YAZARLAR

Murat Belge'deki Frankenstein psikolojisi (mi?)

İslamcı faşizmin iktidarına harç taşımanın, artık yakın çevresini de (maalesef) yakan ateşe vaktiyle odun taşımanın sorumluluğuyla yüzleşememek, Belge’yi hırçınlıkla olay mahalline ve inkârcılığa sürüklüyor; görünen bu… Heyhat…

Bugün, dünden beslenerek yarına varır.

Bertolt Brecht

Biraz bakındım, yokladım etrafı da…

‘Frankenstein Sendromu’ kavramına da rastladım…

Asimov’un ifadesiyle, ‘Frankenstein Kompleksi’ne de…

Referansları belli, ‘Frankenstein Psikolojisi’…

Ben de bu ‘psikoloji’ tabirini yeğledim…

Tüm bu tariflere adını veren, malûm, bir bilim kurgu romanı kahramanı…

Mary Shelley’in eserindeki genç bilim insanı; Victor Frankrenstein…

Bir 18. Yüzyıl roman kahramanı olarak doğurulmuş ama orada kalmamış…

O günden bugüne üzerine hayli tartışılan bir ‘mefhum’ donuna büründürülmüş; Frankesteincilik…

Sosyal ve psikoloji incelemeleri sahasına sirayet et(tiril)miş…

‘Stockholm Sendromu’ misali, bazı vaziyetlerin, anomali muamelesi gören hadiselerin çözümlenmesine koşulan kavramsal bir araca dönüştürülmüş; yeri geldiğince/yeri geldiği hissiyatıyla…

İnternette, bir sitede rastladığım Frankenstein vakasına dair şu teşhis cümleleri, izah edici özet gibi geldi…

Frankenstein /sendromu, “… etik, politik ve olası sonuçlarını gereğince göz önüne almaksızın doğal süreçleri kontrol etme saplantısı, sırf bilgi edinmek için bilgi edinme saplantısı”nın ete kemiğe bürünmüş hali olarak tarif ediliyor. [1]

Benim bu tahlilden (ve tahlilden hareketle) kritik saydığım anahtar saptamalar:

- “Olası sonuçları gereğince hesap ederek göz önüne almamak…”
- “Saplantının gözü kör etmesi, analiz melekelerini felç etmesi”: Bir amacı, bir gayeyi “saplantı” haline getirerek hırsla önünü arkasını düşünmeden hareket etmek; sonuç hüsran!..

Kahramanımız Dr. Frankenstein de zaten böyle davrandığı için, yarattığı “canavar”dan günün sonunda, Z raporunu alır:

- “Sen benim yaratıcımsın ama ben senin efendinim.”

Nitekim sonunda da bin pişmanlıkla köşe bucak kaçtığı “yaratığın”ın kurbanı olur…

İşte o gün bugündür, insanın kendi eserinin, can verip ortalığa saldığı “yaratımları”nın dönüp kendisini vurmasını anlatır…

Can verdiğinin, temeline harç koyduğunun sonunda kurbanı olmak ya da bunun tedirginliğiyle kıvranmak; suçluluk psikolojisiyle yaşamanın temsili resmi olarak asılır, Frankenstein tablosu hayatın duvarlarına…

Benim bildiğim bu ya da bence bu… (durrr!)

Eeee!... denilerek, sorulabilir:

MURAT BELGE’DEN ‘FRANKESTEİN’A NASIL GELDİK?!..

Hangi ve nasıl bir alâka attı bizi bu kıyılara?..

Geleceğim…

Lakin evvela şu…

‘Alâka’ meselesinde itiraf:

Azmettiricim, Cangül Örnek… (Haberi dahi yok Hoca’nın ama ne yalan söyleyeyim, vaziyet bu: Kitaplar yaratanlarından özerkleşip bağımsızlaşan hüviyetiyle (de) iş görmezler mi?)

Şöyle ki:

Örnek Hoca, bizde nispeten seyrek yapıldığını düşündüğüm, fikir tarihçiliği çalışmış; kitabının yeni baskısı elimde…

Bendeniz de pek sever, ilgiyle takip etmeye gayret ederim, bu sahanın mahsullerini…

Cangül Örnek’in seçtiği mevzu da doğrusu iyice iştahımı tahrik etti:

TÜRKİYE’DE SOĞUK SAVAŞ DÜŞÜNCE HAYATI

Anti Komünizm ve Amerikan Etkisi [2]

Uzatmayayım… (Bilahare uzatacağım zira…)

Hoca kitabında, Soğuk Savaş devri liberal aydınları üzerine kitap yazan, Richard H. Pells’e atıf yapar:
“Pells, liberal entelektüelleri [Soğuk Savaş yıllarının] ‘Modern Dr. Frankenstein’ları olarak tanımlar.” (s. 115);
Hoca işte yaptığı kıymetli nakille ilham verdi bana:
MURAT BELGE[LER] DE “MODERN DR. FRANKESTEİN” SAYILIR MI?..
Münafık okur, at o peşin hükmü kafandan; hayır, sırf bir sol liberal figür olması hasebiyle böyle kestirme teşbihe kaçmadım…
Öyleyse?
Bakın bir dinleyin, sonra vurun, kararınızı verin… (Siz de Belge sever arkadaşlar…)

İzahat için evvela Gazete Duvar’daki ilk yazıma kadar uzanacağız

Oradaki ikinci yazıda, başlıktan, Murat Belge’nin YAE kaşıntısı neden nüksetti ki? diye sormuştum…

Sizin bunu hatırlamanızı…

Hele ki ‘bi’ arkadaşa bakıp çıkacağım’ kıvamında göz atmak üzere uğrayan misafir okurun, mevzudan haberdar olmasını beklemiyorum…

Lakin sıkıntı yok; o bende; kısa özet geçer, hallederiz:

Beni bu “bayram” havasında size Murat Belge yazmama sebep olan (affola), emin olun, benim gündemden kopuk mevzular peşinde koşma iş bilmezliğim değil, hayır, sebep yine kendisi, Murat Belge…

Şöyle ki:

Belge, T24’teki köşesinde peş peşe iki yazı yayımladı- o uğursuz 2010 Referandumu’ndaki Yetmez Ama Evet (YAE) tavrının müdafaası babında… 

Belge, ilk yazısında, Ertuğrul Özkök’ün aynı mecradaki yazısına cevap veriyor…

Orada Özkök’e (ve bize), ez cümle; hayır, ne münasebet, ben YAE tavrında hata yaptığımı(zı) düşünmedim ki, itiraf edeyim, diyordu…

İkinci yazısı da Özkök’e cevabın devamı mahiyetinde; YAE tavrının meşruluğunu savunuyordu…

Müdafiliğine soyunduğu YAE tavrına yöneltilen mahut eleştirilerin isabetsizliğini reddederken, etrafa, CHP ve diğer ‘hayır’cılara, bilhassa ‘hayır’cı sosyalistlere karşı saklayamadığı o bitmez kininden çamur zerreleri sıçratıyordu…

Zira Belge’ye göre, nicedir muhalefet ettikleri AKP’nin kötülüklerinin müsebbibi YAE destekli Anayasa revizyonu değil, CHP’nin değişikliği AYM’ye götürmesiydi, falan filan…

Ve tabii, ne bitmez kinse artık bu, arkadaş, ikinci yazısında, kendi gibilerin dışındaki devrimci/sosyalist ‘hayır’cı cenahı 12 Eylülcü’lükle suçlamaya vardırıyordu sataşmasını:

“12 Eylül yasamasını bile savunmakta bir sakınca görmüyorlar. Bu durumda, rejimin 'otoriter' yapısı ikinci dereceden bir soruna dönüşüyor. Asıl sorun, otoriteyi kimin kullanacağı.”

Ben de andığım o başlıklı yazıda, “ayıp” demekten ben hicap duyuyorum, demeye getirerek, Belge’nin yazdıklarıyla itiş kakışa girmiştim…

Devam ede(bile)ceğimi ima ederek...

Devam ediyorum, işte:

Evvela geçen yazıda vurgulanan bir noktayı tekrar edeyim…
Murat Belge, 2010 Referandumu’nu salt bir HSYK düzenlemesine sıkıştırıyor…
Böylece…
BUGÜNKÜ REJİMİN İNŞASINDA; AKP’Yİ O HAYATİ, KESKİN VİRAJI SALİMEN ALARAK BUGÜNLERE SIÇRATAN STRATEJİK BİR SÜRECİN OYLAMASINI, SADECE HSYK’DA YAPILAN TEKNİK BİR DEĞİŞİKLİĞE İNDİRGİYOR…
İşine böyle geliyor olmalı ki, Fethullah’ın verdiği, “Gerekirse mezardakilerini de kaldırın oy kullandırın” talimatının ima ettiği o kritik eşiğin ötesini berisini yok sayıyor…
Olsun… Oradan devam edelim…
Murat Belge bahse konu yazısında, 12 Eylül kalıntısı HSYK’daki ‘Kooptasyon’dan yakınıyor, eleştiriyor.
Devamında:
“Evet, bu 12 Eylül kalıntısı ko-optatif yöntemin değiştirilmesinden yanaydım. O aşamada getirilen değişiklik önergesinin de şimdi toplumun ümüğünü sıkan sistemle bir ilgisi yoktu. Bunlar, 2017’nin bizlere armağanıdır" diyor…
Anladığımız şu:
Belge, Cunta mirası ‘kooptasyon”un kaldırılması için 2010 Referandumu’nda “Yetmez Ama Evet” dedi… (Âlâ!)
Yapılan, olumlu bulduğu bu değişikliğin kötü bir sonucu olmadı:
“O aşamada getirilen değişiklik önergesinin de şimdi toplumun ümüğünü sıkan sistemle bir ilgisi yoktu. Bunlar, 2017’nin bizlere armağanıdır.” (Âlâ)
YAMAN ÇELİŞKİ…
Şu ki:
Bunları düşünen ve söyleyen Murat Belge
Tıpkı aşağıdaki soruya cevap veren gibi…
Hatırlatayım:
Zaman’ın küçük kardeşi, Bugün gazetesi muhabiri soruyor:
“2010 Referandumu'yla birlikte hem partide hem de hükümet politikalarında değişmelerin başladığı söylendi… ‘Evet’ diyenler kandırıldı mı?”
Öncesinde:
“‘Elim kırılaydı da oy vermeseydim’ diyecek halim yok. O zamanın şartlarında doğru davrandığımı düşünüyorum” dese de…
Murat Belge’nin Bugün’ün sorusuna cevabı son derece net:
“Bence evet. Zaten bütün bu olanlar bir kandırmaca haline geldi sonunda. BEN DE DOĞRUSU KENDİMİ KANDIRILMIŞ HİSSEDİYORUM.” (Vurgular benden; 25 Ekim 2015)
Yok mu çelişki?!.
Bence bal gibi var…
Ve bu farklı zıt yaklaşımı, birbirini tekzip eden/yalanlayan cevapları Belge’nin izah etmesi gerekiyor:
DAHA ÖNCE (EKİM, 2015) “KENDİMİ KANDIRILMIŞ HİSSEDİYORUM” DİYEN BELGE, ARADAN ONCA ZAMAN GEÇTİKTEN SONRA (19 HAZİRAN 2022), 2010 REFERANDUM SONUCUNU OLUMLU BULDUĞUNU, YAŞANAN OLUMSUZLUKLARLA ALÂKASI OLMADIĞINI NASIL SÖYLEYEBİLİYOR?
NASIL İZAH EDİLİR Kİ BU!
Yani:
Belge’nin de şikâyet ettiği bugün yaşananların ‘Yetmez ama evet’ tercihiyle bağlantısı yoksa, problem CHP’nin AYM itirazıyla yapılan 2017 değişikliğindeyse…
Soru:
Henüz ortada CHP’nin yanlış hareketinin mahsulü sayılan o AYM kararı yokken…
2017’den önce yani…
MURAT BELGE NEDEN REFERANDUM İLE “BEN DE DOĞRUSU KENDİMİ KANDIRILMIŞ HİSSEDİYORUM” DEDİ?
Referandumdan çıkan hangi sonuç(lar) Belge’yi kandırdı?
Kandırıldı ise yıllar geçtikten sonra bir değil iki kez T24’te “Yetmez Ama Evet” demenin isabetliliğiyle nasıl ve neden övünüyor?..
‘Yetmez’ gibi sağa sola çemkiriyor, CHP’yi suçluyor, sağa sola, bilhassa ‘Hayır’cı sosyalist sola çamur atıyor…
Murat Belge’yi (yine) izana davet etmek mecburiyetinde kalmaktan (bir kez daha) ben hicap duyuyorum, pek çok insan gibi…
De.. şimdi esas soru şu:
“Koca Murat Belge” nasıl oluyor da aynı olay (referandum) karşısında birbirini yalanlayan (kandırıldık/yanıldık noktasından, YAE’den pişman değilim ki, yanıldığımı itiraf edeyim) zıt pozisyonlara savrulabiliyor?
Sizce?
Ben mi?!
Frankenstein psikolojisinin baskılamasına bağlıyorum, ben bunu…
Liberal düşünce terörü eşliğinde o ve YAE’ci şürekanın yarattıkları meşruiyet sahasının kolaylaştırıcılığı sayesinde AKP’nin atı alıp Üsküdar’ı geçmesine göz kulak olmanın tahammül edilemeyen huzursuzluğundan söz ediyorum…
(Milliyetçilikle hep simbiyotik ilişki içinde var olagelmiş) İslamcı faşizmin iktidarına harç taşımanın, artık yakın çevresini de (maalesef) yakan ateşe vaktiyle odun taşımanın sorumluluğuyla yüzleşememek, Belge’yi hırçınlıkla olay mahalline ve inkârcılığa sürüklüyor; görünen bu…
Heyhat…
Uzaklardan dahi hissedilebilen o kibri, galiba Belge’yi Saray Rejimi’nin başımıza musallat olmasını sağlayan destekleriyle, açtıkları meşruiyet alanlarıyla “Modern Dr. Frankenstein”lardan olmasını kabullenmesine müsaade etmiyor olmalı…
Bu ruh hali ve onun tezahürü yazıp çizdikleriyle tartışmanın alemi yok… Zaruri olmadıkça yapmayacağım.
Bu halde…
İşaret ettiğimiz paradokslara benzer çelişkili tutumlarına dair bir iki paragraflık notlarla veda edelim, Belge’ye…
Sahiden evvelden beri çok uğraştım ama bir türlü anlayamadım; içimde kalmasın, paylaşayım…
BELGE PARADOKSU: “İÇ DİNAMİK”LERE DAYANARAK AŞAĞIDAN YUKARI SOSYALİZM SAVUNUSUNDAN, “DIŞ DİNAMİK” MERKEZLİ DEMOKRATİKLEŞME VAAZINA…
Dememin açılımı:
Murat Belge’nin, “aşağıdan yukarı sosyalizm” diye bileceğimiz bir ‘sosyalizm’ anlayışına sahip olduğu sır değil…
Bu nedenle (başka bağlamlarda tabii, Engels’le anlaşamadığı gibi) Lenin’le de başı pek değil, galiba hiç hoş değil; anlaşamaz
Bildiğim kadarıyla -mezhepdaşları gibi o da- bilhassa Lenin’in karikatürize ettiklerini düşündüğüm, o meşhur “dışarıdan bilinç taşınması” esprisine (ve oradan neşet eden, "yukarıdan” olan her şeye) fevkalade bozulur…
Keza her türü ve muhtelif yorumlarıyla Jakobenizm de tüm “tepeden inmeci” addedilen tüm devrimci yaklaşımlar gibi, payına düşeni alır, Belge’den; hiç makbul bulunmaz…
“Tepeden inmeci”liğiyle; “halka rağmen halkçılık” ithamıyla, Cumhuriyet’in yordamlarına ve Kemalizm’e duyduğu düşmanlığa hiç girmiyorum...
Ha keza ‘İttihatçılık’ faslının da kapağını açmayacak, İttihatçılık karşısında muarızı ‘İtilafçılık’a anlayış ve sempatiyle göz kırpmalarından da bahsetmeyeceğim…
Zira Belge de vaktiyle (hâlâ aynı kanıdaysa tabii) “Ben değil AKP değişti” derken, bu ifadeleri de kullanmış mıydı hatırlayamadım ama pek çok liberale, eski AKP destekçisine göre malûm; “AKP Kemalist çizgiye kaydı”, “İttihatçı AKP” oldu, vesaire…
İslamcı olarak AKP’nin kötü olmasının mümkün olamayacağına duyulan derin imanla olsa gerek, memleketteki tüm mutlak kötülüklerin anası olarak (el hak; asla masum olmayan!) Kemalizm ve İttihatçılıkla bir şekilde aynı karede resmedilmeli ki, AKP’nin kabul edilemezliğinin izahı caiz hale gelsin; mantık bu!..
Bu da ayrı mevzu ya…
Biz Murat Belge’nin, sosyalizm anlayışında Dünya -Türkiye tarihinin analizine, esas aldığı çerçeveye, “iç dinamiklere yaslanarak aşağıdan yukarı demokrasi/sosyalizm” perspektifindeki titizliğine dönelim…
Dönelim de… bir sorun var burada:
BELGE’DEKİ LENİN/MUSTAFA KEMAL/BOLŞEVİZM/JAKOBENİZM BAHİSLERİNDE ANLAŞILIR BULDUĞUMUZ “TEPEDEN İNME” ALERJİSİ, MESELA AVRUPA BİRLİĞİ SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA KAYBOLUYOR…
Mutasyona uğruyor o ‘soylu’ hassasiyet:
Mealen, “İç dinamikler yetersiz kaldığında dış dinamikler belirleyici hale gelir” vaazını dinliyoruz, Murat Belge’den…
Tabii haybeye değil; niyet kıymetli: Maksat demokrasi…
Belge’nin vaktiyle (23 Haziran 2000) yazdığı gibi:
“Demokrasinin -başka birçok olumlu şey gibi- dış dinamikle yürümesi, hem ille kötü olması gereken bir olay değil, hem de Türkiye'nin alışık olmadığı bir durum değil (…) ayrıca 'kaçınılmaz' diyorum, çünkü dünya tarihinin bu aşamasında demokrasi uluslararası boyutları olan bir konu. (…) demokratikleşme yükümlülüğünde dış konjonktürün varlığı, 'dışa direnme' ile 'demokrasiye direnme'nin birbirine karışmasına yol açabiliyor.”
Belge’yi “demokrasi” namına yukarıdan ve dışarıdan gelen müdahaleler karşısındaki bu fevkalade anlayışlı tutumuyla baş başa bırakalım…
Dedik ya Belge’yi geçeceğiz!..
Ama “dış dinamikler” üzerinde kalacağız…
Madem kutuyu açtı, Murat Belge; söylemeye devam edeceğiz…
Uluslararası ideolojik bağlamlarıyla Sol/liberallerle uğraşacağız...
Söz; bu kez bütünüyle, bir türlü nüfuz edemediğimiz Cangül Örnek’in park için sinyal verip durduğumuz kitabı çerçevesinde tartışacağız…
Tedirgin olmayın, gündemden kopmayız…
Bilakis… Daha derinden temas ediyor oluruz belki…
Becerebilirsek…

---

[1] Frankenstein Sendromu – Hayvan Özgürlüğü Kütüphanesi (wordpress.com)

[2] Yordam Kitap, Nisan 2022; önceki birinci basım, Can Yayınları, Mart 2015

[3] Murat Belge, T24, İtiraf mı?, 17 Haziran 2022; Yetmez Ama Evet konusu, 20 Haziran 2022.