NATO Madrid Zirvesi ve Türkiye

Türkiye hatalı ve ideolojik dış politikasıyla sadece batıda değil, bölgesinde de uzun süredir kendini yalnızlığa mahkûm etmiş bulunuyor. Çok geç olmadan içine girilen çatışma rotası terk edilmeli.

Google Haberlere Abone ol

Hakan Okçal *

NATO MADRİD ZİRVESİNİN GÜNDEMİ UKRAYNA

28-30 Haziran tarihlerinde Madrid’de gerçekleştirilecek olan NATO Zirvesi 73 yıllık Kuzey Atlantik İttifakı’nın tarihindeki en kritik zirvelerinden biri olacak.

Bunun pek çok nedeni var. Ama en büyük neden zirvenin Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü kanlı saldırı devam ederken toplanması ve NATO’nun dolaylı da olsa Ukrayna krizindeki başat taraflardan biri olması. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Avrupa’da gerçekleşen en büyük kara saldırısının sorumlusu Rusya, işgal eyleminin gerekçesi olarak NATO’nun Ukrayna’ya kapılarını açmasını ve NATO üs ve gelişmiş silah sistemlerinin sınırına dayanmasını gösteriyor.

Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’nin de davetli olduğu zirvede NATO liderleri Rus saldırganlığını durdurmak için alabilecekleri yeni önlemleri tartışacaklar. Bu konuda İttifak üyeleri arasında farklı tutum ve görüşler var. Mesele Ukrayna’ya verilecek yeni silah sistemleri ve yardımların ötesinde önem taşıyor. 

Avrupa’nın ortasında, geleceğini demokrasi ve çağdaş liberal değerler üzerine inşa etmek isteyen bağımsız ve egemen bir devlet haksız bir askeri saldırıya uğradı. Topraklarının önemli bir bölümü işgale uğradı. Sivil halk büyük acılar çekiyor. Savaşın uzaması halinde, halkının kahramanca direnmesine rağmen Ukrayna’nın bağımsızlığını ve egemenliğini yitirmesi söz konusu. Saldırgan Rusya NATO’yu ve batı dünyasını savaşa daha fazla müdahale edilmesi halinde nükleer silah kullanmakla tehdit ediyor.

Ukrayna’nın Rus saldırganlığının karşısında yalnız bırakılması, NATO’nun en önemli halkasını oluşturduğu batı güvenlik ve işbirliği yapılanmalarının ve değerler sisteminin ağır hasar almasına yol açacak.

Ukrayna konusunda İttifak içinde farklı görüşler mevcut. ABD ile bu devlete yakın Atlantikçiler diye adlandırılabilecek çekirdek NATO grubu ve eski Varşova Paktı üyeleri, Rusya karşısında daha kararlı bir tutum alınmasından, savaşa dahil olmadan Ukrayna’nın mümkün olan her imkanla desteklenmesinden yanalar. Bunlar Ukrayna’ya ileri silah ve hava savunma sistemleri verilmesini istiyorlar. Nitekim bu konuda somut adımlar da atıyorlar. Buna karşılık AB liderliğini temsil eden Almanya ve Fransa, özellikle ikincisi, ayaklarını sürüyor. Almanya Rusya karşısında çekingen tavrını ve pasifist savunma anlayışını büyük ölçüde terk etmiş olsa da, Ukrayna’ya ABD gibi ileri silah sistemleri verilmesi konusunda oldukça isteksiz. Fransa’nın ise savaşın bir an önce sona erdirilmesi için Ukrayna’ya barışa karşılık toprak ödünü verilmesini dahi telkin ettiği ileri sürülüyor. Ukrayna’nın, AB liderlerinin bu tavrından rahatsız olduğu sır değil. Aralarında Almanya Şansölyesi Scholz ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un da bulunduğu dört AB liderine geçen hafta yaptıkları son ziyaret sırasında Kiev’de Ukrayna’nın görüşlerinin açıklıkla vurgulandığı kuşkusuz. 

Zirveye NATO üye ülkelerinin dışında çok sayıda ve farklı liderin katılması bekleniyor. Bunlar arasında en önemlisi kuşkusuz Zelensky olacak. Gözler Zelensky’e çevrilmişken NATO liderlerinin aralarındaki farkları gidermeseler dahi dünya kamuoyuna birlik görüntüsü vermeleri çok önemli olacak. NATO bu konuda engin deneyimlere sahip bir örgüt. Rus tehditine rağmen zirveye Ukrayna’nın yanı sıra aynı nedenle benzeri bir saldıya maruz kalmış olan Gürcistan’ın da davet edilmiş olması, NATO liderlerinin Rusya’ya kararlılık mesajı göndermek istediklerini hatıra getiriyor. Zelensky’nin zirveden istediklerini büyük ölçüde alması muhtemel.

NATO üyelerinin tamamı Rusya’ya karşı ambargo ve yaptırım uyguluyor. Rusya ile geleneksel olarak dostluk ilişkileri bulunan Yunanistan ve Bulgaristan dahi Rusya’ya katı şekilde uçuş yasağı ve ambargo uygularken Türkiye’nin tutumu bu konuda istisna teşkil ediyor. Zelensky’nin yakın süre önce Türkiye’nin Rusya ile ticaretini sürdürmesini eleştirdiğini unutmamak gerekiyor. Zirve’den beklendiği şekilde Rusya’ya karşı güçlü bir yaptırım ve ambargo çağrısı çıkması halinde Türkiye’nin konumu zora girecek. Türkiye’nin mevcut tavrı sürdürülebilir değil.

STRATEJİK KONSEPT-ÇİN SORUNU

NATO değişen uluslararası güvenlik ortamına göre ortalama her on yılda bir tehdit algılaması, kuvvet yapılanması ve konuşlandırması konusunda esas alacağı siyasa ve ilkeleri ortaya koyan Stratejik Konseptini gözden geçirir ve bir sonraki on yıl için geçerli olacak yeni konseptini oydaşma ile kabul eder.

2010 yılında Lizbon’da NATO’nun son Stratejik Konsepti kabul edilirken Gürcistan saldırısına rağmen Rusya hala NATO’nun işbirliği yapmak, yanına çekmek istediği bir ülkeydi. NATO ve Rusya 2011 yılında ortak hava tatbikatı dahi yapabilmişlerdi. Ortada ne Kırım’ın ilhakı, ne Donbas’ın bir bölümünün işgali vardı.

Yine bu belgede Çin, sorunlar içerse de işbirliği fırsatları sunduğu belirtilen, NATO’nun önceliğinde olmayan bir ülkeydi.

NATO’nun o zamanki en önemli endişeleri Irak ve Afganistan gibi ülkelerden batıya yönelen uluslararası terör tehditi ile, düzensiz göç ve iklim değişikliğinin güvenlik ortamına olumsuz yansımaları ve uluslararası sularda korsanlık eylemleri gibi sorunlardı.

Uluslararası terör, iklim değişikliği, düzensiz göç gibi sorunlar NATO’nun radarında kalmaya devam ediyor. Ancak 2022’deki güvenlik ortamı, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı ve Çin’in son on yılda beklenmedik bir şekilde yükseliş göstererek Hint-Pasifik Bölgesinde ABD’yi dengeleyecek ve tehdit edecek bir güç haline gelmesi nedeniyle, artık çok daha farklı ve doğrudan askeri tehditlerle dolu.

NATO’nun sorumluluk alanı, adından da anlaşıldığı gibi, Avrupa’yı ve Kuzey Atlantik bölgesini kapsıyor. Ancak NATO geçmişte Afganistan ve Libya gibi yerlerde görev üstlenerek sorumluluk alanı konusundaki sınırları uzun süre önce esnetmiş bulunuyor. Bundan sonra batı dünyasının jandarmalığı görevinde daha ileri sorumluluklar üstlenip üstlenmeyeceği, olumsuz yönde şekillenmekte olan yeni güvenlik ortamına ve tehdit algılamasına bağlı olacak.

Çin’in Rusya’nın Ukrayna saldırısı konusunda aldığı tutum Madrid’de liderler tarafından mercek altına alınacak. Çin Ukrayna krizi konusunda Rusya’ya askeri destek vermemiş olsa da saldırganı savunmaktan, batıyı suçlamaktan hiç geri durmadı. Çin, kendisinin de maruz kaldığı, ekonomik ambargoların boşa çıkması için Rusya’ya gereken desteği sağlamaya devam edecek. Demokrasi ve insan hakları konularında benzer anlayış ve uygulamalara sahip bu iki ülkenin batı karşısında çıkarları uyuşuyor.

Dünyanın ABD liderliğindeki batı demokrasi kampı ve Rusya-Çin mihverindeki doğu anti-demokrasi kampı şeklinde iki kutuplu yeni bir soğuk savaşa doğru yuvarlanma riski giderek artıyor. Yeni soğuk savaşın çoktan başladığını ileri sürenler de var. Her hal ve kârda, yeni soğuk savaşın liderleri bu kez ABD ve Rusya değil, ABD ve Çin olacak. Rusya’nın ekonomik gücü Çin ve ABD karşısında çok küçük.

Çin her alanda ABD’ye rakip ve tehdit olmaya başladı. Çin donanması artık Pasifik Okyanusu’nda ABD’yi kolayca dengeleyebiliyor. Tayvan’ı yeniden anavatan topraklarına katmak isteyen Çin’in giderek baskısını artırması karşısında ABD’nin yapabildiği çok az şey var. Çin’in Ukrayna krizinin yarattığı kargaşadan yararlanıp Tayvan’ı askeri yöntemlerle kendine bağlamaya kalkışması tüm dünya için bir kâbus senaryosuna dönüşebilir. Böylesi bir ortamda Kuzey Kore’nin de nükleer bir çılgınlık yapma olasılığı Asya-Pasifik bölgesindeki demokratik ülkelerin iyice uykusunu kaçırıyor.

Çin’in yükselişinden ve bölgedeki baskıcı varlığından rahatsız olan ABD, Japonya, Avustralya ve Hindistan, QUAD (Dörtlü Güvenlik Diyalogu) içindeki işbirliklerini ileri bir aşamaya taşıdılar. ABD ayrıca Avusturalya ve İngiltere ile beraber nükleer işbirliğini de kapsayan AUKUS örgütünün kuruluşuna ön ayak olarak, Pasifik’de Çin’i çevrelemek için yeni bir adım daha attı.

Yükselen Çin sorunu nedeniyle NATO’nun bu kez alan dışı sınırlarını tamamen bir yana bırakıp Pasifik bölgesinde de rol üstlenip üstlenmeyeceği Madrid Zirvesi’nde belli olacak.

Yeni Stratejik Konsept’in taslağı kıdemli uzmanlar tarafından hazırlandıktan sonra, İttifakın ilgili komite ve birimlerinde ve en nihayet Savunma Bakanları Komitesi’nde tartışılarak belli bir olgunluğa getirildi. Belgeye Madrid’de liderler düzeyinde nihai şekli verilecek.

Fransa Pasifik’te rol üstlenilmesine karşı. Ancak NATO’da ABD’nin dediği olur. Nitekim zirveye Pasifik bölgesinden Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın davetli olduğuna bakılırsa NATO’nun işbirliği alanını Pasifik bölgesine genişletme kararlılığı içinde olduğundan kuşku duymamak gerekiyor. Davetli listesinde Hint-Pasifik bölgesinden tek katılmayan ülke Hindistan. Bağlantısızların lideri Hindistan’ın NATO Zirvesine katılmamasını olağan karşılamak gerekiyor.

Türkiye’nin Çin gibi bir sorunu yok. Aksine kimi zaman Ankara’da Çin ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ABD ve NATO’ya alternatif olarak gösterilebiliyor.

Uluslararası terör konusunda da Türkiye ile batı arasında temel yaklaşım farkları var.

İSVEÇ VE FİNLANDİYA'NIN NATO ÜYELİKLERİ 

Madrid Zirvesi’nde Ukrayna ve yeni Stratejik Konsept’in yanı sıra gündeme alınacak en önemli konu İsveç ve Finlandiya’nın katılım başvuruları. Geleneksel olarak tarafsız bir dış ve güvenlik politikası izleyegelmiş olan bu iki ileri demokrasi ülkesi, Rusya’nın saldırganlığı karşısında kendilerini tehdit altında hissederek, NATO’ya üyelik başvurusunda bulundular. Her iki ülkenin NATO'ya en kısa sürede kabul edilmeleri konusunda Türkiye dışında İttifak içinde bir oydaşma mevcut. Türkiye’nin İsveç’in ve Finlandiya’nın “terör yuvası” olduğu konusunda öne sürdüğü eleştiriler inandırıcı bulunmuyor. Türkiye’nin şikâyet konusu yaptığı benzer durumlar ABD, Almanya, Fransa ve hatta Rusya için de geçerli. Bu ülkelerde de PKK bayraklı gösteri ve toplantılar yapılıyor, resmi temsilciler YPG temsilcileriyle görüşebiliyorlar. Türkiye bu ülkelere karşı sesini yükseltmezken, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerine karşı çıkması çelişki olarak görülüyor. 

Ankara’nın bakışı ne olursa olsun, YPG batıda PKK’dan ayrı tutuluyor ve İŞİD’le mücadelede kendini ispatlamış güvenilir bir partner olarak görülüyor.

Başta Selahattin Demirtaş ve çok sayıda HDP’li belediye başkanı ve parti temsilcisi uzun süredir hapiste tutulurken Ankara’nın terörizme ilişkin şikayetleri NATO içinde samimi bulunmuyor. 

İsveç ve Finlandiya, NATO Madrid Zirvesi’ne davetli ülkeler arasında. Ankara’dan gelen olumsuz açıklamalara rağmen son ana kadar Madrid’de müzakerelerin devam edeceği kuşkusuz. Bazı büyük devletlerin araya girmesiyle Türkiye’nin tutumunu, aldığı bazı sözler karşılığı son anda değiştirmesi söz konusu olabilir. Bunlar geçmişte görülmemiş şeyler değil.

TÜRKİYE-YUNANİSTAN ÇATIŞMASI  

Ankara’dan yapılan açıklamalara bakılırsa Türkiye ile Yunanistan arasında ipler koptu. Fısıltı basınında Türk çıkarma birliklerinin Yunan adalarını işgal edeceği dahi iddia ediliyor. Ege’ye ilişkin Türk-Yunan meseleleri yeni değil. Bunların NATO dayanışmasını etkileyecek şekilde şimdi köpürtülmesi anlamlı bulunmuyor. Batıda Türkiye’nin iç siyaset kaygılarıyla bir bardak suda fırtına kopartmak istediği algısı hâkim. (James Jeffrey sadece Türkiye’nin görüşlerinde çoğunlukla haklı olduğunu söyledi, kriz için görüş belirtmedi.)

Türk-Yunan meseleleri zaman zaman İttifak içinde baş ağrısı olsa da, hiçbir zaman NATO’nun birinci öncelikli konusu olmadılar. Hele Ukrayna Savaşı ve yeni Stratejik Konsept gibi önemli meselelerin ele alınacağı NATO Zirvesi’nde bunların gündemi işgal olasılığı hiç yok. Ancak ikili görüşmelerde her iki tarafa da aralarındaki meseleleri diplomasi yoluyla çözmeleri konusunda bazı telkinler olabilir.

Söz telkinden açılmışken, benzer caydırıcı telkinlerin Suriye’ye yapılmak istenen askeri operasyon konusunda da Türkiye’nin kulağına nazik şekilde fısıldanması olası.

TÜRKİYE'NİN YALNIZLIĞI 

NATO Zirvesi öncesi Suriye’ye askeri operasyon yapılacağını açıklamak, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerinin bloke edilmeye çalışılması, Yunanistan’la kimsenin anlam veremediği şekilde yıllanmış sorunların apansızın en sert şekilde yeniden köpürtülmesi ancak iktidarın iç politikadaki sıkışmışlığıyla açıklanabilir. Bu konularda sessiz diplomasi kullanmak varken tribünlere megafonla seslenilmesinin başka açıklaması olamaz.   

Türkiye hatalı ve ideolojik dış politikasıyla sadece batıda değil, bölgesinde de uzun süredir kendini yalnızlığa mahkûm etmiş bulunuyor.  Hiç de kıymetli olmayan bu sıkışmışlıktan kurtulmak için bölge ülkelerine yapılan açılımlar bir türlü meyvesini veremezken, iş en sonunda eli kanlı Suudi Veliaht Muhammet bin Salman’ın Ankara’da ağırlanmasına kadar vardı.

Türkiye batıyla ilişkilerini düzeltmeli, çok geç olmadan içine girdiği çatışma rotasını terk etmelidir. Türkiye’nin yeri Orta-doğu değil, kuruluş felsefesinin gereği batıdır. AB ile ilişkiler iyice dibe vurmuşken, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’a verilen haksız hapis cezaları nedeniyle Avrupa Konseyi’nden ihraç tehlikesiyle karşı karşıya kalınmışken, bu kez NATO’da gereksiz sorunlar yaratmak Türkiye’nin çıkarlarına hizmet etmez. Türkiye’yi batıya bağlayan en önemli halkalardan biri olan NATO’nun değerini en az İsveç ve Finlandiya kadar anlamak gerekiyor.

* E. Büyükelçi