Mülteciliğin öyküsünü yazabilir misin çocuk?
Mültecilik odaklı çocuk edebiyatı konusunda üç yıldır pedagojik açıdan oldukça sağlam, çağdaş literatüre uyumlu ve çocuğun üstün yararını gözeten bir çerçeve oluşturulmuş durumda. Peki ama pedagojik yönden bakıldığında, konuya duyarlı öğretmenler bu tür kitapları sınıflarında eğitsel amaçlarla nasıl kullanılabilir?
Üç yanı denizler ve savaş alanlarıyla çevrili olan ülkemizde son yıllarda en büyük tartışma konuları arasında “göç” ve “toplumda karşılıklı uyumun sağlanması” ön sıralarda yer alıyor.
Bu uyum araçları arasında ise, gözden kaçsa da, çocuk edebiyatı kitapları önemli yer tutuyor; zira Milli Eğitim Bakanlığı’nın son verilerine göre Türkiye’de anaokulu, ilkokul, ortaokul ve lisede kayıtlı 771 bin sığınmacı çocuk varken eğitim çağında olup da okula gitmeyenlerin sayısı da 432 bin civarında.
Buna koşut olarak son yıllarda mültecilik odaklı çocuk edebiyatı kitaplarının sayısında bir artış var. Kimisi başka dillerden Türkçeye çevrilmiş, kimisi de Türkçe yayımlanmış. Savaşı Bitiren Sinek, Kömür Karası Çocuk, Kayıktaki Çocuk, Bavulumdaki Kırık Fincan, Tarık ve Beyaz Karga, Yolculuk, Taştan Adımlar, Bir Mülteci Ailenin Yolculuğu ve daha niceleri...
Kısa süre önce incelediğim 1-2-3 Hop isimli bir sessiz kitapta, geniş aile halinde yaşayan bir penguen ailesinde, yaşlılar ve çocukların bir arada yaşarken günlük rutinleri olduğu, ancak bir sabah uyandıklarında artık her gün tırmandıkları tepeyi martıların istila ettiği anlatılıyor. Penguenler ilk önce bunun sebebini anlamaya çalışıyor ve görüyorlar ki buzullar suyu örttüğü için martılar da aç kalmış. Penguenler yardımlaşarak martılara balık taşıyor ve karınlarının doymasını sağlıyorlar. Bunun sonunda martılar tepeden ayrılıyor, penguenler de eski rutinlerine dönüyor.
Bu bir mültecilik hikayesi... İçinde yardımlaşma da var, iyilik de dayanışma da, toplumsal bir mekan paylaşımı da, olası sorunlarla başa çıkma çözümleri de... Kitabın sessiz kitap oluşu da görsellerin çocukların yorumlarına etkileşimli şekilde açılmasını ve bu yorumlar üzerinden göç algılarının çocuk katılımı sağlanarak konuşulmasını mümkün kılıyor.
Benzer şekilde, Bavulumdaki Kırık Fincan şu cümleyle başlar: “Günlerden bir gün, yamacın dibindeki küçük kasabaya, kasaba sakinlerinin şimdiye kadar hiç görmedikleri, farklı biri çıkageldi.” Acaba o “farklı biri” kimdi? Kimi temsil ediyordu?
Francesca Sanna imzalı Yolculuk, “babasız” bir ailenin savaş yaşanan bir ülkeden güvenli bir ülkeye küçük bir kızın sesi yoluyla seyahat etmesini konu alır.
Kayıktaki Çocuk öyküsünde ise, “ülkesinde istenmeyen şeyler”den kaçan Ahmet’in kendisine daha “güvenli” bir yer arayışında kayıktaki “kaçış” yolculuğu betimlenir. Öyle bir yolculuktur ki bu, sekiz ülkeye uğrar, her ülkede de ayrı bir arkadaş bulur Ahmet. Ama gelin görün ki bu sekiz ülkenin de yasaları Ahmet’in o kıyılara sığınmasına imkan vermez. Ahmet hep kayıkta uyur çünkü bu koca dünya ona bir türlü yer bulamaz. Arkadaşları da onun bu yersiz yurtsuzluğuna bakıp üzülürler. Dolunay anne ise, dünyanın yukarıdan nasıl göründüğünü onlara göstermek için Ahmet’in arkadaşlarını yanına çağırır ve görürler ki aslında sınırlar yoktur ve tüm dünya herkesindir. Bu mesajı büyüklere vermek için dünyaya geri döner çocuklar...
Peki ama pedagojik yönden bakıldığında, konuya duyarlı öğretmenler bu tür kitapları sınıflarında eğitsel amaçlarla nasıl kullanılabilir?
Gece yarısı uykulu gözlerle yatağından kaldırılan ve tüm hayatı bir bavula sığdırılmış olan bir çocuğun araba farıyla aydınlatılan zifiri karanlık dağ yollarından geçerek ailesiyle Türkiye’ye sığınması, böyle bir mültecilik deneyimi olmayan ve belki de hiç olmayacak olan sıra arkadaşına nasıl aktarılır? O çocuğun kalbinde akranının yaşadığı travma nasıl rezonans yaratılabilir?
Bu kitaplardaki kurgusal dünyalar aracılığıyla çokkültürlülük çocuklara nasıl aktarılır, ortak bir aidiyet hissi nasıl geliştirilir, birlikte yaşam kültürü ve empati nasıl özendirilir?
Kısacası, mültecilik konusu çerçevelenirken ve kapsayıcı bir eğitim dizayn edilirken, kültürlerarası etkileşimin sağlanması ve başka dünyaların tanıtılmasında önemli bir işlevi olan “edebiyatın gücü”nden ve şifasından nasıl yararlanabiliriz?
Öğretmen Ağı, bünyesinde oluşturduğu Mültecilik-Öykü Kitapları Topluluğu eliyle ve bu topluluğun kolektif aklıyla bu hassas konu üzerinde bir süredir yoğun çalışmalar sürdürüyor.
Hatta İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (SEÇBİR) müdürü Kenan Çayır ve Türkçe Öğretmeni ve Öğretmen Ağı Değişim Elçisi Miray İşler, “Mültecilik Odaklı Çocuk Öykülerini Eğitimde Nasıl Kullanabiliriz?” konusunda pedagojik bir çerçeve önerdikleri bir ortak makale bile hazırladılar.
Çayır ve İşler, mültecilik odaklı çocuk kitaplarının çocukları toplumsal gerçekliklerle tanıştırdığına, çevresinde yaşananları sorgulattığına, anlamlandırmasına yardımcı olduğuna dikkat çekiyor. Yani çocuk, “göç” gibi yadsınamaz bir sorun alanıyla bir kitap aracılığıyla karşılaşıyor veya daha önce karşılaşmış ise bir kitap aracılığıyla bu olguyu anlamlandırıyor ve bununla nasıl daha kolay başa çıkacağına dair “çıkış yolları” geliştiriyor.
Ama bu kitapların seçimi de önemli. Örneğin eğitsel amaçla sınıfta mültecilik konulu bir edebi eseri tanıtacak olan öğretmen eğer tercihini “acıma”, “merhamet”, “yardımlaşma” temelli veya “siyasi mesajlar veren” bir kitaptan yana yaptıysa, göç konusu bu şekilde “ajite edebilir.”
“Çocuk edebiyatı kitapları ders kitaplarının uzanamadığı alanlara ulaşabilir” diyen Çayır ve İşler’in önerisi ise, seçilecek olan kitapların hak temelli bir kurgusunun olması, “mülteciye acımak” yerine onunla empati yapmaya özendirmesi, bu empatinin salt bilişsel düzeyde kalan, hiyerarşi üreten bir empati değil de saygı ve eylem basamakları olan ve göç, mültecilik meselelerinde farkındalık oluşturan bir çerçevede olması.
Bu açıdan örneğin Günışığı Yayınevi önemli bir pedagojik rehberlik gerçekleştirip bazı çocuk kitapları için eğitimcilere “Yaratıcı Etkinlikler” ve “Tartışma Konuları” başlıkları altında yol gösterici öneriler getirdi ve eğitimcilere mültecilik odaklı kitapları sınıfta işlerken öğrencilere nasıl sorular sorabilecekleri, hangi noktalarda etkileşimli tartışmalar açabilecekleri ve kitabı nasıl bir yaratıcı etkinlikle zihinlerde pekiştirebileceklerini gösterdi.
Peki bu kitapları işlerken eğiticinin amacı ne olmalı?
Toplumdaki “güç ilişkilerini” yeniden üreterek, mültecileri “eksik” olarak görüp onları dil, adet ve kurallarımıza uyum sağlamaları için eğitmek mi? Mültecilerin toplumsal uyumunu sağlayacak önerilerde bulunmak mı? Yoksa mültecileri “bizim kültürümüzden farklı” görüp hakim gruptan bu kesimlerin yaşam şekilleri ve alışkanlıklarına “saygı duymalarını” istemek mi? Mültecilere yönelik ayrımcılık ve dışlanmaya yol açan dinamikleri sorgulamak mı?
Çayır ve İşler’in önerisi ise şu şekilde: Mültecilik odaklı çocuk kitapları okutulurken, odak noktası, mültecilerin toplumda dışlanmasına yol açan normlar olmalı; ev sahibi toplumu kültürünün homojen olmadığı ve göçlerle şekillendiği gerçeği yaş grubunun düzeyine göre anlatılmalı; “öteki”ni anlama ve “öteki”ne saygı duyma becerileri geliştirilmeli.
Ancak, Öğretmen Ağı Değişim Elçisi Aslı Gökgöz’ün de bu konudaki blog yazısında belirttiği gibi, bir kitap okunduktan sonra asla “onların yerinde olsaydınız ne yapardınız?” şeklinde bir tartışma sorusu gündeme getirilmemeli. Zira Aslı öğretmene göre bu şekilde soru sadece mülteci olmayan öğrencilere yöneltilmiş oluyor ve empati yerine acıma duygusu ön plana geliyor; ayrıca sınıfta mülteci öğrenciler de damgalanmış oluyor. Aslı öğretmenin önerisi ise, “sizce yazar neden bu mülteci karakteri seçmiş?” şeklinde eşitsizliği sorgulayan bir yol izlenmesi... Böylelikle, okurun mülteci odaklı öyküdeki karakteri tanıması, anlaması, onunla empati kanallarını açması mümkün oluyor.
Aslı öğretmen, göç odaklı hikayelerde “Biz nereden yola çıktık, nerede doğduk? Annemiz, babamız, dedemiz, ninemiz nereden yola çıktı?” gibi soruların da öğretmenler tarafından öğrencilere sorulmasını öneriyor. Çünkü öğrencilerden gelen yanıtlar, küçük bir sınıf topluluğunun bile “homojen” olmadığını, hepimizin birbirimizden farklı olduğumuzu, farklı coğrafyalardan gelerek tarihin farklı kesitlerinde bu topraklarda buluştuğumuzu gösterecek.
Bu yönde bir edebiyat kaynağından beslenen çocuk, Suriyeli komşu istemeyen bir ebeveyne sahip olması durumunda o ebeveyni bile akılla, sözle, mantıkla ikna edecek bilişsel donanımı elbette kazanır.
Eğitimcilerin mültecilerle ilgili çocuk hikayelerinde vurguladıkları bir diğer konu da, her kitabın okurkitleye “umut” aşılayacak nitelikte olması. Yani hem “savaş”, “göç” gibi soyut kavramları gizlemeksizin çocuğa gelişim özelliklerine göre anlatılması, hem de her zaman umudun olduğunun da gösterilmesi...
Edebiyattan kısa süreliğine film endüstrisine geçersek, örneğin The Swimmers filminde de gördüğümüz gibi, Suriye’de iç savaştan kaçan Yusra ve Sarah Mardini kardeşlerin yaşadıkları tüm travmalara, üstünden atladıkları engellere rağmen en sonunda birinin Olimpiyatlarda yarışacak bir yüzücü, diğerinin de isminden söz ettiren bir hak savunucusu haline gelmesi, “umut” halen var demişti hepimize...
Mültecilik odaklı çocuk edebiyatı konusunda üç yıldır pedagojik açıdan oldukça sağlam, çağdaş literatüre uyumlu ve çocuğun üstün yararını gözeten bir çerçeve oluşturulmuş durumda. Bu yapılırken de farklı illerden öğretmenlerle sürekli istişare halinde olundu, topluluk çalışmaları yapıldı, podcast yayınları gerçekleştirildi ve farklı perspektifler ve yaşanmışlıklar da bu proje çerçevesine dahil edildi.
Ayrıca ilk etapta bu alandaki nitelikli kitapların yer aldığı bir açık kaynak liste de hazırlandı. Önümüzdeki dönemde ilgili diğer paydaşlarla, özellikle de çocuk ve gençlik kitapları yazarlarıyla bir araya gelinmesi ve öğretmenler tarafından saha uygulamaları yapılması öngörülüyor.
Ancak, Çayır ve İşler’in makalelerinde belirttikleri önemli bir husus var: “Mültecilik çok katmanlı, karmaşık bir konudur. Her ilin, her okulun, hatta her sınıfın ortamı, ihtiyaçları farklı olabilir. Bir yerde işleyebilecek yöntemler ve tartışma soruları başka yerde işlemeyebilir. Dolayısıyla bu konuda basit formüllerden kaçınmak gerekir. Bu noktada eğiticilere ışık tutacak yaklaşım, pedagojik çerçevelerin farkında olmaktır.” Dolayısıyla, bu çizilen pedagojik çerçevenin temel veri olarak alınıp, her sınıf bileşimindeki özelliklere ve hassasiyetlere uygun olarak bir heykeltıraş edasıyla şekillendirilmesi şart.
Nobel Edebiyat ödüllü şair Louise Glück, geçtiğimiz ay 80 yaşında aramızdan ayrılmıştı. “Dünyaya bir kez bakarız, çocuklukta. Geri kalanı hatıradır”, kendisinin en güçlü dizelerinden... Evet, dünyaya bir kez, o da çocuklukta bakarız. O bakış kah yaralı bir mülteci çocuğun, kah da “hakim kültürün” içine doğmuş olan görece daha “şanslı” bir çocuğun gözünden olabilir.
Bu derin eşitsizliği yönetmek ise, bize ve elimizdeki araçları doğru kullanmaya kalmış.
Menekşe Tokyay Kimdir?
Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.
Utanç taraf değiştirmeli 29 Eylül 2024
Aklın kötümserliğini iradenin iyimserliğiyle telafi etmek 22 Eylül 2024
Elsa Niego’yu nasıl bilirdiniz? 15 Eylül 2024
Mengen Akreditasyonu yerine çocukların tokluk akreditasyonu 08 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI