Muharrem İnce’nin amok koşusu

İnce müthiş bir hırsla soyunduğu politik hayatta güçlü belagat, dobra dil ve iddialı söylemle bugüne değin epey yol aldı, hızlı bir koşuya katıldı ancak onun koşusu bir tür Amok koşusu halini aldı.

Google Haberlere Abone ol

Kemal İnal*

Muharrem İnce, o meşhur mesajını gazeteci İsmail Küçükkaya’ya söylemişti: “Adam kazandı”. O gece ne yaptığı, neden YSK’nın önüne gitmediği, niye medyanın karşısına çıkmadığı bir yana, “ben kaybettim” demeyerek aslında seçimi kaybedenin CHP (genel merkezi yani Kılıçdaroğlu, onun kurmay takımı ve örgütü) olduğu tezini üretmiş, sonrasında bir “amok koşucusu” olarak politik hedefine doğru, ancak kendini hep eksilterek, bolca tartıştırarak ve her daim gündemde, ne olursa olsun kalmaya çalışarak koşmaya başladı. Muharrem İnce nereye doğru koşuyor?

Muharrem İnce, sık sık öğretmenliğiyle, fizikten anlamasıyla, gençliğin dilini yakalamasıyla, proje ve performanslarıyla övünür. Oysa eğitimcilik veya öğretmenliğe hiç de yakışmayan sert, demagojik ve hamaset kokan dilinin sivriliğinin insanı irkilttiği söylenebilir. Amok koşucusu olmadan önce İnce’nin siyasi koşusu sürekli yükselişe doğru ilerleyen bir başarı öyküsünün yapı taşlarıyla doludur. 2000’li yılların ortalarından itibaren TBMM’de yaptığı ajitatif ama bilgi yüklü, AKP’lileri yerine mıhlayan, insanları coşturan, sosyal medyada paylaşım rekorları kırıp popülerlik kazanan konuşmaları, onu yükselişe veya kalkışa geçiren etkili performanslardı. O performanslarla Baykal’ın beğenisini kazandı (Baykal’ın ona “benden sonra partinin başına sen geçeceksin, ona göre” dediği iddia edilir), CHP’nin meclis grup başkan vekili oldu, sonra CHP’de iki kez genel başkan adaylığına soyundu, en sonunda CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olup yüzde 31 gibi partisinden daha çok oy aldı; asıl olarak, kısa süredeki miting, konuşma ve etkileşim performansıyla gerçekten güçlü bir rüzgâr estirdi. Fakat bu, geçmişte kaldı. Şimdi Fazıl Say ve diğer sanatçılarla kavga eden, CHP’nin “terör örgütleriyle yan yana olduğu” gibi Erdoğan’ın kutuplaştırıcı diliyle konuşan, “hakiki Atatürkçü” benim deme gereği duyup CHP’nin tabanına tutarsızca seslenen İnce ne yapmak istiyor?

İnce, ülke tarihinin en kritik seçiminde neden cumhurbaşkanı adayı oldu? 2018 seçimlerinde CHP örgütünün arkasında durmadığı iddiasıyla eski çalışma arkadaşlarını “çete” diye suçladı, köprüleri atıp Memleket Partisi'ni kurarken iki temel teze yaslandı: 1) Kırmızı çizgi: İnce, CHP’yi “terör örgütleriyle yan yana” olmakla suçlarken AK-MHP dilini olduğu gibi alımladı ve kullandı. Oysa 2018 seçimlerinde Demirtaş’ı cezaevinde ziyaret eden, doğuda mitingler yapan kendisiydi. İnce’nin ilkeleri olmadığı için kırmızı çizgileri var. Bu “terör söylemi”yle şehirli Beyaz Türklerin “tanıyarak dışlayan” ırkçı tutumlarına sesleniyor ama devir o devir değil. Kutuplaştırıcı, düşmanlaştırıcı ve ötekileştirici dilin söylemsel etkisi artık yok, gerçekçi karşılığı da. Kılıçdaroğlu “uzlaşma” diliyle farklı olan herkesi kucaklaştırıp barıştıracağı söyleminde var olan daha pozitif diliyle İnce’yi aslında boşa düşürüyor. 2) Atatürkçülük: Baykal, İnce’nin parladığı dönemde bizatihi kendisine dikkat etmesini çünkü partinin bir sonraki liderinin o olacağını söylemişti. O yüzden İnce, Baykal’ın bir mirası, “yeni CHP”deki Truva atı ve “AKP için işe yarayan” biriydi, hala da öyle. Kılıçdaroğlu CHP’sini yeterince, gerçek veya hakiki Atatürk, Cumhuriyet ve Laiklik yanlısı olmamakla suçlarken İnce, daha militan bir Baykal çizgisine dönmek istiyor. Fakat bu iki unsurdan dolayı insanlar, bırakın Memleket Partisi’ne oy vermeyi, bu partiyi İnce’nin CHP’ye muhalefet etmek için kurduğunu düşünmeye başladı. Doğru düşünce.    

Saf Kemalist (Yılmaz Özdil gibi) bir tutum takınan, laiklik gibi maddeleri tartıştırmayan İnce, hatırlayın, Erdoğan, Ayasofya’yı yeniden ibadete açarken seccadesini alıp koşarak gitmiş, davet edilmediği için namazını caminin içinde, AKP protokol sırasında değil, sokakta kılmıştı. Peki, tutarlı mı? Değil. İnce, hem Atatürkçülüğü kimseye bırakmamıştı hem de Atatürk ve arkadaşlarına “iki ayyaş” diyenlerin Ayasofya’yı (Atatürk’ün kararını hiçe sayarak) ibadete açmasını, seccadesini açılış günü Ayasofya’nın önüne sererek bir biçimde kutlamış ve alkışlamıştı. Bunu neden yapmıştı? Birkaç nedeni var: 1) Muhafazakâr cenaha mesaj (içki içsem de Müslümanım). 2) Erdoğan’a yönelik “senin rakibin değilim” söylemi. 3) Kılıçdaroğlu’nun muhafazakâr camiaya açılma politikasını boşa düşürme hamlesi: Ben, senden farklı olarak hem Sünni’yim hem de ayan-beyan namaz kılabiliyorum. 4) Ne olursa olsun, medyaya haber olup gündemde kalarak etkili bir politik figür olduğunu gösterme. Bu son madde kendisinde bir takıntı haline geldi son yıllarda. Twitter’da milyonlarca takipçisi olduğunu övünerek anlattı. Genç oyları çekebilmek için yaptığı dansı ustaca bir propaganda malzemesi olarak kullandı. Deprem bölgesine gittiğinde, hiçbir şey yapmasa da geceleri arabasında uyuduğunu söyledi. Sürekli olarak bir telefon ve bir otobüsle politik propaganda yaptığını söyleyerek hem ne kadar sade hem de etkili olduğu mesajını verdi. 

İnce, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalması durumunda muhtemelen Kılıçdaroğlu’na destek açıklamayacak. Zira asıl rakibi CHP. Bu politik hamlesiyle muhtemelen siyasi hayatı sonlanacak veya etkisizleşecek. CHP’den yolları geçen yakın dönem “hayal kırıklıkları” (Öztürk Yılmaz, Mehmet Ali Çelebi vd.) içinde en göze çarpanı olacak. Müthiş bir hırsla soyunduğu politik hayatta güçlü belagat, dobra dil ve iddialı söylemle bugüne değin epey yol aldı, hızlı bir koşuya katıldı ancak onun koşusu bir tür Amok koşusu halini aldı. “Amok”, gözü karalığı, hiddetle saldırmayı ve agresifliği anlatan, Güneydoğu Asya bölgesine özgü bir tür kültürel “cinnet” halini anlatır. Ünlü yazar Stefan Zweig, “Amok Koşucusu” adlı romanında, bir doktorun hikayesini anlatır. Doğu Hint Adaları’nda çalışan bir doktor, yardıma ihtiyaç duyan bir insanın yardım talebini geri çevirir, zira kadın mağrur ve hesapçıdır. Ancak doktor olduğu için Hipokrat yemini gereği kadına yardım etmelidir ve yardım etmediği için pişman olur. Artık kadına yardım etmeyi saplantılı biçimde benliğine kazır. İşte bu saplantı öldürücü bir delilik olan hummanın yani amokun etkisini anlatır. Muharrem İnce şimdi tam da böyle bir durum yaşıyor: Erdoğan’a yardım edebilmeyi “kripto saplantı” haline getirip gereğini yerine getiriyor.  

*Dr., Helmut Schmidt Üniversitesi öğretim üyesi