YAZARLAR

Neden reform yapıyorsunuz? Konu ne?

Reform sorun olan yerde düşünülür, sorundan etkilenen toplumsal kesimler ile onların siyasal temsilcileriyle görüşerek, demokratik müzakere prosedürleri işletilerek kamusal alanda yürütülen tartışmalar aracılığıyla gerçekleştirilir. Şimdi sorun ne? “CHP zihniyeti”, “HDP’nin siyasal varlığı”nın kendisi, genel anlamda muhalefet, sonra adları değişen lobiler, kimi komşu devletler, kimi komşu olmayan devletler…

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve vükelasının her kanalda aynı anda ve dünya batsa canlı yayında verilen “millete” seslenişlerinin genel bir ezberi var. Artık herhangi bir konuda iktidar cephesinin ne diyeceğine dair merak da ortadan kalkmış durumda. Konu, gündem ne olursa olsun akış şöyle: Ekonomimizin bugüne kadar görmediğimiz bir düzeyde, artık devler ligindeyiz. Hukuk alanında yapılan reformlar sayesinde hukuk devleti alanında çağ atladık. İnsan hakları alanında hiçbir sorunumuz yok. Tabii ufak tefek sorunlar var ama onları da işte CHP dönemiyle karşılaştırın, bakın 1935’te içişleri bakanı ne dedi, 1939 depremine bakın! “Gerçek” konu geldiğinde orada hep CHP, HDP ya da hep dış güçler… Dolayısıyla bir sorun varsa onun kaynağı da yirmi yıla gelen iktidarıyla Erdoğan değil, muhalefet, dış güçler, şer odakları vs. olacaksa da demek ki bu alanda olacak, hep olduğu gibi… Yargı reformunun ardından Kavala’nın, Demirtaş’ın durumu ne olduysa, infaz yasası düzenlemesiyle organize suç örgütü liderleri nasıl affedildiyse, o affın ardından nasıl ana muhalefet partisi liderini tehdit edecek hale geldilerse, demokrasi şölenleri nasıl mafya örgütü liderlerinin akademisyenlerin kan banyosu fantezilerine kapı araladıysa hukuk devleti u da böyle bir sonuca götürecek. Öngörmek zor değil. Rejimin başındaki tek kişide bütünleşmiş ittifakların mevcut ekonomik koşullarda, emekçi sınıfların taleplerini, özgürlük ve laikliğe dönük arzuları bastıracak dini maniple edecek zora dayalı formüllere dayanmaktan başka kendi varlığını sürdürme, bekasını sağlama umudu yok. Bu nedenle de vaat imkanları yok.

Reform sorun olan yerde düşünülür, sorundan etkilenen toplumsal kesimler ile onların siyasal temsilcileriyle görüşerek, demokratik müzakere prosedürleri işletilerek kamusal alanda yürütülen tartışmalar aracılığıyla gerçekleştirilir. Şimdi sorun ne? “CHP zihniyeti”, “HDP’nin siyasal varlığı”nın kendisi, genel anlamda muhalefet, sonra adları değişen lobiler, kimi komşu devletler, kimi komşu olmayan devletler… Sorundan kim etkileniyor? AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ve vükelası. Evet dolayısıyla sorundan etkilenenler sorunu çözmek için müzakere ediyorlar, beyan ediyorlar, suçluyorlar ve organize suç örgütü liderleri de konuyu açıklığa kavuşturuyorlar. Peki bu durumda bu demokratikleşme ve hukuk devletine ilişkin beklentiler nereden kaynaklanıyor?

SİYASETSİZLEŞTİRME SORUNU

Sanırım asıl soru ve siyasal sorun bu. AKP’nin kendi bekası açısından önemli başarısı siyasal alanı kapatmak oldu. Elbette bu, Türkiye’ye özgü bir durum değil ve dünyada 1970’ler sonrası yoğunlaşan iktisadi ve siyasal krizler sonucunda ortaya çıkan sınıfsal konumlanmalardan bağımsız düşünülemez. Ekonominin ve politikanın demokratik denetim mekanizmalarından arındırılarak yurttaşlığın dayanaklarını askıya alan, politikayı teknikleştirerek halk sınıflarını güçsüzleştiren, sendikal ve siyasal örgütlenmeleri dağıtmak, toparlanmalarının önüne her türlü engeli çıkartmak üzerine kurulu “yeniden yapılanma”nın herkes açısından tükenmesinin sonucu. Türkiye; Avrupa, Amerika ve Asya’daki benzer örneklerde olduğu gibi bu geçiş sürecini istisnai bir rejimin hakimiyetinde yaşıyor. 12 Eylül faşizminin açtığı kapıdan ve yarattığı yeni dengeden yararlanarak bütün siyasal alanı kapatmayı başaran AKP-MHP koalisyonu oldu. Emekçi sınıfların örgütleri dağıtıldı, ekonominin ve politikanın siyasal denetimini sağlayan güçler etkisizleştirildi. Özelleştirmeler aracılığıyla cumhuriyetin kamu varlığının yağmalanması ve demokratik denetimden çıkarılması, sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırma aracılığıyla sermayenin işçi sınıfı üzerindeki mafyalaşan iktidarının konsolide edilmesi, kamusuzlaştırma ve kurumsuzlaştırma yoluyla biçimsel demokrasinin imkanlarının yok edilmesi Türkiye’deki mevcut istisnai rejimin zemini oldu. Erdoğan bu zemini diktatörleşmenin dayanakları olarak yeniden örgütledi ve kullandı.

BAŞKA BİR YOL VAR MI? 

1970’lerin sonunda “başka bir alternatif yok” ideolojisi ve pratiğine doğrudan ve bütünlüklü bir cephe almadan bu Türkiye’deki mafyalaşan rejime alternatif olmanın koşulu yok, bunun olmadığını da çok defa deneyimledik. Beklentisizlik üzerine kurulu, güçsüz olanın güçlendirilmesine değil, güçsüz olarak hayatta tutulmasına dayalı, muhtaç bırakılmasına dolayısıyla demokratik müzakereyi mümkün kılacak toplumsal kesimler arasındaki dengenin devlet eliyle sürekli güçlüden yana ve zor kullanarak bozulduğu bir dönemde ben bu ekonomiyi daha yönetirim demenin hiçbir karşılığı yok. Liyakatsizliğin de kayırmacılığın da bu düzenin istisnası değil, varlığının koşulu olduğunu artık öğrenmek gerek. Düzen borçlandırma üzerine kurulu. Bunu sadece iktisadi borçlandırma olarak düşünmeyin, siyasi borçlandırma, ahlaki borçlandırma, duygusal borçlandırma… Ben bu siyaseti daha yaparım demek bu çark içinde hiçbir karşılık bulamaz. Beklentiyi yaratan da sönümlendiren de siyasal alanı kim kontrol ediyorsa o olur. Başka bir alternatif yaratamazsanız, Spinoza’nın kadim ilkesi işler. Halk kesimleri gücü elinde bulunduranlarca ortaya saçılan umut ve korkunun yarattığı duygular, beklentiler arasında savrulup durur. Muhalefet mevcut çarka ram olursa, istese de istemese de Erdoğan’a ram olur.

“Öyle mi alay komutanı” diye haykıran “güç”, köyümü toprağımı yağmalatmam diyen “güç”, seçmediğim beni yönetemez diyen “güç”, yurttaşlık haklarımı geri istiyorum diyen “güç” demokratik beklentinin tek gerçek kaynağı bugün. Rejim bunu fark ediyor, o alay komutanı o nedenle orada. Muhalefet bunu fark etmedikçe, siyasal alanı açacak, siyasetin gerçekliğini değiştirecek bir alternatif ortaya koymadıkça hiçbir beklenti yaratamayacak ve politikanın doğası gereği aracılık pozisyonundan dahi tasfiye olacak.

Belki de hepimiz açısından hayırlı olan budur.

 


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.