Muhalefet neden AKP’yle müzakere masasına oturmuyor?

Siyasette en az çatışma kadar önemli diğer davranış tarzının, yani müzakere ve uzlaşmanın neden devreye sokulmadığı sorusunun artık daha yüksek sesle sorgulanması gerekmekte.

Google Haberlere Abone ol

Armağan Öztürk*

Yakın dönemde olan şeyleri gözden geçirelim. CHP liderliğinde Millet İttifakı adıyla siyasi bir blok oluştu. Bu kesim en azından cumhurbaşkanlığı seçimi bakımından Kürt hareketi ve sosyalist partilerin bir kısmının desteğini de aldı. Bahsi geçen tarihsel bloğun öncelikli amacı AKP iktidarına son vermek ve ardından da anayasayı değiştirip başkanlık sistemini tasfiye etmekti. Ancak Mayıs seçimlerinde çok ağır bir yenilgi aldı Millet İttifakı. Ne cumhurbaşkanlığı ne de meclis çoğunluğu kazanılabildi.

Geldiğimiz yer bakımından muhalif siyaset için doğru politik strateji nedir sorusuyla içten bir şekilde yüzleşmeliyiz. Muhalefet eski söyleminde ısrar mı edecek? İktidarı ve başkanlık sistemini meşru saymayan, onunla hiçbir durumda uzlaşmayan bir konum hala makul ve mümkün mü? Seçim sonuçları bize şunu gösterdi: Mevcut iktidarın ve anayasal rejimin ikna gücü ona karşı çıkanlardan çok daha fazla. Ama iktidar bloğu içinde bazı iç çelişkiler var. AKP ile MHP arasındaki işbirliği belli bir zeminde işlevsel. İktidar partisi o zemini bir ölçüde yumuşatmak istiyor. 50 + 1 koşulunun kaldırılması arzusu bahsi geçen dönüşüm isteğinin bir sonucu. Ayrıca 2 dönem kuralından vazgeçilmesi AKP’nin anayasal söyleminde öne çıkan diğer başlık.  

Muhalefetin iktidarın MHP’ye rağmen istediği bu iki değişiklik teklifi karşısında müzakereye yanaşmayan tavrı ise politik hayatı sonsuz bir tekrara hapsetmekte. Muhalefet hem Erdoğan’a hem de onun anayasalarına karşı. Çatışmacı bir siyaset yürütüyor. Ama çatışma ona beklediği başarıyı vermemekte. Bu durumda siyasette en az çatışma kadar önemli diğer davranış tarzının, yani müzakere ve uzlaşmanın neden devreye sokulmadığı sorusunun artık daha yüksek sesle sorgulanması gerekmekte.

Erdoğan’ın talep ettiği anayasa değişiklikleri karşısında muhalefetin de ondan taleplerde bulunması gerçekten de antidemokratik bir şey mi? Mesela yüzde 50 + 1 kuralının kaldırılması karşılığında Cumhurbaşkanının Yargıtay, Danıştay, AYM ve HSYK’daki atama yetkililerini nitelikle çoğunlukla TBMM’ye devretmesi müzakere edilebilir bir seçenek değil mi? Ya da “iki dönem kuralının ortadan kalkması ancak yerel yönetimler, üniversiteler ve temel haklarla ilgili kalıcı olumlu değişiklikler yapılmasına bağlıdır” dediğimizde daha az muhalif mi oluyoruz?

Bu yazıda dikkat çekilen hususun ayrıntıları konjonktüre göre değişebilir elbette. Ama işaret edilen temel espri tüm muhalif kesimlere yönelik bir hatırlatmayı içerisinde barındırıyor. Demokrat olmak sadece eşitlik ve özgürlüğü savunmak demek değildir. Demokrasi uzlaşma gayreti, karşı tarafı dinleme ve anlama çabası ve ortak aklı yakalama ihtiyacından bağımsız bir şekilde yorumlanamaz. Demokrat olmak siz eşitliği savunduğunuzda eşitsizliği savunanlarla nasıl konuşacağınız, onlarla aranızdaki görüş farklılığını hangi koşullarda müzakere edip en aza indireceğinizi bilmeyi de gerektiriyor.

Erdoğan’la bir konuyu müzakere ettiğinizde muhaliflik kaliteniz düşmüyor veya rejime de yaklaşmıyorsunuz. Sadece uzlaşma ve müzakere olmadan demokrasinin de olmayacağı bilinciyle kendi haklılığınızı karşı tarafın haklılığıyla birlikte düşünme, gerçeği makulde arama pratiğine yatırım yapmış oluyorsunuz. Muhalefetin Erdoğan’a karşı hissettiği hayranlıkla karışık bu nefret halinden sıyrılması, politikayı daha müzakereci ve rasyonel bir zemine çekmesi gerek. Politik ruh sağlığımızın dengeye kavuşması bu hamleye bağlı.  

* Doç. Dr. Artvin Çoruh Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.