Max Ajl: 'İsrail yalnız silahların dilinde konuşur ve silahların dilinden anlar'
Filistin ve Lübnan'da tırmanan şiddeti, İsrail'i durdurabilecek olası senaryoları ve Filistinli direnişçilerin olanaklarını yazar ve araştırmacı Max Ajl ile konuştuk. Ajl önümüzdeki günlerde şiddetin dozunun artacağını, bir noktada ABD'nin İsrail ile bağını kopartabileceğini belirtiyor.
Siyonist İsrail rejimi, geçtiğimiz Ekim ayından bu yana Filistin’de ve Lübnan’da bir soykırım savaşı yürütüyor. ABD destekli Tel Aviv yönetimi, türlü savaş suçları işlerken Ortadoğu’da daha büyük bir savaşı kışkırtıyor. Yıkılan binalar, parçalanan bedenler tüm dünyanın gözü önünde etrafa saçılırken bir yandan yaşanan süreci anlamlandırma ihtiyacı doğuyor, öte yandan gelece dair tedirgin bir bekleyiş hissediliyor.
Bu yüzden aklımıza gelen pek çok soru var: Güncel durumu nasıl yorumlamalıyız? İsrail yönetimi nasıl bu kadar soğukkanlı bir şekilde kan banyosu yapabiliyor? Onun ‘dokunulmazlık’ kalkanı nasıl delinebilir? Filistinlilerin elinde ne gibi direniş yöntemleri var? Sahadaki durum ne kadar eşitsiz?
Tüm bunları ve daha fazlasını Filistin ve Ortadoğu gündemini yakından takip eden yazar ve araştırmacı Max Ajl ile konuştuk. İsrail’in askeri bir güç kullanılmadığı sürece hiçbir şekilde hesap vermeyeceğini söyleyen Ajl, geride bıraktığımız süreçten yola çıkarak barışçıl yöntemlerin hiçbir şekilde Tel Aviv’in geri adım atmasını sağlamayacağını dile getirdi.
‘LÜBNAN’A KARA SALDIRISI İSRAİL İÇİN İNTİHAR OLUR’
Aksa Tufanı Operasyonu’nun başlamasından bu yana tam bir yıl geçti. Geride bıraktığımız bu zaman diliminde pek çok gelişme yaşandı. Bugünden dönüp baktığımızda son bir yıllık dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz? Sahadaki objektif durumu nasıl gözlemliyorsunuz? Sizce an itibariyle mevcut savaşta aktörler kendilerini nasıl konumlandırıyorlar?
Sahadaki aktörler dediğimiz zaman doğrudan ve dolaylı olarak savaşan güçlerden bahsediyoruz. Yani sahadaki aktörler dediğimiz zaman doğrudan savaşçı güç olarak değerlendirebileceğimiz bir takım öznelerden ve savaşçı güç olan ancak bunu kamuoyuna duyurmayan öznelerden bahsediyoruz. Siyonistlerin tarafında doğrudan savaşçı güç olarak tanımlayabileceğimiz İsrail var. Bunun yanı sıra daha düşük ölçüde de olsa Yemen füzelerine müdahale eden Suudiler ve Ürdünlüler var. Filistin sahasında olduğu genişçe bildirildiği üzere başta Amerikalılar, onlardan daha az olmak suretiyle İngilizler ve diğer özel kuvvetler var.
Bu savaşçı güçleri Filistin tarafının dışında adlandırdım. Filistin tarafında Batı Şeria ve Gazze var ki bunları ayrı ayrı tartışmak çok büyük önem taşıyor. Ardından Lübnan Hizbullah’ı var. Yemenli Ensarullah (Husiler) var ki bunu Yemen devleti olarak ele almak daha verimli olacaktır. Ve son olarak İran ile Suriye var.
Neyin değiştiğine gelecek olursak, İsraillilerin Gazze’de, muazzam sayıda sivili öldürmek için yeterli ateş gücünü yaratabildikleri bir gerçek. Filistin tarafında yer alan gerilla güçlerini buna dahil etmede belirgin bir şekilde daha az başarılı oldular. Bunun birincil nedeni, bir gerilla gücünü hedef almanın asla kolay olmamasıdır. Çünkü bir gerilla gücü nüfusun içinde erir, içine karışır. Ayrıca Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin, hedef alınması çok zor olan yeraltı komplekslerinde kendilerini güçlendirmek için bir on yılı vardı. İsraillilerin er ya da geç içeriye gireceklerini biliyorlardı. Tesislerin yeterli ölçüde gizlenmesi ve dayanıklı hale getirilmesi gerektiğinin farkındaydılar. Böylece İsrailliler onları hava saldırıları veya işgal ile yok etmede büyük zorluklarla karşılaşacaklardı. Hamas tugaylarının Gazze de dahil olmak üzere neredeyse her coğrafi alanda askeri analistlerin ‘bozulma/küçülme’ olarak adlandırdıkları durum yaşandı.
Aslında dikkat çekici olan, bir küçülme yaşanması değil, çünkü bu derecede bombardımanla elbette bir küçülme görürsünüz. Fakat diğer yandan, gördüğünüz şey şu: İsrail’in defalarca ‘Hamas taburlarını ciddi şekilde zayıflattıklarını’ ya da ‘dağıttıklarını’ söylemiş olmasına karşın Hamas, Gazze Şeridi’nin güneyinde ve Refah’ta pusu kurma kapasitesini koruyor. Son İsrail haberleri de Gazze'deki çocuk felci aşılama kampanyasını idare edenlerin, Hamas’ın sivil aktörleri olduğunu gösteriyor. Yani dahası, Hamas'ın hem şiddet hem de genel hükümet gücü açısından önemli bir kapasiteye sahip olduğu açıktır. Böylece savaş sona erdiğinde, zafer kazandığı günün ertesini planladığı için, Gazze Şeridi'nden daha büyük bir ölçüde hükümet sorumluluklarını yeniden üstlenebilecek.
Bu önemsiz değil. Çünkü İsrail, bugün Gazze Şeridi’nde hâlâ çok vahşi bir soykırım yürütüyor olsa da arka cebindeki planlar temelde savaşı kazanmak değil, barışı kazanmak. Yani yeniden inşa yardımını kullanmak ve bunu Hamas dışındaki aktörlere yönlendirmek istiyorlar. Bu şekilde Hamas’ı yerinden ederken kuzeyi doğrudan işgal etmeyi amaçlıyorlar.
Yani, bence bunların hepsi tamamen bir fantezi. Ama bu fantezinin bedeli, bu ulusal kurtuluş savaşında muhtemelen yüz binlerce Filistinlinin şehit edilmesiyle ödendi.
Ayrıca Batı Şeria'da bir tür mantar gibi büyüyen altyapıyla birlikte tırmanan bir gerilla mücadelesi var. Jenin’de, Nablus’ta, Tulkaram’da bunu görüyoruz. Kuzeyde İsrail askerlerine yönelik saldırılar devam ediyor. Tabii ki, Hamas'ın ekonomik olarak önemsiz ama sembolik olarak önemli olan kuzeyi boşaltmasıyla biraz çıkmaza girmiş gibi görünen durum, İsrail’in çağrı cihazı saldırıları ve ardından Hizbullah liderliğine yönelik suikastları ile daha önceki kırmızı çizgileri aşması ve oyunun daha önce kabul edilen kurallarını ihlal etmesiyle birlikte bir tırmanışa geçti. Şimdi ise Hizbullah askeri ve önemli ekonomik tesislere yönelik roket saldırılarıyla tırmandırıyor. Hayfa, tüm kuzey ve görünüşe göre Tel Aviv’deki Mossad karargahı hedef alındı.
Bu arada Yemen, destek cephesi olarak hareket etmek için teknolojik kapasitesini artırmaya devam ediyor; NATO eksenine ait onlarca tanker gemisini ve askeri gemiyi kendi operasyon sahasında roketlerle vurdu.
Bu yüzden elimizdeki şey düşük seviyeli bir bölgesel savaş değildi. Evet bölgesel ve evet şimdi bir savaş. Ancak diğer aktörler namlularını tam anlamıyla sahaya sürmediği sürece aynı ölçekte değerlendiremeyiz. Örnek vermek gerekirse Yemen henüz bir kara askeri gücünü sahaya sürmüyor. Eğer Hizbullah’a karşı bir kara harekatı olursa bunu yapabilir, fakat gerek kalmaya da bilir. İsrail hâlâ karadan bir işgal gerçekleştirmedi, ki bu aslında İsrail devleti için muhtemelen bir intihar olurdu. İran ise savaş alanına sadece dolaylı olarak giriyor. Ve Suriye elbette, açlıktan ölüyor ve gerçekten savaş alanına girmekten aciz. Ama bir arka üs, bir silah fabrikası olarak devam ediyor ve ayrıca tıbbi altyapısını Lübnan halkının hizmetine sunmuş durumda.
Yani karşımızdaki manzara hemen hemen böyle, hâlâ askeri stratejik düzeyde belirli bir tür çıkmaz. İsrail'in ve daha da önemlisi ABD'nin savaşı sürdürmesi için toplumsal temel birçok yönden sağlamlığını koruyor. Direniş ekseninin ulusal egemenlik ve ulusal kurtuluş savaşlarını sürdürmesi için toplumsal temel de yerinde duruyor. Ancak asıl maliyeti, bu savaştan en çok zarar gören Arap halkları ödüyor, ABD sermayesi ise aslında bu savaştan genel olarak kâr elde ediyor.
‘İSRAİL’İN SAVUNMA FÜZELERİ TÜKENECEK’
Filistin mücadelesi, neredeyse en başından beri asimetrik bir güç dengesi altında devam ediyor. İsrail’in hesap vermekten muaf oluşu da eklendiği zaman dengeler daha da eşitsiz hale geliyor. Filistin mücadelesinin tarihine baktığımızda bugün geçtiğimiz dönemlere göre daha eşitsiz bir tablo ile mi karşı karşıyayız? Böylesi bir durumda Filistin halkının ve Filistin örgütlerinin ellerinde kalan direniş seçenekleri neler?
Önceki mücadelelerle olan farkı iki katmanlıdır. Bildiğiniz üzere savaş esas itibariyle toplumunuzun kaynaklarının belirli bir amaca yönelik seferber edilmesi ve toplumunuzun kullanımına sunulan kaynakların azami şekilde dağıtımıyla ilgilidir. Yani savaş eş zamanlı olarak hem teknolojik hem de sosyal bir çabadır.
Arap halkları arasında İsrail'e karşı geniş çaplı bir savaş başlatma konusunda 1960'ların sonu ve hatta 1970'lerin başında toplumsal bir istek vardı. Ancak 1967’deki İsrail’e karşı alınan yenilgiler ile birlikte toplumsal temelin meşruiyeti kırılmış oldu. Bu aynı zamanda, ortak bir amaç olarak sayabileceğiniz İsrail'i yenmek için halkınızı harekete geçirecek ideolojik ve kültürel kapasitenin geçmişte var olduğu anlamına gelir. Ancak İsrail'le savaşmak ve İsrail devletini durma noktasına getirmek için gereken bir tür askeri örgütlenme ve teknolojik kapasite mevcut değildi.
Şimdi çok farklı olan şey, şu anda İsrail'e karşı savaşan Arap milis güçlerinin olmasıdır. Çok farklı bir durumdalar. Bir yandan ideolojik olarak ortak hedefler etrafında yoğunlaşmış tüm bir toplumu harekete geçirme kapasiteleri var. Örneğin, Hizbullah’a, Yemenlilere, Filistinlilere bakınca kabaca İsrail'i yenme ve halkları için bir çeşit onur, kurtuluş ve adalet elde etme, emniyet ve asayiş sağlama hedefi etrafında ideolojik açıdan birleşmiş olduklarını görüyoruz. Yani bu bir haliyle 1940’lardan 1970’lere kadar olan süreçte komünizm bayrağı altında Asya’da verilen kurtuluş savaşlarının yankılarını taşıyor. Bugünün güncel Arap deneyimlerinde bunların yankısı var.
İkinci şey, teknolojik uçurumun büyük ölçüde kapanmış olmasıdır. Asya ulusal kurtuluş mücadeleleri Maoist Çin'in teknolojik dayanağından ve Maoist Çin'in arkasındaki tabii ki Sovyetler Birliği'nden yararlanabilmiş olsa da bugün Arap-İran bölgesinde teknolojik uçurum keskin bir şekilde kapandı öyle değil mi? İsrail'in tarihsel olarak muazzam bir teknolojik niteliksel üstünlüğü varken, yıkım gücünde tekel olma kapasitesi artık söz konusu değil. Yani hem Hizbullah hem de daha da önemlisi Filistinliler ve diğerleri drone'ları düşürebiliyorlar. Bir dereceye kadar İsrail drone’larını hackleyebiliyor, girebiliyorlar. Kendi drone’ları, balistik füzeleri var. Kullanabilecekleri ve yönlendirebilecekleri akıllı füzeleri var. Maliyeti çok ucuz olan ve çok pahalı mekanize piyadeleri, tankları ve zırhlı personel taşıyıcılarını yok edebilecek her türlü teknolojiye sahipler.
Tabii teknolojik düzeyde, bu güçler arasında henüz bir eşitlik yok. Yani İsrail, kendi şehirlerinin bombalanmasını önlemek için füze savunma sistemleri ateşleme kapasitesine sahipken Lübnanlılar ve Filistinliler bunu yapabilecek durumda değiller. Bu caydırıcılık ve teknolojik kapasitede niteliksel bir farktır. Ancak bu sınırsız olmayan niteliksel bir caydırıcılıktır. Örneğin, İsrail'in savunma sistemlerinde kullandığı füzeleri tükenecek. Şehirlere gönderilen füzelerin giderek daha azını engelliyor. Tekrarlamak gerekirse bu, teknolojik uçurumun genişlemekten ziyade kapandığına dair bir kanıttır. Bu da mevcut savaşta İsrailliler için kötü bir haber.
‘İSRAİL’E BARIŞÇIL YOLLARLA BİR BASKI UYGULANAMAZ’
Belki İsrail’in ‘hesap vermeme’ durumuna biraz daha odaklanabiliriz. Önce Gazze, sonra Batı Şeria ve şimdi Lübnan… İsrail akla hayale gelebilecek neredeyse her çeşit savaş suçunu işledi. Üstelik bu suçu her defasında daha fantastik şekillerde işledi. Ekranlarımızda canlı yayında bir soykırım izliyoruz, ancak İsrail’e hiçbir şey olmuyor. İsrail’in sahip olduğu bu suç kalkanına dair neler söyleyebiliriz? Bu kalkanı yok etmenin bir yolu yok mı?
İsraillilerin hesap vermesinin tek yolu askeri çatışmadan geçiyor. Sadece yeterli baskıyla İsrail’e uygulanacak bir askeri güç etkili olabilir. Öyle ki İsrail'i desteklemek artık Batılı yönetici sınıflar için kârlı bir seçenek değil. Daha sonra İsrail’i sırtından bıçaklayacaklar. Hatta ve hatta İsrail toplumu ve İsrail siyasi liderliğinin savaş suçlarından sorumlu tutulmasına izin bile verebilirler. Ancak bu sadece uluslararası hukuk ve uluslararası içtihatlar alanında bir tür kristalleşme veya yansıma olacaktır.
Arap halkının askeri zaferlerinden bahsediyoruz. Yani Batılı veya Batılı olmayan herhangi bir sivil toplumun barışçıl yollarla İsrail'e gerçek bir baskı uygulayabileceğini söyleyemeyiz. Türkiye’nin buradaki rolü tiksindirici. Türkiye’de kitlelerle hükümet arasında ciddi bir karşı karşıya geliş söz konusu. Erdoğan’ın İsrail’e yönelik politikalarına direnme konusunda Türkiye nüfusu, dostça olmayan ciddi bir baskıyla karşı karşıya. Ve Erdoğan, bu tür baskılara rağmen etkilenmemiş durumda. Bildiğiniz üzere Türkiye İsrail'in önemli bir ticaret ortağı. Ve eğer Türkiye gibi ülkeler ticaret ilişkilerini keserse, bunun İsrail'in savaşı sürdürme kapasitesi üzerinde çok önemli bir etkisi olabilir.
Ancak gerçek şu ki, cephedeki güçler yani militarize güçler, her türlü hesap verebilirliği zorlayan asli güçlerdir ve bu ana mekanizmadır.
SAVAŞIN KÂRI
Sizce büyük emperyalist güçlerin bugün Filistin’de aldığı tutumu nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Büyük emperyalist güçlerin İsrail-Filistin’deki motivasyonlarına dair çok fazla yanlış anlaşılma var. Büyük emperyalist güçlerin rolünden çoğul olarak bahsettiğimizde, bakarsanız sadece NATO'dan söz ediyoruz. Bunun dışında kalan diğer her şey gereksiz. Öncelikle başka emperyalist bir güç yok. İkincisi AB ülkeleri şimdi ABD çizgisini izliyor.
Emperyalist devletlerin kendi istekleri dışında Arap-İran coğrafyasındaki bu kâr getirmeyen savaşlara sürüklendikleri yönünde yaygın bir söylem var. Bu İsrail lobisinin işi. İsrail lobisinin asıl rolü aslında bu savaşları ABD halkına satmak ve ayrıca bu savaşlara karşı oluşan muhalefeti disipline etmektir. Bu rolü çok iyi bir şekilde uyguluyorlar. İsrail lobisinin birincil rolü aslında savaşları başlatmak değildir. Savaşlar çıkıyor çünkü ABD kapitalist sınıfları, İsrail ve bizzat ABD tarafından Arap/İranlı halklara yönelik yaratılan şiddetten devasa ölçüde kâr elde ediyorlar. Yeni silahların savaşlarda test edilmesi ve bu testlerle yapılacak karşılaştırmalar ile satılabilmesi gerçeğine göre kâr sağlıyorlar. Bunun yanı sıra doğrudan İsrail'e, ABD Pentagon’a ya da diğer NATO ülkelerinin askeri endüstriyel komplekslerine silah satıp doğrudan silahlardan kâr sağlıyorlar.
Kontrgerilla hareketlerine yapılan yatırımlardaki yüksek teknoloji arayüzleri, ABD yönetici sınıfı için İsrail’i kârlı kılan önemli bir nedendir. Çağdaş tarihteki hemen hemen her kontrgerilla harekatında yer aldılar. Eğitim ve teknoloji açısından kontrgerilla harekatı yürütmede çok merkezi bir rol oynadılar. Lula'nın Brezilya'sına ve Modi'nin Hindistan'ına kontrgerilla teknikleri satıyorlar. İsrail’in oynadığı son derece merkezi bir rol. Ayrıca İsrail tarihsel olarak, nispeten ucuz ücretli ve çok iyi eğitimli kendi işgücünü yüksek teknoloji alanında sunmuştur ve bu da ABD yatırımları için görece avantajlı olmuştur. ABD aslında İsrail rejimine doğrudan yabancı yatırımın ana kaynağıdır.
Ama ayrıca savaşın kendisi bir kâr mekanizmasıdır çünkü aslında dünya çapında işçi sınıfının mücadeleciliğini, vuruşkanlığını azaltır. İnsanlar çok korkuyorlar. Arap bölgesindeki insanlar yöneticilerine meydan okumaya korkuyorlar. Çaresizler ve direnme kapasitesi açısından tedirginler. İsrail bu yenilgi durumunu aşılar, bu da aslında Arap işçi sınıflarının ve kuşatma altında olmayan tüm büyük Arap nüfus merkezlerinin aşırı derecede sömürülmesine olanak tanır. Yani Mısır'dan Fas'a, Cezayir'den Tunus'a kadar her yerde ciddi bir şekilde beyin göçü yaşanıyor. Muazzam miktardaki bu beyin göçü de Arap yenilgisinin bir parçası.
Bunun çok önemli olan diğer kısmı, dünya çapında emek rezervlerinin yaratılmasındaki rolünüzdür ve bu da şu anda dünya çapındaki emek fiyatının düşmesidir. Ayrıca, ABD ve İsrail doğrudan öldürerek de kâr elde ediyor, değil mi? Çünkü emek rezervleri çok büyük, eğer bazılarını yakarsanız, eğer milyonlarca insanı öldürürseniz, o zaman emeğin yeniden üretimi için sermaye maliyeti buna göre azalır. Ve bu İsrail'in, dünya egemen sınıfları, özellikle NATO egemen sınıfları açısından oynadığı bir diğer merkezi roldür.
‘UZUN VADEDE KORKU DUVARI YIKILACAK’
Siz Filistin’in geleceğinde nasıl senaryoları öngörüyorsunuz?
Kısa vadede daha fazla ölüm ve acı göreceğiz. Uzun vadede ise İsrail’in Arap ve İran halk sınıflarının önüne koyduğu korku duvarının yıkıldığını göreceğiz. Bunun sonucu olarak İsrail, yalnızca bir dili konuştuğunu ve yalnızca bir dili anladığını çok açık bir şekilde ortaya koydu: Bu da mermilerin ve silahların dilidir. Bundan yola çıkarak, Filistin sahnesinde tek yol olarak giderek daha fazla şiddet göreceğimizi düşünüyorum, çünkü insanlar artık İsrail ile başa çıkmanın tek yolunun şiddet olduğunu anladılar. Ve bence en olası senaryo olan sonuçlar, artan şiddete tanıklık edeceğiz. Sonuç olarak çok büyük ihtimalle tırmanan bir şiddet göreceğiz. Ve pratik olarak en iyimser senaryo, ABD'nin sonunda İsrail ile bağlarını koparmayı tercih etmesidir. Daha az iyimser senaryo ise ABD'nin, inanılmaz derecede şiddetli patlayıcı silahların kullanımı dahil olmak üzere giderek daha doğrudan müdahil olması ve daha sonra benim bakış açıma göre her şey mümkündür.
İlgili yazılar:
Gilbert Achcar: Savaş çıkarsa Hizbullah kendini yalnız bulacak (gazeteduvar.com.tr)
İsrailli tarihçi Ilan Pappé: İsrail uzun vadede çözülüp çökebilir (gazeteduvar.com.tr)
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
Lübnan’ın direniş tarihine işitsel bir yolculuk 05 Ekim 2024
Direniş ekspertizleri 02 Ekim 2024
Lübnan’ın güneyinde işbirlikçi bir kum torbası 28 Eylül 2024
İzmir’de Sovyet izleri: Kültürpark’ı Moskova’ya mı borçluyuz? 18 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI