Müzikle derdiniz nedir sizin beyler?

Salgınla ilişkili olduğu varsayılan kısıtlamaların kimlere, ne şekilde ve nasıl tutarsızca uygulandığına bakınca bu hıncın, bir alanın üreticilerini açıkça mağdur etmeye yönelik olduğu anlaşılıyor.

Google Haberlere Abone ol

Dün yapılan Cumhurbaşkanlığı Kabinesi toplantısının ardından gözler Erdoğan'ın yapacağı açıklamaya çevrilmişti. Aşılama oranındaki hızlı artış (ki toplumsal tepkiler sayesinde böyle bir hıza ulaştı), gündelik hayattaki kısıtlamaların kademeli olarak kaldırılmasına yönelik bir beklenti doğurdu. Aslında sokaktaki bu beklentiye neden olan, aşılanmış yurttaş oranındaki artıştan çok, hükümetin turizm sektörüne yönelik başından beri kolaylaştırıcı tutuma yönelik inançtı. "Turizm sezonu geldi, ülkeye döviz lazım, her yeri mecburen açacaklar" beklentisi karşılığını büyük ölçüde buldu da. Erdoğan, 1 Temmuz 2021 itibariyle sokağa çıkma ve seyahat kısıtlamalarının tamamen kaldırılacağını duyurdu. Üstelik salgın sürecinde büyük zarar gören ve hakkaniyetli bir destekten mahrum kalan esnaf da mekânlarını açabilecek.

Ancak sağlığa dair bilimsel referansları nedir, ne değildir hiçbir zaman bilemesek de, yaratılmaya çalışılan bütün bu "her şey yolunda" tablosu, Cumhurbaşkanı'nın, müziğe dair kısıtlamanın gece 12'den sonra süreceği açıklaması ile anlamsızlaştı. "Kusura bakmasınlar, gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok” sözleri ise sosyal medyada büyük bir tepkiyle karşılandı.

'İNTİKAM' POLİTİKALARI 

AKP iktidarının, özellikle Erdoğan'ın şahsında sanatla ilgili kısıtlamaları, sanatçılara yönelik antipatisi ve bunun arkasındaki motivasyonlar artık spekülatif değil. "Kültürel iktidar" tartışmalarının bizzat iktidar tarafından sürekli dile getirildiği bir ortamda, Erdoğan iktidarının gerçek anlamda nüfuz edemediği bir alana yönelik "intikam" politikaları epeyce bir süredir aşikâr. Salgınla ilişkili olduğu varsayılan kısıtlamaların kimlere, ne şekilde ve nasıl tutarsızca uygulandığına bakınca bu hıncın bir alanı, bir alanın üreticilerini açıkça mağdur etmeye yönelik olduğu da anlaşılıyor. İtici gücünü ayrıştırmaktan ve kutuplaştırmaktan alan iktidar da zaten bunu gizlemiyor.

Kimseye reva görülmeyip bir şekilde müziğe ve genel bağlamıyla performans sanatlarına getirilen kısıtlamalara verilen tepki, bu kararların sağlık politikalarından çok ideolojik güdülerle alındığı yönünde haklı bir eleştiri barındırıyor. Siyasal İslam'ın, sağ muhafazakârlığın; kitabına uymayan sanatla, sanatçıyla barışmak gibi bir derdi de yok zaten. Bunun "öyle sanata tükürmek" gibi meşhur örneklerini, AKP iktidarı öncesinde bulmak da mümkün. Ayrıca müzik ile ilgili dini kaideler de yoruma açık değil.

MUSİKİŞİNAS PADİŞAHLAR...

Oysa örneğin, iktidarın ideolojik altyapısını üzerine kurmaya çalıştığı Osmanlı mirası her noktasında musikinin olduğu bir miras. Padişahların büyük kısmı müzikle uğraşır, kimisi besteler yapar, müziği kendisi icra ederdi. II. Bayezid'in, IV. Murat'ın, I. Mahmut'un, III. Selim'in, II. Mahmut'un, Abdülaziz'in ve Vahdettin'in bir kısmı Batı tarzında olan eserleri bugün bile icra ediliyor. İktidarın tarih paradigmasında en önemli yeri tutan II. Abdülhamit'in de musikişinas olduğu malum. Keza modern Siyasal İslam'ın fikirsel temellerini kuranlardan Mehmet Akif Ersoy müzik ile bizzat ilgiliydi. Neyzen Tevfik ile ney meşk eder, kimisi epeyce rindane hayatlarıyla tanınan müzisyen dostlar edinir, müzik meclislerine katılırdı. Necip Fazıl Kısakürek ise bir Batı klasik müziği hayranıydı. Şiirlerindeki senfonik dizginin izlerine dair çalışmalar da var.

Dolayısıyla, müzik, daha doğrusu eğlence ile ilişkilendirilebilecek müzik alerjisinin Siyasal İslam'la anılması yanlış değil ancak söz konusu AKP ve Erdoğan'ın siyaset etme biçimi olunca müzikten duyulan rahatsızlığın bundan derin başka bir nedeni var: keskin sınırları olan bir nizama, aslında "önder"in altında bütünleşmiş bir disiplin toplumuna duyulan özlem ve bundan doğan bir tek renklilik isteği. Muhafazakâr ideolojinin "disiplin"e, Siyasal İslam'ın programlarından ve tahayyüllerinden bile öncesine dayanan, geçmişten gelen bir muhabbeti var. Bunu yalnızca bu düşünce yapısının katı kurallara, dogmalara, geleneksel normlara bağlılığı ile de açıklayamayız. Batı'nın, içinde kimi zaman zorunlu olarak toplumsal çeşitliliği barındıran liberal değerlerine bir tepki olarak Doğu'ya özgü bir biat, sivrilmeme, kitlesel kuralcılık anlayışı... Bunun tarihsel köklerini, Osmanlı'nın yalnız muhafazakâr muharrirlerinin değil, seküler-devletçi anlayışa bağlı kimi aydınlarının da örneğin Japonya gibi gelenekselci bir kalkınma anlayışına duydukları hayranlıkta görmek mümkün.

Özetle Erdoğan, yalnızca siyasi ideolojisinin gereklerini dayatmıyor, özlediği sessiz, itaatkâr, katı kurallara tabi cemaati kurmaya çalışan site yöneticisi olmaya çalışıyor. Hiçbir mesleği rencide etmek istemem tabii ama bunun halk arasındaki esprili karşılığı, "emekli albay apartman yöneticisi"dir; hani Kemal Sunal'ın meşhur 'Kapıcılar Kralı' filmindeki yine o meşhur yönetici...

Biz müzisyenler, müziğin yalnızca eğlence ile anılmasından rahatsızlık duyarız. Yalnızca eğlenen değil, "dinleyen" bir dinleyici arar gözlerimiz. Müzik, tüm duyguların ifadesidir. Mutluluğu da, hüznü de; heyecanı da, yıkılmayı da anlatabilir. Çılgınca dans ederek de, sessizce kendi kabuğunda da dinlenebilir. Ancak belki bu kez, sırf müziği eğlence ile bir tutan bir anlayışla karşı karşıya olduğumuz için bu "eğlenme" vurgusunu öne çıkarmalıyız zannediyorum. Gülmeye, eğlenmeye, kimi zaman çılgınca eğlenmeye antipatisi olan bir anlayış, sanatın inceliğinden nasibini alamamış bir yönetme yapısı, bir siyaset biçimi ile karşı karşıyayız. Kurulan ve pekiştirilen toplumsal karşıtlığı biraz da gülmeyi, eğlenmeyi, hayattan zevk almayı bilenler ve bilmeyenler üzerinden kurmanın hepimize faydası olacaktır.