YAZARLAR

Nerden baksan tutarsızlık…

Netflix yapımı olmasa, Idris Elba oynamasa kimsenin umurunda olmayacak kadar vasat bir film olan ‘Kent Kovboyu’, yüz milyonlarca abonenin açılış sayfasını süslüyor şimdi.

Amerikan sinemasının kurucu ögelerinden Western sineması, beyaz erkeklerin kanun ve düzen uğruna mücadele ettikleri bir anlatıya dayanır. Üstelik erkek dostluğu ve dayanışmasıyla taltif edilmiş bir dil kurar. Kuruluş döneminin temel argümanı da Amerikan yerlilerinden ‘masum halkı’ korumak ve kollamaktır. Sonrasında katiller ve haydutlar gelir. Bu anlatı, 90’lı yıllarda yerlilere dair anlatının değişmesi ve siyah kovboy temsillerinin sinemaya girmeye başlayışına kadar böyle devam etti denilebilir.

90’lı yıllar boyunca yükselen hak mücadeleleri, kimlik kavgaları bu alanda hatırı sayılır kazanımlar elde etti. Bugün hem Amerika’nın kuruluşunda yerli halka yapılanlara dair yeterince bilgi sahibiyiz hem de Western sinemasının bir tür olarak bu ‘resmî’ ideolojiye yıllarca hizmet ettiğini biliyoruz. Sinemanın kuruluş dönemlerinin kimi filmleri seyirciyi bu konuda uyaran bilgilerle başlıyor artık.

Western ve kovboy mitolojisinin yitik parçalarından birisi de siyahların bütün bu süreç içindeki ağırlığı ya da payının ne olduğu. İlk gösterimini geçen yıl Toronto Film Festivali’nde gerçekleştiren “Kent Kovboyu” (Concrete Cowboy), sanki bu mevzuya dair bir şeyler biliyormuş da bizimle paylaşacakmış gibi başlıyor aslında. “Stranger Things” dizisinden tanıdığımız Caleb McLaughlin’in canlandırdığı Cole, annesiyle birlikte yaşadığı Detroit’te tutunamayınca uzun süredir görmediği babası Harp’ın (Idris Elba) yanına postalanır. 15 yaşındaki Cole, en son on yıl önce geldiği Fletcher Street’te önceki kent hayatından farklı bir dünya bulur. Philedelphia’nın kuzeyinde kurulu Fletcher Street, siyah kovboyların oturduğu bir bölgedir. Artık kentin içinde kalmasına ve kentsel dönüşüm için sermayedarların yoğun baskısına rağmen burada yaşayanlar geleneklerine ve atlarına son derece bağlıdır. Bu arada film bittikten sonra jenerikle birlikte akan görüntülerden mahallenin gerçek sakinleriyle de tanışma fırsatı buluyoruz.

Greg Neri’nin “Ghetto Cowboy” isimli romanından, Ricky Staub tarafından sinemaya aktarılıp yönetilen bu Netflix yapımının en büyük sorunu, ne anlatacağına bir türlü karar verememesi. Belli ki roman, bir yandan siyah Amerikalıların kovboy kültürü içindeki yerine, bu kültürün bugünkü uzantılarına ve kayboluşuna dair saygı duruşu. Ama öte yandan da Cole’un babası ve çevresiyle kurduğu ilişkilerle birlikte büyüme hikayesi. Hangisini merkeze koyacağını, odağına aldıklarını da nasıl anlatacağını bir türlü kestiremeyen bir yapım olmuş “Kent Kovboyları”. Siyahların, Western kültürü içindeki yerlerine dair edinebildiğimiz izlenim, ateş başında mahallelinin yaptığı muhabbetten ibaret kalıyor. Bu da “beyazlar bizi görmezden geldi” muhabbetinin ötesine geçemiyor açıkçası.

Öte yandan film, insanların hayata tutunma, suçtan uzak durma, kendilerini tanıma konularında atlarla kurulan ilişkinin önemine ayrı bir vurgu yapmaya çalışıyor. Cole’un kimsenin zapt edemediği Boo adlı huysuz bir atla kurduğu ilişki her ikisinin de büyüme/ uysallaşma sürecini yansıtmak üzere inşa edilmiş belli ki… Ama ikili arasındaki ilişkinin gücünün seyirciye yeterince geçirildiğini söylemek güç maalesef. Hayvan sevgisinin, atlara bağlılığın, bir geleneği devam ettirme inadının övgüye değer pek çok yanı bulunabilir, fakat bir atı evde yaşamaya zorlamak, sevgi falan değil bildiğin zulüm.

Filmin büyüme hikayesi kısmına gelince: Bu bölümde de açıkçası bildik ezberin dışına çıkamıyor hikaye. Ebeveynleri ayrılmış bir çocuk okulda arıza çıkarır. Babasının yanına postalanır. Siyahların mahallesinde önünde iki seçenek vardır; ya suça bulaşacak ya da bir şeye tutunup bundan sıyıracaktır. Cole her ikisine de bulaşır ve hayatın onu nereye götüreceğini merak etmemiz istenir. Tabii ki babası Harp da vakti zamanında o yollardan geçmiş ve atlarla kurduğu ilişki hayatını kurtarmıştır vs. vs. Bir dizi onlarca/yüzlerce kez izlediğimiz Amerikan hikaye klişesi kusuyor film bize yaklaşık iki saat boyunca.

Ricky Staub’ın yönetmen olarak en büyük şansı, Idris Elba gibi bir ismin hem oyuncu hem de yapımcı olarak projede adının yer alması. Ve tabii ki Netflix yapımı olması. Bambaşka koşullarda pek kimsenin umurunda olmayacak, belki kaybolup gidecek bir iş, şimdi tüm dünyada abonelerin Netflix sayfalarında göze çarpıyor. Bu vasatlık kimilerinin şansı olurken, sinemanın lanetine dönüşmeye başlıyor giderek fakat!