YAZARLAR

Okumayan insan

Virginia Woolf’a selam gönderircesine insanın kendine ait bir odası ve okunacak kitapları olmalı. Cehalet, insanın ayağına cam parçasının batmasından çok daha büyük bir acı... Ve ne yara bandı, ne tentürdiyot fayda ediyor. Çünkü cehalet, okumayan, okuyamayan ve hayatta kalma mücadelesi tüm entelektüel gayretini gölgede bırakan bir toplumu darmaduman eden en büyük tehlikedir. Kitaptan uzaklaşmak, kültürel çöküştür.

İlkokul çağlarımda İzmir’in Bostanlı semtinde yeni taşındığımız mahallede arkadaş edinme turlarına çıktığımda çocuk parkında kiminle tanışırsam tanışayım ilk sorum, “Sen Şeker Portakalı’nı okudun mu?” olurdu. Kimisi yüzüme boş boş bakar, kimisi güler, arada çok azından “evet” yanıtı alırdım.

Bu benim okumak eylemiyle ilgili çocukluğumda karşılaştığım ilk sosyal etkileşimlerden biriydi. Kendi serüvenlerimden yer ayırmak isterdim yaşıtlarıma. Gözlerim her yerde küçük şeker portakalı fidanı arardı. İnsanın içinden de şarkı söyleyebildiğini anımsatmıştı bana Zeze.

Di’li geçmiş zamandan bir diğer kare ise binlerce kitapla dolup taşan o rüya gibi kitaplığımızın altında bir kapaklı dolabı kendime “sihirli bir evren” haline getirmem, tüm gün içine çocuk kitaplarını ve çikolataları doldurup bir kitaptan diğerine yolculuğa çıkmamdı. Çünkü “masalın nerede bittiğini, hayatın nerede başladığını fark edemiyordum”. Okumak insanı yeniden doğururdu, tıpkı her sene dökülüp yaz sıcağında güne baka baka çatlayan ayçiçekleri misali.

Hafta sonları ilk istikamet Konak’ın en büyük kitapevine gidip Pıtırcık serisi başta olmak üzere en sevdiğim kitapların serilerini tamamlamak olurdu. Çünkü kitap benim için kardeşti, arkadaştı, dosttu, yoldaştı. Çünkü okumanın olmadığı bir hayat yoktu. Çünkü José Mauro de Vasconcelos’un da Şeker Portakalı’nda dediği gibi, "Hepimiz büyüktük. Küçük küçük parçalarla, aynı üzüntüden payını alan büyük ve hüzünlü kişiler"

Dünyanın en ünlü sanat eserlerinden biri olan Auguste Rodin'in "Düşünen Adam" (The Thinker) isimli eserini bilmeyeniniz yoktur.

Düşünen Adam, Aydınlanma düşüncesinin temelindeki hümanizmanın, insanın ve insan düşüncesinin önceliklendirilmesinin modern sanattaki en meşhur dışavurumlarından biri.

Geçtiğimiz günlerde Düşünen Adam’ın orijinal boyutlarındaki bir replikası, Paris'te yapılan bir müzayedede 11,1 milyon dolara satıldı.

Düşünen Adam’ın yanında bir de Türkiye açısından “Okuyamayan İnsan” var. Hem de replikası değil, tamamen gerçeği. Türk deneme yazarı ve şair Salah Birsel’in bundan ta 40 yıl önce, “Türkiye’de kitap okuyanların sayısı, gerçekten çok düşüktür. İşin tuhafı, bunları satın alanlar da, çokluk, okurlar değil, edebiyatçıların kendileridir” dediği durumun ta kendisi…

2005 yılında dokuz fabrikasından sonuncusu da kapatılan Cumhuriyet tarihinin ilk sanayi kuruluşu SEKA’nın ürettiği kağıtların mis gibi kokusunu zamanında ciğerlerine çekmiş olan kitap kurtları açısından oldukça duygusal ve nostaljik günlerden geçiyoruz. Oysa insanı insan yapan en büyük değer okuması, okurken hayatı anlamlandırması, soyutlamayı bir reflekse dönüştürebilmesi.

Yayın dünyası, ülkede süregiden ekonomik krizin de etkisiyle uzun zamandır yapısal bir kriz içerisinde. Yeni kitaplar birçok yayınevinde en fazla 100-150 adet basılıyor. Birçok öğretici kitap ise, kopyala-yapıştır iddialarla ve okur şikayetleriyle yasaklanırken, örneğin hekimlere şiddeti normalleştiren çocuk kitapları görmezden geliniyor. Geçtiğimiz günlerde, 1983 Pulitzer ödüllü Alice Walker’ın siyahi bir kadının erkek egemen dünyada yaşadıklarını anlatan kitabın okur şikayetleri üzerine halk kütüphanelerinden kaldırılması mı dersiniz, 10-12 yaşlarında henüz soyut düşünme becerileri tam olarak gelişmemiş çocuklara yönelik olarak cinsel tacizi somut bir örnek üzerinden anlatıp bu tehlike karşısında neler yapılabileceğini öyküleştiren Çıtır Çıtır Felsefe serisinin 7 kitabının “muzır” ilan edilmesi mi…

Kurdaki yükselişten dolayı maliyet artışı yayın dünyasında dört katına çıkmış durumda. Son istatistiklere göre kişi başına bir romanın bile düşmediği Haziran ayında -pandemi öncesi rakamların oldukça gerisine düşerek- 44,5 milyon kitap basılmış. Bunların sadece yüzde 6,7’si edebiyat eseri.

Yayın dünyasındaki krizi ise salt ekonomik koşullara da bağlamak doğru değil. Bir süredir okurlar ağırlıklı olarak çok satanlara, dijital platformlardaki sesli kitaplara, insanın zihnini ve entelektüel birikimini pek de yormayan içeriklere yöneliyor. Bunun da kaybedeni hem kişinin kendisi hem de yayın dünyası oluyor. Eş zamanlı olarak da birbiri ardı sıra kapanan kitapevleri…

Ağırlıklı olarak ise eğitim içerikli kitaplara yönelim söz konusu. Yani okumanın hedefi edebi eserlerle entelektüel derinlik kazanmak yerine eğitim yayınlarına, “kişisel gelişim” becerileri kazanmaya, kendini “kitabına uygun” şekilde eğiterek iş hayatına hazır hale gelmeye kayıyor. Kitap bir anlamda bir metaya dönüşüyor.

Etrafınıza bir bakın: Sosyal medya fenomenlerinin ekranı yukarı kaydırmasını “hak edecek” içeriklere, “reklamı iyi yapılanlara”, kapak tasarımlarına yöneliniyor. Ticari başarı isteği ve edebiyatı bir tüketim aracına dönüştürme yerine nitelikli okuru ve nitelikli kitabı önemseyen zihniyet ise azınlıkta.

Sonuçta Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna'sını şarkıcı Madonna zanneden bir kitlenin vasatlığı sıradanlaşıyor.

Başta kağıt, matbaa maliyetleri, telif ödemeleri olmak üzere tüm girdi kalemlerinde dışa bağımlı olan sektörün temsilcileri kitaplarda, kâğıtta ve dijital yayınlarda KDV’nin sıfırlanması talebini uzun zamandır yineliyor; ancak herhangi bir çözüm önerisi getirilmiş değil.

Yerel yönetimlerin kitap satın alma için daha geniş bütçeler ayırması, e-ticaret siteleriyle kitapevleri arasındaki fiyat uçurumlarını önleyen düzenlemelere gidilmesi de talepler arasında.

Yayınevleri ve muhalefetteki birçok siyasetçi, bu zor koşullarda kâğıdın sübvanse edilmesini istiyor.

Glüten hassasiyeti olanlar buna uygun bir beslenme tercih edebilir. Güneş alerjisi olanlar öğle vakti evlerinde oturabilir. Tüy alerjisi olanlar evlerine kedi, köpek almayabilir. Ancak kitap olmadığında, okunma alışkanlığı yitirildiğinde, kitap okumak ile ekmek satın almak gibi trajik bir ikilem içinde kalındığında ruh inceliğini yitirir, içimizdeki şehirler susar, kırılıp dökülürüz hayatın sıradanlığı karşısında. Beyin sorgulama, anlama, derinleşme yeteneğinden yoksun kalır.

Birkaç sene önce bir röportaj için ziyaret ettiğim ve büyülendiğim İşçi Kütüphanesi aslında okumanın sosyo-kültürel katmanları dikey olarak da kestiğini, herkesin gerekli araçlara erişimi olduğunda okumaya ne kadar hevesli olduğunu gösteren bir örnekti benim için.

Ankara Çankaya Belediyesi temizlik işçileri, çöp konteynırlarının yanına poşet içerisine bırakılmış kitapları toplayarak, Ankara’nın Mühye köyünün içindeki çöp toplama şantiyesine dönüştürülen binada altı sene önce Türkiye’nin ilk İşçi Kütüphanesi’ni kurarlar. 

Yapılan bağışlarla kitap sayıları yirmi binli rakamlara ulaşınca artık bu kütüphane işçiler için ailece yapılacak bir hafta sonu aktivitesine dönüşür. Çocuğunu, eşini, komşusunu alan işçi de, yörede bisiklet turu yapan genç de bu kütüphaneye uğramaya başlar. Dolayısıyla, ekonomik koşullar bir noktaya kadar kitap okumamanın bahanesi olabiliyor. Farklı sosyal sınıflar örgütlendikçe, doğru yönlendikçe, kitap okumanın, kişinin kendisini geliştirmesinin, sınırlarını zorlamasının “sınırı” yok. Çünkü sınırımız gökyüzü…

Okumak tamamen insana dair bir kaygı... Okumak mekânın, kalıpların ve zihnin sınırlarını zorlama uğraşı…

Virginia Woolf’a selam gönderircesine insanın kendine ait bir odası ve okunacak kitapları olmalı. Cehalet, insanın ayağına cam parçasının batmasından çok daha büyük bir acı... Ve ne yara bandı, ne tentürdiyot fayda ediyor. Çünkü cehalet, okumayan, okuyamayan ve hayatta kalma mücadelesi tüm entelektüel gayretini gölgede bırakan bir toplumu darmaduman eden en büyük tehlikedir. Kitaptan uzaklaşmak, kültürel çöküştür.

Okumak, Şeker Portakalı’nın en sevdiğim diyaloglarından birini yeniden yazmak belki de...

+ Neyin var Zeze?

- Hiç. Kalbimi koydum bir kitap arasına, kaldığım yeri unutmayayım diye.

+ Neden kitap okuyorsun Zeze?

- Şapkam çiçekler ve sözcüklerle doludur benim. Okudukça yeni çiçekler dolar içime. Kişi hiç içinden çıkan sesleri, gözlerini büyüleyen kitapları unutur mu? Ancak öyle tahammül ederiz bu kaosa, hoyratlaşan karanlığa, gürültüye…

+ Haklısın Zeze. Her insanın bir öyküsü, bir odası ve onlarca kitabı olmalı başucunda. Her şeye rağmen…

 


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.