New York’ta bir 'Türkevi'
Türkevi binasının kent siluetinde öne çıkma arzusu, ulusal kimliğin bileşenleri olarak Türklük ve İslam'a yaptığı göndermeler ve zemin bloğundaki şeffaflık kullanımı, hepsi görünür olmakla ilgili. Türkiye’den 10.000 km uzakta bulunan Türkevi binası New York'ta, kentsel bağlamın en üstün mimari formu olan gökdeleni sahiplenir. Bu, hem alanı hem de mahali temellük etme girişimidir: yer tutmanın yanı sıra yerin sahibi olmanın iddiasıdır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na katılmak üzere New York’ta bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerek New York’a varışının, gerekse yaptığı bir dizi görüşmenin mekânı Türkevi binası oldu. Gazeteler ve haber bültenleri Erdoğan’ın Türkevi’nde coşkuyla karşılandığından, çeşitli görüşmeleri (Almanya, Pakistan, Ermenistan başbakanları ve Ukrayna devlet başkanı ile) burada gerçekleştirdiğinden bahsetti. Bu haberlerin çoğunda da Türkevi’nin BM binasına yürüme mesafesinde olduğu -gizli bir gururla- tekrar tekrar ifade edildi. Yalnız birkaç sene önce tamamlanan ve Diyanet İşleri Başkanı’nın dualarıyla açılan bina, AKP’nin mimariyle uluslararası arenada görünür olma çabasının etkili bir örneği. Ama bunun ötesinde, AKP İslamcılığının devlet ideolojisine nüfuz edişinin de çarpıcı bir örneği. Bu yüzden de tartışmaya değer. Tartışmaya da herhalde binanın ismiyle başlamalı; belki de şu soruyu sorarak: “Türkevi” mi “Türk evi” mi?(1)
TÜRK EVİ
Şunu söyleyerek giriş yapmalı. Bir mimari tip olarak “Türk evi” 20. yüzyılın başlarında (Osmanlı’nın son döneminde) icat edilmiş milliyetçi bir kurgudur. Hepimizin gözünde canlanan biçimiyle bu yapı tipi iki katlı, ahşap, üst katında çıkmaları ve geniş saçaklı kırma çatısı olan bir yapıdır. Burada dikkat etmemiz gereken şey, Balkanlar'dan Kudüs'e kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli bölgelerinde rastlanan ahşap evleri tanımlamak için “Türk” sıfatının kullanılması ve “onun geriye dönük olarak millileştirilmesidir.”(2)
Başka birçok milliyetçi gösteren gibi Türk evi de cumhuriyet döneminde iş başındadır. Bir terim olarak “Türk evi”, ahşap Osmanlı konutlarına referans verecek şekilde, Türk Ocakları çevrelerinde, 1928 dolaylarında, cemiyetin genel merkezinin inşası Ankara’da devam ederken dolaşıma girdi. Fikrin ana savunucularından biri de genel merkez binasının tasarımcısı olan Arif Hikmet Koyunoğlu'ydu. Koyunoğlu, yazılarında yöresel Türk evlerinin iklim koşullarına ve sıhhi ihtiyaçlara mükemmel çözümler ürettiğini savunmaktaydı. Ona göre modern Türk evini tanımlamak için gerekli ilham tam da bu tipolojide saklıdır.
Atatürk, 1930’da açılacak olan Türk Ocağı Binasına bir “Türk Odası” eklenmesini önerir. Bu fikri coşkuyla benimseyen Koyunoğlu, yöresel konutun iç mekanını Türklüğün bir göstergesi olarak kullanmak üzere harekete geçer. Daha sonra alacağı isimle “Türk Salonu”, gömme raflar, nişler ve Koyunoğlu’nun “Türk evinin muskası” olarak tarif ettiği (bu örnekte işlevsel olmayan) bir ocakla ve tavan süslemeleriyle bezenmiştir. Bu haliyle “Türk Salonu” Osmanlı geçmişini bugünün Türklüğünü inşa etmek üzere sahipleniyor, yeni ulusun kolektif belleğinin kurulmasına katkı sağlıyordu.
Bundan sonra Türk evi, önemli bir milliyetçi motif olmaya devam edecektir. İki dünya savaşı arası dönemde, modernist mimarlığın millileştirilmesine dayanan ve mimarlık tarihi literatüründe “İkinci Milli Mimarlık” olarak adlandırılan akımın da en önemli referansı Türk evi idi. Bu dönemde Sedad Hakkı Eldem’in Türk evinin biçimsel niteliklerini tanımlamak üzere yaptığı çalışmalar bu tipolojinin sabitlenmesine katkı yapmış, bu referansın mimarlık eğitimi ve pratiğinde yer bulmasını sağlamıştır.
AKP dönemine geldiğimizde de Türk evinin önemli bir mimari referans olmaya devam ettiğini görürüz. Bunun en çarpıcı örneği kuşkusuz yeni Cumhurbaşkanlığı yerleşkesindeki ana binadır. Yapıda bulunan kırma çatılar ve geniş saçaklar Türk evine açık göndermelerdir. Erdoğan’ın ifadesiyle kadim mimari anlayışın yeni bir sentezidir bu bina. Dahası, ofis binası ev olmaya öykünmektedir (örneğin Çankaya Köşkü gibi aynı zamanda konut olmadığı halde); nitekim, Erdoğan’ın sıkça vurguladığı ifadeyle burası “milletin evidir.”
TÜRKEVİ
Şimdi New York’taki Türkevi’ne geri dönebiliriz. Yukarıda sözünü ettiğim mimari göndermelerin (saçak, çatı, çıkma, vb.) hiçbirini doğrudan içermeyen bir gökdelen bu politik göndermeler dünyasının içinde nasıl bir yere oturur? Her şeyden önce yapı, “Türk evi”nin boş bir gösteren olarak bir gökdeleni bile imleyebileceğini gösterir. Aslında, yapının yerinde, daha önce 1977 yılında Türkiye Cumhuriyeti tarafından diplomatik misyonlarını gerçekleştirmesi ve kültürel etkinlikler ile diplomatik toplantılara ev sahipliği yapması için satın alınmış olan 11 katlı bir yapı bulunmaktaydı. Eski Türk Merkezi’nin arsasını ve sonradan satın alınan komşu parseli işgal eden bir tabana oturan yeni bina, Türkiye'nin BM Misyonu ve Konsolosluk tarafından kullanılmakta olan yaklaşık 18.500 metrekarelik kullanım alanına sahip. Komşu parselin birleştirilmesi sadece inşaat alanını artırmakla kalmamış, aynı zamanda şehrin imar yönetmeliğinden yararlanarak ince bir kule tasarımına da olanak sağlamıştır.
Yeni binanın altı katlı bir zemin bloğu bulunmakta: İslam mimarisi motiflerini sergileyen perfore metal giydirilmiş cam bir podyum. Bu bloğun ön cephesi, büyük bir portal olarak ele alınmıştır ve Selçuklu taç kapılarına gönderme yapar. Bu giriş, hem Türk-İslam mimarisine gönderme yapar hem de özel olarak röportajlarda vurgulandığı üzere kervansaraylara atıfla bir tür karşılama jesti olarak düşünülmüştür. Portalın şeffaf yüzeyinden görülebilen geniş fuaye, Türk çinileri ve Selçuklu desenleri gibi geleneksel mimari motiflerle doludur.
Portal, zemin bloğunu görsel olarak bileşik bir hacim olarak sunarken, kule yumuşak köşelerle geri çekilir ve bir lalenin sapını taklit edecek biçimde hafif bir eğimle gittikçe incelir. Yüzeyler boyunca yükselip kulenin tepesinde buluşan giydirme cephelerin taç yaprakları andıran organizasyonu, aynı referansı vurgulamaktadır. Temel atma törenini gururla haber yapan Anadolu Ajansı, lalenin ideolojik göndermelerini öne çıkarmak üzere, “Yeni Türkevi binası lale şeklinde yükselecek” diye belirtmişti.
Kule aynı zamanda milliyetçi referansların en bariz olanını –hilal– içerir. Tasarımın müelliflerine göre, tepesi kesik bir taçla biten kavisli cephe, “aynı anda zarif ve davetkar bir sembol olan Türk hilalini incelikle çağrıştıran çağdaş bir mimari ifade sunar ve bölgedeki daha doğrusal yapılarla kontrast yaratır”. Hilal ve lale, AKP hükümeti tarafından temsil edilen yeni Türkiye'de milliyetçilik ve İslam'ın yan yana getirilişini temsil eder ve bu yeni sentezi küresel bir sahnede ortaya koyar. 821 Birleşmiş Milletler Plaza'da konuşlu, New York’un “Consulate Row”unda yer alan bina, hükümet için bir gurur kaynağıdır; hükümet yetkilileri, binanın inşası sırasında sık sık caddede ABD dışında konsolosluk binası olan tek ülkenin Türkiye olduğunu vurguladılar. BM uluslararası ilişkilerin merkez sahnesi ise, New York silüeti küresel dünyanın vitrinidir. Binanın inşası sırasında -israf eleştirilerini göğüslemek amacıyla- yapılan haberlere eşlik eden 3 boyutlu görüntüler, binayı özenle seçilmiş bir manzara içinde Chrysler Binası ile birlikte şehrin bilindik silüetinin bir parçası olarak gösteriyordu: “Türkiye'nin aktif dış politikasına, artan itibarına ve artan ihtiyaçlarına uygun 32 katlı bir gökdelen.”
Türkevi binasının kent siluetinde öne çıkma arzusu, ulusal kimliğin bileşenleri olarak Türklük ve İslam'a yaptığı göndermeler ve zemin bloğundaki şeffaflık kullanımı, hepsi görünür olmakla ilgili. Ancak, görüntülenenlerin organizasyonunu – nelerin bir görüntü olarak organize edildiğini – dikkate almak da çok önemli. Örneğin, zemin bloğunun çatısı, New York manzarasına bakan bir etkinlik terası olarak düzenlenmiştir. Böylece, New York şehrinin manzarası sahiplenilerek misafirlere sunulmaktadır. Nitekim Erdoğan’ın son seyahatinde kabul ettiği devlet temsilcileriyle görüşmelerinin görüntüleri arka plandaki East River manzarasıyla çerçevelenmekte. Burada diplomasi mimarisinin bir iktidar performansı olarak misafirperverlikle kurulduğunu görüyoruz. Misafirperverlik, evsahibi açısından özgüveni – yabancıyı evinde kabul edecek kadar güvende olmayı – ima eder. Türkiye’den 10.000 km uzakta bulunan Türkevi binası New York'ta, kentsel bağlamın en üstün mimari formu olan gökdeleni sahiplenir. Bu, hem alanı hem de mahali temellük etme girişimidir: yer tutmanın yanı sıra yerin sahibi olmanın iddiasıdır.
NOTLAR:
(1) Bu bina üzerine kapsamlı bir tartışmayı, önümüzdeki aylarda Türkçe çevirisi Dipnot Yayınlarından çıkacak olan Cities and Islamisms: On the Porduction and the Politics of Built Environment (Routledge, 2021) başlıklı çalışmada yaptım.
(2) Detaylı bir tartışma için, alıntının da kaynağı olan şu esere bakılabilir: Carel Bertram, Türk Evini Hayal Etmek: Eve Dair Kolektif Düşler (İletişim, 2012).
Bülent Batuman Kimdir?
Adana’da doğdu, Ankara’da yaşıyor. ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden lisans ve yüksek lisans derecelerini aldı, doktorasını New York Eyalet Üniversitesi-Binghamton’da tamamladı. Bir süre Mersin Üniversitesi’nde görev yaptı; halen Bilkent Üniversitesi’nde Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı ile Mimarlık Bölümlerinde öğretim üyesi. Kentsel tasarım ve modern şehirciliğin kültürel politikaları üstüne dersler veriyor. Araştırma konuları arasında yapılı çevrenin toplumsal üretimi, modern mimarlık ve şehircilik kuram ve tarihi, kentsel siyaset bulunuyor. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde ve Avrupa Mimarlar Konseyi’nde yönetim kurulu üyeliği yaptı. Journal of Urban History ve Praksis dergilerinin yayın kurulu üyesi. Yayınlanmış kitapları şunlar: The Politics of Public Space (2009), Mimarlığın ABC’si (2012), New Islamist Architecture and Urbanism (2018; Milletin Mimarisi başlığı ile Türkçeleştirildi, 2019), Kentin Suretleri (2019), Cities and Islamisms (derleme, 2021).
ODTÜ 'Devrim' Stadyumu: Kamusal mekânın ölçekleri 12 Eylül 2024
'İnşa et, gelirler': Ankara’dan Ahlat’a AKP’nin sarayları 29 Ağustos 2024
Sokak hayvanlarının kent hakkı 01 Ağustos 2024
Berlin: Hatırlamakla mükellef şehir 11 Temmuz 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI