mi? Bu "son çareye" başvuracak kadar özgüvensiz olmak mı, yoksa rakibini kendi belirleme arzusu mu?

Belki de iktidarın yarattığı atmosfer herkesi, kendiliğinden "vur deyince öldüren" bir hale sokmuş ve durum diğer her şey gibi kontrol edilemez bir hal almıştır. "Olacak O Kadar" skeçlerindeki gibi...

*Avukat