Nas mı, dolandırıcılık mı?

“Nas ne diyorsa onu yapacağız” sözü, devlet hazinesinin hukuk kuralları dışında, kaynağı belirsiz ve yoruma açık beyanatlarla yönetilmeye çalışılması anlamına gelir, anayasal suç oluşturur.

Google Haberlere Abone ol

Zeki Rüzgar*

Ukranya, Libya, Suriye gibi ülkelerdeki savaşlar; Rusya ve AB/ABD arasındaki enerji kaynakları nedeniyle yaşanan krizler; küresel ısınma, tarım alanlarının yok edilmesi ve gıda üretimindeki sorunlar nedeniyle, Dünya’da enflasyon yükselmeye devam ediyor. ABD, İngiltere, Fransa gibi birçok ülke merkez bankası faiz artırırken, bizde sürekli indiriliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son günlerdeki açıklamalarına bakılırsa faiz indirimleri devam edecek. Muhtemelen 20 Ekim 2022 tarihinde, Merkez Bankası göstermelik bir toplantının ardından, 100 puanlık bir indirime daha gidecek.

Türk Lirasının bütün dünya para birimlerine karşı değer kaybetmesine; Türkiye'nin bütün derecelendirme kuruluşları tarafından riskli ülkeler kategorisine alınmasına; dış borç açığı nedeniyle sürekli borçlanmaya ve ödenmek zorunda olunan faiz diğer ülkelerin 3-4 katına çıkmasına rağmen, faiz indirimi uygulamasından vazgeçilmemektedir. 

Faiz indirimlerinin, Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan'ın “Nas ne emrediyorsa onu yapacağız.” söyleminden ve merkez bankasının verilen emirlere direnememesinden kaynaklandığı bilinmektedir.

ÜLKEYİ KÖTÜ DEĞİL, TAM İSTEDİKLERİ GİBİ YÖNETİYORLAR

Bakan Nurettin Nebati'nin televizyonda söylemekten sakınmadığı gibi, bu politikalarla “küçük yatırımcı” olarak tanımladıkları geniş halk kitlelerinin kayıplarını doğal ve kabul edilebilir saydıkları da anlaşılmaktadır.

Enflasyon resmi rakamlara göre bile yüzde 80'lere, dolar kuru 19 liraya dayanmasına rağmen, yetkililer sahte bir başarı hikâyesinde de ısrar ediyorlar.

Yükselen enflasyon ve kur'la birlikte, yoksulluk ve sefalet artarken, devasa bir servet transferi de gerçekleşmekte, belli bir kesimin mal varlığı sürekli artmaktadır.

Sonuçları gayet öngörülebilir olan bu kararları Erdoğan ve Nebati'nin bile yorumlamakta zorlanmadıkları, hatta ortaya çıkan sonuçtan memnun oldukları ve kayıplarına rıza göstermeleri için halkı iknaya devam ettikleri açık.

Halk ve ülke için bu kadar kötü sonuçları olan bu kararların tümü bilinçli olarak alındığına göre, sadece kötü yönetim olarak tanımlayıp geçebilir miyiz?

Hukuk açısından bir karşılığı yok mu?

DOLANDIRICILIK VE AĞIRLAŞTIRICI HÜKÜMLER

Türk Ceza Kanunu (TCK) 157. Maddesi şöyle yazar: “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına yarar sağlayan kişi bu eylemiyle dolandırıcılık suçu işlemiş olur.”

2021 Aralık ayından bu yana uygulamaya sokulan ekonomik kararlar neticesinde ülke ve halk olarak çok büyük ekonomik zararlara uğradık. Halk yaşadığı ekonomik çöküş nedeniyle hızla yoksullaşırken, küçük bir azınlığın varlıkları sürekli olarak büyümekte. Ülkenin geleceği, dağı taşı bu küçük azınlığa ve bu politikayı sürdürecek kaynak için yabancı para babalarına satılmaktadır.

İktidar ortağı tüm kesimlerin (parti yöneticileri, politikacılar, sermaye sahipleri, devletin çeşitli kademelerindeki bürokratlar) servetinde de gözle görülür bir artış meydana gelmeye devam ediyor.

Bankalar, yüzde 12'den aldıkları parayı, hiçbir maliyetleri olmadığı halde en az yüzde 40 gibi devasa bir faizle satarak, son 9 ayda kâr'larını neredeyse 10’a katlamış durumda.

Merkez Bankası'nın kararını açıkladığı günlerde, arka kapıdan devasa dolar satışları gerçekleştirilmekte. Sadece 18 Ağustos 2022 günü bir milyar doların satıldığı basına yansıdı. Bu satışlar, kur'u baskılamak için yapılmış gibi görünse de, kur bir iki gün sonra tekrar yükselmeye devam ettiğine göre, Merkez Bankası'ndan bu dolarları alma hakkı olanlara büyük bir kâr sağlama aracı olarak kullanıldığı açık.

Satılan dolarların halkın parası olduğu, ülke ve halkın varlıkları teminat gösterilerek elde edilen bir para olduğu ortada.

İcat edilen Kur Korumalı Mevduat ise başka bir soyguna dönüşerek, ülkeye maliyeti 250 milyar lirayı geçmiş durumda.

Merkez Bankasının rezervlerinde eksik hata payı olarak görülen, yani kaynağı açıklan(a)mayan para 25 milyar doları geçmiş durumda. Bu paranın, ülkenin hangi varlığının elden çıkarılması sonucu geldiği belli değil ama ülke borcuna eklendiği açık.

Dolayısıyla tıpkı kanunda sayıldığı gibi, gerçekdışı beyanlar ve hileli işlemler sonucu zarar eden milyonlarca insan, hatta koca bir ülke ve bu işlemlerden büyük paralar kazanan bir kesim var.

Yani suç var, suçlular var.

TCK 158. maddenin birinci fıkrasında dolandırıcılık suçunun:

“Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesiyle, Kamu kurum ve kuruluşlarının ... siyasi parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılmasıyla, Kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak, Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılmasıyla, Banka veya diğer kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak maksadıyla”, işlenmesi halinde, ağırlaştırıcı sebep sayılacağı ve hapis cezasına ek olarak elde edilen paranın iki katı kadar “adli para cezası” verileceği öngörülmüştür. 3. fıkrasında ise, suçun “üçten fazla kişiyle veya bir suç örgütü lehine” işlenmesi halinde cezanın bir kat arttırılacağı belirtilmiştir.

Olayımızda, TCK 158. maddesinin saydığı tüm ağırlaştırıcı sebeplerin var olduğunu ve ağırlaştırılmış hükümlerin de uygulanması gerektiğini söylemek mümkün.

NAS'A UYMUYORLAR, SADECE HİLELİ DİL KULLANIYORLAR

Milyonlarca insanın, maddi-manevi kendi aleyhlerine olan bu işlemlere rıza göstermesi için “Nas böyle emreder” deniliyor. Ancak dikkat edilirse, Kur-an'daki hangi açık hükümden söz edildiği açıklanmıyor. Halkın bu sözden istediğini/bildiğini anlaması isteniyor. Bu da ayrıca hileli bir dildir. Hipnoz dilidir. RTÜK'ün belirlediği ve uluslararası hükümlere göre bu dilin reklamlarda bile kullanılması yasaktır.

Nas, "insanlar, halk, dogma, açıklık, kesin yargı" gibi anlamları olmasına rağmen "Kur-an ve hadislerdeki açık hükümler" anlamında da kullanılmaktadır.         

Öncelikle Kur-an'ın da hilekâr ve dolandırıcıları öngördüğünü ve Bakara Süresi'nde uyarıda bulunduğunu, söyleyelim.

İnsanlardan, inanmadıkları halde, 'Allah'a ve ahiret gününe inandık' diyenler de vardır. (8. Ayet)

"Bunlar Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya çalışırlar" (9. Ayet)

"Bunlara, 'Yeryüzünde fesat çıkarmayın' denildiğinde, 'Biz ancak ıslah edicileriz!' derler." (11. Ayet)

"İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir." (12. Ayet)

"İman edenlerle karşılaştıkları zaman, 'İnandık' derler. Fakat şeytanlarıyla (reisleriyle/münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, 'Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz' derler" .(14. Ayet)

"İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir." (16. Ayet)

Kur-anda faiz kelimesi geçmemektedir. Ancak Kur-an'da geçen Riba kelimesinin, faiz kelimesine karşılık geldiği, Elmalılı Hamdi Yazır tarafından ileri sürülmüş ve kabul görmüştür. Gerçekte Riba kelimesinin, “fazlalık, artma, nema, serpilip gelişme, yükseğe çıkma” anlamları vardır.

Diyanet Başkanlığı da yayınladığı Türkçe mealde, Riba kelimesinin geçtiği Rum 39, Maide 12, Nisa 160-161, Al-i İmran 130, Bakara 245-275-276-278-279. ayetlerini tercüme ederken, “Riba” kelimesi yerine faiz kelimesini kullanmıştır.

Rum Süresi 39. ayetinde Riba'nın bereketsizliğine ve çirkinliğine vurgu yapılmakta iken, Maide Süresi 12. Ayette, faizsiz borç verenlere 'zemininde ırmaklar akan cennetler' vadedilmektedir. Nisa Süresi 160-161. ayetlerinde ise Riba'nın 'sonradan' haram kılındığı, uymayanlara 'acı ızdıraplar” hazırlandığı söylenerek dolaylı bir yasağa işaret edilmektedir. Ali İmran Süresi 130. ayetinde ise 'Kat kat arttırılmış olarak riba/faiz yemeyin.' denilerek açık olarak yasaklanmıştır. Yine Bakara Süresi 275-279. ayetlerde de açık olarak yasaklanmıştır.

Bu yasaklara rağmen, Osmanlı dahil birçok İslam ülkesinde faiz almak isteyenler, izin verilen takas yönteminden faydalanarak Kur-an hükümlerini dolanmakta sakınca görmemişlerdir.

Örneğin size 100 lira borç vereceklerse ve bugün 100 liraya 10 kilo buğday geliyorsa, borç ödediğinde de 10 kilo buğday vermeniz isteniyor. Altı ay sonra borcunuzu öderken, 10 kilo buğday 150 lira olmuşsa artık yapacak bir şey yoktur.

Biz buna hukukta yasayı dolanmak deriz. Yapılan şey yasaya uygun görünse de, ortaya çıkan sonuç yasayı ihlaldir.

Bugün din açısından “yasayı dolanmanın” en modern hali Kuveyt Türk gibi İslami Bankacılık sistemleridir. Yatırdığınız paraya göre, “katkı payı” adıyla size faiz ödüyorlar ve “başka tür bir bankacılık” yaptıklarını iddia ediyorlar. 

İSLAM FAİZDEN İBARET DEĞİL

Mevcut iktidarın, anayasayı değiştirme imkânı bulduğunda sistemi, İslam Devleti olarak değiştirmek yerine kendilerine, soygun ve talan üzerine bir saray rejimi kurmayı tercih ettiklerini yaşayarak gördük. Bu dini inançlar açısından samimiyetsizliklerinin en büyük kanıtı.

Kur-an'daki başka birçok açık hüküm ise ilgilerini bile çekmemektedir:

"Malının zekatını ver." (Bakara-43 Ayet), "Yalan söyleme." (Bakara-10 Ayet), "Emanete (devlet hazinesine) ihanet etme." (Al-i İmran-161 Ayet), "Yetim malı yeme." (Nisa-10 Ayet), "İnanmadığın halde inandığını söyleme." (Bakara Süresi-8 Ayet).

Beşli Çete ve saray ahalisi edindikleri servetin sadece zekatını verse, ülkedeki açlığı bitirme imkanları varken; “Bakara-Makara” diyerek; kendilerine emanet edilmiş, içinde yetim hakkı da olan devlet hazinesini yağmalamayı tercih ederken; enflasyonla mücadele için Nas'a uyduklarını söylemeleri tam bir yalan ve iki yüzlülüktür.

Almanya, Fransa ve ABD gibi ülkeler, halka yüz milyarlarca dolar destek paketleri açıklamak zorunda kalırken, yöneticilerimizin televizyonlara çıkıp halkın zarara uğramasını önemsemediklerini söyleyebiliyor olmalarının sebebi de, ülkemizdeki devrimci muhalefetin ve sendikaların zayıflığıdır.

ANAYASA İHLAL EDİLİYOR

1982 Anayasasının 1. maddesi Türkiye Devleti'nin bir “cumhuriyet”; 2. maddesi “..,demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğunu söyler. Bu nedenle “Nas ne diyorsa onu yapacağız” sözü, devlet hazinesinin hukuk kuralları dışında, kaynağı belirsiz ve yoruma açık beyanatlarla yönetilmeye çalışılması anlamına gelir ve herhangi bir yönetici tarafından söylenmesi bile bir anayasal suç oluşturur.

Devleti yazılı hukuk kuralları dışında yönetmek, “hukuk devleti” niteliğini değiştirir. TCK 309. maddesi “Devletin niteliğinin değiştirilmesini” açıkça suç saymış ve bunu yapanlar için “ağırlaştırılmış müebbet” cezasını öngörmüştür.

Bilinmelidir ki, Dünya'da artan enflasyon ve yoksulluğun gerçek nedeni, Dünya'yı bir hastalık gibi sarmış olan kapitalist ekonomi düzeni ve bu düzenin sahibi gözü dönmüş kapitalistlerdir. Ülkemizde de değişen bir şey yoktur. Değişen tek şey, bizdeki yöneticilerin krizi fırsata dönüştürme ve işledikleri suçları “Nas söylemiyle” örtme çabalarıdır.

Peki, sizce de ortada bir dolandırıcılık, hatta anayasayı ihlal suçu yok mu?

*Avukat