Mehmet Berk Yaltırık: Fantastik korku edebiyatının Türkiye’deki gelişimi heyecan verici

Mehmet Berk Yaltırık’la yeni kitabı ‘Karanlığın Şahidesi’ni konuştuk. Yaltırık, "Kitap, neredeyse üç ayrı roman taslağımın bir araya gelip belli kısımlarının budanmasıyla ortaya çıktı" dedi.

Google Haberlere Abone ol

Aslı Örnek

DUVAR- Belki ailemizden belki de konu komşudan belki de bambaşka bir yerden kulağımıza çalınmıştır ‘üç harfliler’. Hamile kadın yalnız bırakılmaz, doğuran kadına al basmasın diye kırmızı kurdele bağlanır. Üç harfliler hem konuşmak hem de yazmak açısından zor ama bir o kadar da merak uyandırıcı bir konudur. Fantastik korku türünde örnek veren isimlerden Mehmet Berk Yaltırık, İthaki Yayınları’ndan çıkan yeni romanı ‘Karanlığın Şahidesi’nde okuyucuya üç harflilerin dünyasından sesleniyor. 1800’lerin İstanbul’unun fon olarak yer aldığı romanda, zorbaların ve köleliğin hüküm sürdüğü dönemde üç harflileri Periveş ve Behiye karakterleri üzerinden takip ediyoruz. Yer yer eski İstanbul Türkçesi’nin kullanıldığı kitap, okuyucuyu meraka gark ediyor. Türe merakının çocuk yaştan başladığını söyleyen Mehmet Berk Yaltırık’la ‘Karanlığın Şahidesi’ni ve üç harflileri konuştuk.

Kitaba hazırlanırken araştırma süreciniz nasıldı, çok uzun sürdü mü?

Belli konularla alakalı kaynaklar ve araştırma eserleri epeydir elimin altındaydı. Ancak romanın taslağını oluştururken tekrar bakıp, romana göre notlar çıkarmam gerekti. Hali hazırda bildiklerimi gözden geçirdim. Sadece Osmanlı döneminde kölelikle alakalı bilgilerim yüzeyseldi, yine roman çerçevesinde nasıl bir tema işleyeceğimi belirlemek için bu alanda ayrıca araştırma yaptım. Hayalimde oluşturacağım mekanları, dönemi etraflıca tanıdıktan sonra oturup düzenli şekilde yazmaya başlarım hep.

Bunu soruyu kendim adıma merak ettim ama benim gibi merak edenler de olabilir; gerçekten ıslak yerde -hamam, banyo gibi- doğanların göz perdesi olmaz mıymış?

İslam inancında insanların cinleri vs. görmemelerinin sebebi gayb perdelerinin kapalı olmasındandır. Bu perde sadece delilerde, evliyalarda yahut bir şekilde cinler arasına karışmış kimselerde açıktır. Anadolu’da yeni doğan bebeğin 40’ı çıkmadan banyoya tuvalete sokulmasına hoş bakmazlar, bebeğin masum ve günahsız oluşundan mülhem kalp gözünün, gayb perdesinin açık olacağı düşünülür. Bebeğin 40’ıncı gününde evin bir odasına, salona vs. ama banyo harici bir yere mutlaka leğen konularak bebek yıkanır, buna ‘40’ı çıkma’ derler. O vakitten sonra bebeğin bir nevi erginlenme geçirdiği, böylece eskisi gibi saf kalıp cinleri perileri göremeyeceği kabul edilir. Anadolu’da epey yaygın ve genel kabul gören bir tabudur.

'İNTİKAM HİKÂYESİ OLSUN İSTEDİM'

Kitaptaki gerek Periveş gerekse Behiye birilerinin haksızlığına maruz kalıyorlar. Ama öçlerini de alıyorlar. İki karakter de böyle sahneler yazmanızın nedeni bir çeşit adaleti sağlamak mıydı?

Karanlığın Şahidesi, Mehmet Berk Yaltırık, İthali Yayınları, 232S, 2022

Romanın hikâyesini oluştururken, taslak üzerinde çalışırken doğumundan itibaren cinlerin ve insanların musallatına uğrayan bir konak cariyesi üzerine düşünürken, bunun bir intikam hikâyesi olmasını istedim. Behiye’nin hikâyesini daha önce yazdım, onun Periveş’ten tek farkı cin musallatına uğramamış olmasıydı. Bunca sıkıntıya maruz kalan Periveş ile Behiye’nin sonunda intikam almalarını tasavvur etmem galiba kaçınılmazdı. Muhtemelen kendimce kâğıt üzerinde bir adalet arayışı.

Kitaba başı sonu belli olsa da doğaçlama başlamışsınız. Bu sizin için zor olmadı mı? 

Çoğu roman taslağım ya önceden yazılmış öykülerden yahut başı sonu belli hikâyelerden oluşur. Kimisi ise sadece bir fikirden, cümleden ibarettir. ’Karanlığın Şahidesi’ neredeyse üç ayrı roman taslağımın bir araya gelip belli kısımlarının budanmasıyla ortaya çıktı. Büyük oranda doğaçlama bir roman yazıp yazamayacağımı hep merak ederdim, üçüncüde fırsatım oldu. Varış noktam belli olduğu için çok sapmadım. Önceki romanlarıma göre daha kısa sürdü yazımı, takriben bir-bir buçuk yıl.

‘Ecelyandı Ateş Behiye’ adlı kadın külhaninin öyküsü 'Gölge' e-dergi’de 2012’de yayınlanmış. ‘Karanlığın Şahidesi’nde ise karakter daha detaylı bir halde okuyucuyla buluşuyor. Behiye’yi detaylandırma isteğinizin nedeni neydi?

Behiye’nin ilk kez 4-5 sayfalık kısa bir öyküde göründü. Yayımlandıktan sonra okurların dikkatini çekmesi bir yana, ara sıra dönüp ‘Acaba daha detaylı mı yazmalıydım’ diye düşündüğüm bir karakterdi. Önce uzun öyküye niyetlenip, sonradan bunu tefrikaya çevirdim ama orada da kaybolup gideceğini düşünerek vazgeçtim. ‘Bir ara roman taslağına dönüştürürüm’ diyerek bir kenara kaldırdım. Periveş’in olduğu taslağı geliştirirken ‘Acaba bunu bırakıp Behiye’nin hikâyesi üzerinde mi çalışsam’ diye düşündüm ara sıra. Sonradan ikisinden de vazgeçemediğimi görünce hikâyelerini birleştirdim.

Periveş’le başlayıp, Behiye’nin hikayesiyle son bulan romanda kitabın kahramanları erkek karakterlerin baskısına uğrasa da kuvvetli dimdik duran kadınlar. Kitabın kahramanlarını kadınlardan seçmenizin nedeni neydi? Sonuçta karakterler erkek de olabilirdi...

Önceki iki romanımda erkek baş karakterler vardı. Üçüncü romanımda hem bir kadın baş karakter yazarsam, ne şekilde yazabileceğimi görmek hem de daha farklı bir serüven görmek istediğim için böyle yapmak istedim. Yıllar önce Apartman dergi için verdiğim bir röportaj esnasında arkadaşım Mervenur Alakuş, tarihi bir anlatıda kadın baş karakter işlenip işlenemeyeceğini sormuştu. Ben daha o zamandan Behiye’nin haricinde benden önceki kalemlerin yazdıklarını, Reşad Ekrem Koçu’nun ‘Erkek Kızlar’ını, tarihte bilinen Karayipler’in istisnai kadın korsanlarını hatırlamıştım. Birkaç fikrin ışığında Periveş’i, bir konak cariyesini anlatmaya karar verdim böylece. Kurgunun verdiği imkanlarla tarihi bir dönemde, böyle bir kadının hikâyesini aktarmak istedim.

'DÖNEM BENZER OLSA DA YAKLAŞIM FARKLI'

'Yedikule Mansur' romanınızdan hareketle "Yine İstanbul zorbalarını anlatmamı sitemle karşılayanlar olacaktır" diyorsunuz. Neden böyle bir düşünceye kapıldınız ve sitem eden okuyucunuz oldu mu?

Aslında son 12 yılda birçok e-dergi, site ve fanzinde öyküler yazdım. Ağırlıklı olarak Balkanlar’da geçen hortlak-vampir temalarının yanı sıra Anadolu Selçuklular döneminde geçen fantastik temaları da yazdım, bazı güncel korku denemelerim de oldu. Ancak bazı okurlar beni ya çıkmış romanlarımdan yahut Twitter’da bir dönem epey ilgi çeken kabadayılarla vs. alakalı floodlardan tanıdığı için sürekli aynı tema üzerinde yazdığımı düşünebiliyor. Hatta birkaç tanesi daha önce sosyal medya üzerinden de dile getirdiler. O yüzden bu hususu hatırlatmak amacıyla önsöze bu notu ekledim. Yazarken benzeri dönem olsa bile farklı taraflarından yaklaşmayı seviyorum, aynı temayı eğip bükerek farklı şekillerde kullanmak da hoşuma gidiyor. Yine de ara sıra neyi neden yaptığımızı anlatmak gerekiyor zannımca.

Biyografinize baktığımda üç harfliler, gulyabaniler, korku öyküleri yazmak sizin için bir yaşam tarzı gibi. Korku türünde sizi yazmaya iten ne oldu? Çocukluk döneminizde de merak eder miydiniz?

O dönemlerde başladı. Televizyonda sabahları korku çizgi filmleri, akşamları da paranormal TV şovları, korku filmi kuşakları, Casper dergisi, anneanneden dededen dinlenen ürkütücü hikâyeler derken kendimi bu hengamenin içinde buldum. Ama asıl tetikleyici, okumak için korku kitabı aradığımda ekseriyetle çeviri birkaç isim haricinde pek alternatif bulamamamla alakalı. Daha o yıllarda adımı muhayyel korku kitaplarının kapakları üzerinde hayal ederdim. Yazma ve okumayla haşır neşir olmayı seviyordum.

'FANTASTİK KORKUNUN GELİŞİMİ HAREKETLİ'

Fantastik korku edebiyatının Türkiye’deki gelişimini bu tür romanlar yazan biri olarak nasıl buluyorsunuz?

Epey hareketli ve heyecan verici buluyorum. Spekülatif kurgunun farklı alanlarında hem usta isimler hem de yeni isimler yeni eserler üretiyorlar. Art arda yeni kitap haberleri geliyor. Daha fazla okura ulaşmaya başladığımızı ama belli açılardan da yolun başında olduğumuzu düşünüyorum. Belki birkaç yıl içerisinde daha da geniş ve çeşitli bir okur grubuna hitap etmeye başlayacağız. Yakın zamanda ‘Karanlığın Şahidesi’ dışında kurgu alanında Orkun Uçar’ın ‘Opus’u çıktı, bir de Seçkin Sarpkaya ve Ömer Faruk Yazıcı ile hazırladığımız ‘Türk Kültüründe Gulyabani’ adlı araştırma. İkisinin de satışları, okurların bulamadıkları yerde sormaları, sosyal medyadaki etkileşimleri epey olumlu yönde. Bu irtifayı daha da katlanarak arttırmak lazım.