Müzakereci çevirmenin marifetleri

Eco, 'Neredeyse Aynı Şeyi Söylemek'te çevirinin teknik ve kültürel taraflarına yoğunlaşırken anlambilim ve göstergebilim sularında yüzüyor.

Müzakereci çevirmenin marifetleri
Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Umberto Eco; kitapları, kültürü, coğrafyaları, sanat eserlerini, estetiği, Antikçağ’ı, Ortaçağ’ı, Yeniçağ’ı ve moderniteyi anlatırken merkeze aldıklarının ya da en çok önemsediği şeylerin başında dil geliyordu. Tercihlerin, yaratımların ve derdin dille aktarıldığını, insanın düşündüklerini dille ifade ettiğini ve bilginin dille taşındığını söylemişti hep. Bilgi açlığının da dil sayesinde giderildiğini hatırlatmıştı. Eco’nun ifadesiyle sözcükler, gönderme yaptıklarıyla birlikte, herkes için maddi kanıtlar sunuyor ve yorumlamanın özünü oluşturuyordu.

Beri yandan ona göre dilin bir mantığı ve matematiği vardı; göstergebilim, sözcüklerle kurulan stratejiyi ancak onlar yardımıyla yakalayabilirdi. Göstergebilimciliği ve dilbilimciliği, Eco’nun dil ve diller üzerine düşünüşünü sistematik hâle getirdiği iki alan, iki disiplin. Bu uzmanlıklarının yanı sıra metinlere, kitaplara ve bilgiye dair yoğun merakı, onun çeviri üzerine düşünüp kalem oynatmasını da sağlamıştı. Çeviri, çevirmenlik, dilden dile aktarım ve diller arası geçişle üzerine düşündüğü Neredeyse Aynı Şeyi Söylemek de Eco’nun bahsi geçen uzmanlıklarının, meraklarının ve ilgilerinin bir sonucu.

Neredeyse Aynı Şeyi Söylemek, Umberto Eco, Yapı Kredi Yayınları, 2025 456 syf.,  çev: Eren Cendey,
Neredeyse Aynı Şeyi Söylemek, Umberto Eco, çev: Eren Cendey, 456 syf.,Yapı Kredi Yayınları, 2025

METNİN VE DİLİN CANLILIĞI

Eco’nun çeviri ve dil üzerine fikirler geliştirdiği ve bunları kâğıda döktüğü dönemler (Z kuşağına göre “milattan önce”), çevirilerin büyük çoğunluğunun “makinelere” ya da sanal çevirmenlere yaptırılmadığı doğal zekâ günlerine denk geliyor. Aklını ve belleğini, arama motorlarına ve yapay zekâya emanet etmeden çevirinin anlamını, çeviri ile yorumlamanın neden birbirine karıştırılmaması gerektiğini soruyor, sorguluyor Eco: İfade, içerik ve biçim ayrımı yaparken bunları temellendiriyor. Bilginin, fikrin ve düşüncenin dile ve çeviriye etkisini ortaya koyuyor. Çevirmenin müzakereciliğinden bahsediyor. Bütün bunları örneklerle, anekdotlarla ve hikâyelerle besliyor.

Çevirinin ne olduğunu soran Eco, karıştırdığı sözlüklerde “aynı şeyi bir başka dilde söylemek” ifadesine rastlıyor. Kitabın başlığındaki “neredeyse” ifadesi ise Eco’nun dil felsefesine girişine, dilbilime ve çeviri kuramlarına dair yorumlarına denk geliyor. Yazar, o “neredeyse”yi kullanarak diller ve çeviriler arasında karşılaştırmalar yapma gerekliliğine dikkat çekiyor. Dolayısıyla “neredeyse aynı şey”in nasıl söylendiğine ve söylenebileceğine kafa yoruyor Eco.

Bu sırada kendi tecrübelerini paylaşıyor: “Başka bir dile çevrilme deneyimlerim sürecinde sürekli olarak çevirinin, metnime ‘sadık’ kalma ihtiyacı ile metnimin başka bir dilde söylendiği anda nasıl dönüşebildiğini (hatta bazen dönüşmesi gerektiğini) keşfetmenin heyecanı arasında gidip geliyordum. Başka bir dile çeviri sürecinde kimi zaman karşılaştığım imkânsızlıklar bir şekilde çözümleniyordu ama daha çok imkânın olduğunu gözlemliyordum: Öteki dille temas kurulduğunda metnin şahsen benim aşina olmadığım potansiyeller sergilediğini ve bu gibi durumlarda çevirinin özgün metni daha da iyileştirebildiğini gözlemliyordum.”

Eco, çevirinin bir dili diğerine aktarmanın ötesine geçerek çevrilen metnin canlılığını vurguluyor ve okurun zihninde bunu her zaman korumak gerektiğinden bahsediyor. Başka bir deyişle çevirinin duygusallığına, çevirende ve onunla karşılaşanda bıraktığı etkiye atıfta bulunuyor. Bu da canlı dil nedeniyle çevirinin ve çevirmenin de canlı, her daim yeni olmasını gerektiriyor.

Eco, çeviri sırasında metinde yaşanan kayıpları ve ona eklenen fazlalıkları örneklerle anlatıyor. Dilin mantığına ve matematiğine aykırı bu durumların üstesinden bilgiyle ve bilginin yorumlanmasıyla gelinebileceğini gösteriyor.

Çevirideki ilk ve temel eylemin, ne dendiğini anlamak olduğunu ve ardından, bu anlamın aktarımının geldiğini hatırlatıyor Eco. Başka bir deyişle anlam ve olay örgüsünün anlaşılması ve aktarılmasının, hem çeviribilim hem de göstergebilim açısından hayatî olduğunu belirtiyor. Bu noktada anlam ve yorum üzerine bir not düşüyor: “Çeviri yapmak için bir terim, sözce ya da özgün metin yorumlayanı üretmek yetmez. (...) Yorumlayan, bana çevrilecek bir metne göre daha azını ya da daha fazlasını söyleyebilir. Espriden sonra gelen kahkaha bunun tipik örneğidir. Eğer güldüren espriyi çevirmezsem ve sadece güldürdüğünü söylersem espriyi alelade bir nüktedanın mı, yoksa Oscar Wilde’ın dâhi bir öğrencisinin mi yaptığını söyleyemem.”

‘ÇEVİRMENİN UFKU’

Eco, çevirinin kayıplar ve telafiler arasında salınan bir süreç olduğunu ifade ederken “aynı şeyi söyleme” imkânına ve imkânsızlığına dair bir yorumla çıkıyor karşımıza: “Çeviri yapmak her zaman özgün terimin örtük olarak ifade ettiği bazı sonuçları ‘törpülemek’ anlamına gelir. Bu anlamda, çevirirken asla aynı şey söylenmez. Her çeviri öncesinde yorumlama, terimin akla getirdiği hangi çıkarımsal sonuçların törpüleneceğini belirlemelidir.”

Eco’ya göre çeviri, bir etki yaratma işi; metinlerin bir dilden diğerine aktarımı, müzakere yoluyla eksiklikleri (kayıpları) en aza indirerek duyguyu verme eylemi. Hâl böyle olunca göndermeler de önem kazanıyor: “Bir çeviri sadece iki dil arasında değil, iki kültür ya da iki ansiklopedi arasında yapılır. Bir çevirmen sadece dilsel kuralları değil, terimin en geniş anlamıyla kültürel unsurları da göz önünde bulundurmalıdır. (...) Kültürel ve ironik bir göndermeyi anlamamak kaynak metni yoksullaştırma anlamına gelir. Fazladan bir gönderme eklemek, fazlasıyla zenginleştirmek olur. Bir çevirinin ideali, başka bir dilde kaynak metnin ima ettiğinden ne daha azını ne de daha fazlasını söylememek olmalıdır.”

“Çevirmenin ufku”nun da önemli bir öğe olduğunu anımsatan Eco, kültürel göndermeler ve anlam aktarımı konusunda edebî gelenek ve kanaatlerin devreye girdiğini, şiir ve metin çevirilerinin buna bağlı olarak eskiyebildiğini söylüyor. Eco, Neredeyse Aynı Şeyi Söylemek’te çevirinin teknik ve kültürel taraflarına yoğunlaşırken anlambilim ve göstergebilim sularında yüzüyor. Bir dilde söyleneni diğerine aktarma olanaklarını incelerken örneklere ve anekdotlara yöneliyor. Uzun lafın kısası Eco, dünya- düşünme-dil arasındaki ilişkiye çevirinin tarihselliği ve bilimselliğinden hareketle yaklaşıyor.