YAZARLAR

Nörolojik felaket

Oliver Sacks’a göre, dijital hayatın ayartılarına karşı bağışıklık geliştirmemiş, her şeyin eskiden nasıl olduğuna dair kişisel bir anısı olmayan, sosyal medya çağına gömülmüş insanlar, devasa ölçekte bir nörolojik felaketi andırıyor.

Zamanlı zamansız Oliver Sacks’ın Len Teyzesi geliyor aklıma. 1892 doğumlu bu kadın, seksenli yaşlarındayken hayatındaki yeni şeylere (jetler, uzay yolculuğu, plastik) alışmakta zorluk çekmediğini ama “eski” şeylerin ortadan kayboluşuna hiç alışamadığını söylemiş yeğenine.

Gerçekten, “eski” şeylerin kayboluşuna alışmak yenilere alışmaktan çok daha güç. Len Teyze, “Atlar da nereye gitmiş?” diye sorarmış kimi zaman. Ne de olsa 1892’de doğmuş biri olarak at arabaları ve atlarla dolu bir Londra’da büyümüştü, diyor Oliver Sacks.

2015’te vefat eden, dünyaca ünlü bir nörolog, nöroantropolog olan Oliver Sacks, teyzesinin yeniliklere alışmak konusunda kendisinden daha iyi olduğunu itiraf ediyor. Sacks’ın özellikle toplumsal yaşamdaki davranışsal ve iletişimsel değişikliklerle ilgilendiğini söyleyebilirim. Denemelerinden böyle anlaşılıyor. Yani bir nevi “Atlar da nereye gitmiş?” diye soran teyzesinden sonra Sacks da “insani değerler de nereye gitti?” diye soruyor kendi kendine. Yok olan eski görgü kurallarının hâlâ arkasından bakıyor tam manasıyla (bakmamak da elde değil). Özellikle büyük şehirlerde kişilerin etrafındaki insanlara ve şeylere gösterdiği ilginin kaybolduğunu düşünüyor. İnsanların telefonlarına ve başka cihazlara yapışmış bir şekilde sanal gerçekliğin içinde gömülü olduklarını söylüyor. Onu ilgilendiren, 21. yüzyıl insanının bu yeni doğası ve alışkanlıkları.

Hayat Devam Ediyor” adlı makalesinde –Dürrin Tunç çevirisi– hayatın nasıl devam ettiği ve edeceği üzerine kafa yoruyor. Makalenin adından anlaşılıyor, Oliver Sacks umutsuz değil. Tespitleri var elbette.

Ünlü nöroloğa göre “artık her şey kamusal olma potansiyeli taşıyor: İnsanın düşünceleri, fotoğrafları, hareketleri, satın aldıkları.” Kesintisiz sosyal medya kullanımına adanmış bir dünyada mahremiyet arzusunun da kalmadığının altını çiziyor. “(...) Bu sanal dünyanın tutsakları hiç tek başlarına kalamıyorlar, odaklanmayı, bir şeyi kendilerince, sessizce takdir etmeyi beceremiyorlar. Uygarlığın imkânları ve kazanımlarından büyük oranda vazgeçmişler: Yalnızlık ve boş zamandan, bir sanat yapıtını, bir günbatımını, sevdiğinin yüzünü seyrederken veya bilimsel bir teori üzerine düşünürken kendini gerçekten vermekten, kendi kendisi olmaktan…”

Oliver Sacks’ı en çok kaygılandıran şey anlamın, içten insani temasın toplumun ve kültürün her tarafından azar azar akıp gitmesi. İlk kez on sekiz yaşında okuduğu 1738 yılında David Hume tarafından yazılmış İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme’deki görüşleri hatırlatıyor. Onu dehşete düşüren görüşler bunlar. Hume’a göre insan “algılanamayacak kadar büyük bir hızla birbirini izleyen, sürekli akan ve hareket eden bir farklı algılar koleksiyonundan ya da demetinden başka bir şey” değildi.

Sacks, nörolog olarak belleklerini yitirmiş sayısız hasta görmüştü. “Geçmiş ya da gelecek duygusunu kaybetmiş ve her an değişen, kısa ömürlü duyuların içinde tutsak kalmış bu insanların, bir anlamda insandan Humevari varlıklara gerilemiş olduklarını düşünmeden edemem,” diyor. Üstelik Humevari kayıpların binlercesini görmek için artık etrafa bakmanın yeterli olduğunu da ekliyor. “Dijital hayatın ayartılarına karşı bağışıklık geliştirmemiş, her şeyin eskiden nasıl olduğuna dair kişisel bir anısı olmayan, sosyal medya çağımızda büyümüş genellikle genç insanlar. Gördüğümüz hatta meydana getirdiğimiz, devasa ölçekte bir nörolojik felaketi andırıyor.”

Oliver Sacks, felakete benzeyişten bahsediyor ama dünyadan ayrılma vakti yaklaşırken yazdığı bu makalede tamamen umutsuz ve dibe saplanmış değil. Her şeye rağmen insan hayatı ve kültürel zenginliğin harabeye dönmüş bir dünyada bile ayakta kalacağını umuyor. Bunun, insani tevazuyla, sağduyuyla, talihsizler ve yoksullar için duyulan insanca kaygıyla desteklenen bilimle olabileceği görüşünde. Nöroloğa göre ancak böyle bir bilim bataklığa saplanmış dünyaya umut verebilir.


Burcu Aktaş Kimdir?

Burcu Aktaş, 1980’de İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde Antropoloji eğitimi aldı. Uzun yıllar Radikal gazetesinde çalıştı. Radikal Kitap’ın editörlüğünü yaptı. Selim İleri’nin iç dünyasını anlattığı Düşüşten Sonra adında bir anlatı kitabı ve Çarpık Ev, Durmayalım Düşeriz, İstasyonda Vals, Vahşi Şeyler isimli dört çocuk romanı var.